tag:blogger.com,1999:blog-40462713433634006522024-03-14T08:16:51.167+03:00tuborgermieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.comBlogger600125tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-59085120267865160062016-12-30T12:16:00.002+03:002017-01-02T09:56:15.698+03:00seasons<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">apartmanın bahçe kapısından çıkar çıkmaz gökyüzüne baktım; daha önce hiç beyaz görmediğim tepelere kar yağmış, denizin üzerine ise koyu bulutlar çökmüştü. yağmurun yağacağı benim işe en az on dakika geç kalacağım kadar kesindi. adımlarımı hızlandırırken ani bir kararla kafamı çevirdim, oradalardı. ikinci katın penceresinden bana bakıyorlardı. küçük minişgu, annesinin kucağına yüzü dışarıya dönük şekilde oturmuş ve hafif çekik gözleri ile babasını izliyordu. işe gitmeyip eve geri dönmeyi ve yedi kiloya yaklaşan bu panda yavrusuyla yatakta yuvarlanmayı, boynundaki kokuyu ciğerlerimin en derinine dek depolamayı çok istedim fakat yılın son günüydü, bir gün daha dişimi sıkmalıydım. çalışmaktan ya da çalışmaya çalışmaktan hoşlanmıyordum fakat sorumluluklarım vardı, kafamın estiği gibi davranamaz ve bunun olası bedellerini ödeyemezdim. dört dakika sonra işe geldim ve aylardır neyi hangi sırayla yapıyorsam yine aynısını yaptım. klimayı aç, bilgisayarı aç, autocad dosyasını aç, google chrome'u aç, ne dinlemek istediğine karar ver ve yavaşça hızlan. hızlandıkça yavaşla. bağımsız gözlemciler, senin durduğunu düşünüp hayıflansın.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">ülkenin geneline göre berbat geçen ve benim de bir an önce bitmesini istediğim 2016 çok mu kötüydü peki? gerçekten kötü geçen yıllarım oldu ve 2016 onlardan biri değildi. haberlere ve insanlara baktıkça sinirlerim bozuldu, bir şeyleri değiştirmenin neredeyse imkansız olduğunu, kötülerin kötülük yaptıkça güçlendiğini, iyilerin her gün yeni baştan kaybettiğini, haksız yere içeri atıldığını, arsızların ise her dönem başka insanların omuzlarında yükseldiğini gördükçe dişlerimi sıktım fakat 2016 küçük hayatım için iyi bir yıldı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">ocağın ilk günlerinde bir bebeğimiz olacağını öğrendik; küçük canavar, koparmada beta hcg rekoru kırarak "hazır mısınız, ben geliyorum gençler" dedi. sonucu gördüğüm an kalp atışım hızlandı, hafiften panik yaptım ve çok önemli bir sınava girerken olduğu gibi avuçlarım ısındı. karıma baktım, onda da benzer belirtiler vardı. bi saçmaladık, ellerimiz ayaklarımız bizden bağımsız oynadı ve ailelere haber verdik. kardeşim gittikten sonra sonunda birisi gelecekti, zaman akıp geçiyordu. 2011'in bir eylül akşamında veda etmişti, 2012'yi hatırlamıyorum, 2013'te evlenmiştim, 2014'ü hatırlamıyorum, 2015 ise hayal meyal. memurluk insanın köşelerini yontuyor ve diğerlerine benzetiyor fakat daha onlar gibi olmadım tam olarak. cuma namazına gitmiyor, islamın geri kalan ne şartı varsa onları yerine getirmiyorum. muhtemelen arkamdan, içki bile içtiğimi iddia ediyorlardır ki çok güzel içerim. cuma akşamları eve giderken markete muzaffer bir komutan gibi girer ve uzun zamandır yaptığım gibi bira alırım. biranın yanında bir şey atıştırmayı sevmem, biranın yanı değil de biranın arkasından bir bira daha çok güzel gider. hava güzelse balkonda denizi izleyerek içerim, müzik mutlaka olur. mehmet güreli kimse bilmez derken başımı öne eğerim, oasis don't look back in anger derken de geçmişi dudağımın kenarında tebessüm ile yad ederim. bir daha gelmeyecek günlerin hayaletleri masaya doluşur, gelecek günlerin bilinmezliği yelkenlerimi doldurur. gelidonya feneri'nin önünde uzanan adalara doğru pupayelken giden ve adı seasons olan lacivert gövdeli bir teknenin hayalini görürüm. sea sons. mevsimler ya da deniz oğulları. çok uzak olmayan bir geleceğin belli belirsiz yansımaları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">beta hcg, gerçekten orada bir bebek olduğunu mu gösterirdi peki? cumartesi soluğu doktorda aldık, bir kese oluştuğunu söyledi. mercimek tanesi kadar bile değildi ama oradaydı, boşluğunu yaratmıştı. yokluktan varlığa giden meşakkatli yolun ilk basamaklarını çıkmıştı bile, boşluğu vardı. orada tam olarak nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde dokuz ay geçirecek ve biz de hep etrafında olacaktık. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">2016 deli atlar gibi 2017'ye doğru koşarken, biz de her ay doktora gidip milimetrelik değişimleri büyük bir heyecanla takip ettik. susam oldu, nohut oldu, fasülye oldu; bakliyat serisini tamamlaması iki üç ayımızı aldı. kalp atışını dinledik, dördüncü ayda yeni oluşmuş elleri kollarıyla bize breakdans yaptı, bir uzaylı gibiydi ve organik bir kapsülde hızla yeryüzüne yaklaşıyordu. aydan aya olan kontrollerin arasında ise işe gelip gitmeye devam ettim. kimse tam olarak ne iş yaptığını ve yapmadığını bilmiyordu, yazıcıdan çıktı almayı ise beş altı kere denedikten sonra bırakanlar vardı. kahverengi kadifeden takım elbise giyen adamlar oyuncak ayı gibi koridorda dolaşıyor, 1984 yazına damga vuran kazak ve saç kombinasyonuyla 2016'ya ışınlananlar beni her seferinde hayrete düşürüyordu. kamu kurumu değil de kontrolden çıkmış bir tuhafiye dükkanı gibiydik, örgü örenler bile vardı. çoğu zaman benim burada ne işim var diye çay bardaklarına fısıldasam da, cumartesi çalışmadığım ve yıllık izin gibi daha önce karşılaşmadığım bir lüks ile şımartıldığım için kendimi şanslı hissediyordum. bir daha özel sektöre dönemez ya da kendi ofisimi açıp kurnazlar gibi iş kovalayamazdım. çalışmak hayatımın önemsiz bir kısmıydı, otogarda çıkan otobüslere fiş kessem de bunu sorun etmezdim. mimarlıkla hobi düzeyinde ilgilenmeye karar vermiştim ve böylesi herkes için daha iyiydi. dört beş seneye yeşil pasaport bile alabilecektim, işler o kadar tıkırındaydı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">kış bitti, bahar bitti ve hiç bitmeyen bir yaz başladı mayıs ayında. bebeğin cinsiyetini de sanırım üçüncü ayda öğrendik. oğlan olacaktı. onunla pes oynayacak ve gittiğimiz pikniklerde penaltı çekişecektik eski günlerde olduğu gibi. acaba babası, amcası ve dedesi gibi solak, dayısı gibi iki metre mi olacaktı? küçük ve zararsız sorular bunlar, kızım olsaydı da anasından aldığı çekik gözleriyle çin prensesi gibi hayatımın merkezine konacaktı. tatarlıktan gelme huysuzluğuyla herkese kafa tutacak ve bazen sinirinden zıplayacaktı. ben de o daha fazla sinirlenmesin diye içimden gülecek, onu sakinleştirmeye çalışacaktım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">dokuz eylül akşamı denize gittik, hava son dört aydır olduğu gibi yine sıcaktı. dokuz günlük bayram tatiline girmiştik ve benim tahminlerime göre daha bir hafta vardı. bahis kariyerimde olduğu gibi tahminlerim yine tutmadı ve ertesi sabah 04:00'te hastaneye doğru yola çıktık. bebeğimiz 10 eylül'de gelmeye karar vermişti ve 16:00'da viyaklayarak dünyaya geldi, dokuz ay süren yeryüzüne serüven sonunda bitmişti. bir jules verne hikayesi yazmıştı üç buçuk kilo ve elli santim boyuyla. mavi bir takım giydirdik ve ona baktık. ciğerlerindeki suyu sezaryenden dolayı tam atamadığı için doktorlar iki gün kontrol altında tutmamaları gerektiğini söyledi. cumartesiden pazartesiye iki gün yoğun bakım ünitesinde diğer arkadaşlarıyla kaldı ve minişler çetesi dönem başkanlığı yaptı. pazar günü sadece bir kez görebildim, kuvözünün içinde uyuyordu. altı aylıkken doğan parmak çocuklar vardı, zor doğumları ardında bırakan cesuryürekler, yaşama içgüdüsüyle aylardır yoğun bakımda mücadele eden bir direnişçiler ordusu vardı ve benim küçük oğlum da hayata mücadele ederek başlamıştı. yoğun bakım benim derinlerimde bir yerde yaşayan karanlıktı, kardeşimi en son yine bir eylül zamanı yoğun bakımda görmüştüm gittiği gün. o dezenfekte kokusu, o biplemeler, renkler, ışıklar... zaman bir çemberdi ve beni beş sene sonra yine bir yoğun bakım odasına getirip bırakmıştı ama bu sefer hoşçakal demek için değil hoşgeldin demek için.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">kerem bey'i ertesi gün yanımıza verdiler, korkulacak bir şey yokmuş. kafasında tüyler olan bir kuş yavrusu gibiydi ve uyuyordu. hafiften gözlerini araladı ve etrafa baktı, annesine sarıldı ve hikaye aslında tam olarak orada başladı. ilk gece üç saatte bir uyanmak için on iki tane alarm kurduk, ne yapacağımızı tam bilemedik ama bir aradaydık. günler birbirini kovaladı, zaman hızla aktı ve dördüncü aya doğru hızla ilerliyoruz. geçen sene bu zamanlar bebekten haberimiz bile yokken, sabah çıkarken anasının kucağında gözleriyle beni takip ediyor, sabaha karşı aramızda yatıyor, sırt üstü yatarken yüz üstü dönüyor ve kolu altında kaldığı için sinirlenip bağırıyor, ona liverpool kadrosunu sayarken gülüyor ve yağmur yağdığı için dışarı çıkarılmadığında ağlıyor. her gün yeni bir özellik yükleniyor ve ben de bu günlerin hayatımın en güzel günleri olduğunun bilinciyle boynunu kokluyorum. beraber köşedeki gece lambasına bakıyoruz gece uyanırsa, delonghi dragon model bir yağlı petek aldık, o kutsal ışığı koruyan ejderha oluyor. havayı kurutmasın diye bir tabağa koyduğumuz su da, ejderhanın yaşadığı göl oluyor. ışık direk gözümüze gelmesin diye turuncu kutularla kapatıyoruz, hah işte onlar da bakır dağları. yatağında yatarken baksın diye astığımız iki küçük kuzu da, kutsal ışığa giderken ejderhanın dikkatini dağıtmak için yanımızda götürdüğümüz kurbanlar. bir odanın köşesinden bile masal çıkıyor, sonra onun kellesinin üstünden hafifçe öpüyorum. bir yıl birlikte bitiyor, nice yıllara oğlum diyorum. önümüzde uzun seneler olsun birlikte olacağımız, seasons adlı teknemizle adaların etrafına demirleyeceğimiz...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-ZXdsOTVAJfI/WGYl4oXP21I/AAAAAAAAJCQ/_1N2lqMEK7s0D_jy-ilwbXo-dvNiCE37wCLcB/s1600/IMG_4489.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="355" src="https://1.bp.blogspot.com/-ZXdsOTVAJfI/WGYl4oXP21I/AAAAAAAAJCQ/_1N2lqMEK7s0D_jy-ilwbXo-dvNiCE37wCLcB/s640/IMG_4489.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-89389398478238900992014-05-16T15:21:00.000+03:002014-05-16T15:23:30.180+03:00haberin yok<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<span style="font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Mesaim
başladığında hala evdeydim; üzerimi bile giyinmemiş ve boş gözlerle telefonuma
bakıyordum. Sanki, toprağın altında kalan madencilerden biriydim ve kanıma
karışan karbonmonoksitin beni o kahrolası bilirkişilerin de canlı yayınlarda
utanmadan söylediği gibi tatlı bir ölüme götürmesini bekliyordum. Rüyamda
sabaha kadar yüzünü seçemediğim birileriyle dövüşmüş ve büyükçe bir deponun
köşesinde onu sıkıştırıp tam da öldürecekken de saatin çalmasından yarım saat
önce uyanmıştım. Muhtemelen dövüştüğüm kişi, insan suretine bürünmüş devletti
çünkü bir insana duymayacağım bir öfke ile ona doğru koşarken uyanmıştım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<span style="font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Sabahın ilk
saatlerinde durgun bir göl gibi gözüken denize ve birkaç gündür açıkta bekleyen
yaklaşık on metrelik yelkenliye bakarken, beni bu iyilerin kaybetmekle kalmayıp
öldüğü lanet olası ülkeye bağlayan şeyin ne olduğunu düşündüm. adını
hatırlamadığım bir yazar, bir yere aidiyeti oraya ölülerini gömmüş olmakla
bağdaştırmıştı fakat Tezer Özlü’nün de dediği gibi burası bizim değil, bizi
öldürmek isteyenlerin ülkesiydi. Kıyıda sönümlenen dalgaları izledim, sular
biraz çekildiğinden olsa gerek ufak bir kum adası ortaya çıkmış ve martılar
sabahı orada karşılamıştı. Martı olsam, uyurken de uçmanın bir yolunu bulurdum.
Doğru bir hava akımı yakalar ve gözümü açtığımda nerede olduğumu
kestirememenin, çocukluğumdan kalan o tadını anımsardım. Martı olsam, en kötü
günümde bile “en azından insan değilim” diye kendimi teselli ederdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<span style="font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Denize yüzünü
dönmüş koltuğumdan yavaşça kalkıp üstümü giyindikten ve kedi yavrusu gibi yumuk
gözlerle uyuyan Ceren’i uyandırmadan öptükten sonra evden çıktım. İşe gitmek
istemiyordum; içimde çöken bir ocak vardı ve elimden neredeyse hiçbir şey
gelmiyor, elinden bir şey gelebilecekken küstahça açıklamalar yapan pislik
siyasetçilere lanetler ediyordum. Her halk, hak ettiği şekilde yönetilirdi
belki ama bu kadar kötülerini, vicdansızlarını hak ettiğimizi düşünmüyordum.
Hala kurtarabilecekleri madenciler içerideyken, ölenlere cuma hutbesi,
ailelerine maaş müjdesi veren yaratıklara, bağlı oldukları inanç sistemine,
bunları yaratana, yaratılmasına vesile olanlara küfürler ederek yolun
kenarından ilerledim. Hükümet konağına kara gözlerini dikmiş bir sokak köpeği
vardı, belli ki olanları duymuş ve intikam almaya karar vermişti. Bayrakların
yarıya indirilmesi ve üç günlük yas riyakarlığından daha gerçekti köpeğin kara
gözleri. Üç günlük yasın son günündeydik, üç günlük dünyanın da son gününe
gelmeyi ve hesaplaşmanın bir an önce başlamasını istedim. Bakanların,
patronların, kenelerin hesabını tanrı değil madenciler, döverek öldürülen Ali
İsmail Korkmaz’ın hesabını da ailesi sormalıydı. Bu çürümüş ülkenin mahkemeleri
artık yoktu, muhtemelen de hiç olmamıştı. Yaşı büyütülüp asılan çocuklar, yerin
binlerce metre altında ölüme gömülen çocuklar, tecavüz edilen, darp edilen, her
gün bu ülkede doğmuş olmanın bedelini yeniden ödeyen çocuklar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<span style="font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Geçen sene bu
zamanlar, gezi parkı olayları başlamamış ve özgürce yaşamak isteyen
arkadaşlarımız dövülerek, gaz fişeğiyle, mermiyle, tomayla ve mümkün olan/olmayan
tüm imkanlarla henüz öldürülmemişlerdi. şimdi her duruşmalarında devletin başka
bir rezilliğini görüyor ve lanet okuyoruz. Öldürüp üzerimizde tepinen, geride
kalanlara teselli vermek yerine onları kışkırtan, tüm organlarıyla bizi yok
etmeye yemin etmiş bir devlete karşı hayatta kalmaya çalışıyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-right: -1.35pt; text-align: justify; text-indent: 1.0cm;">
<span style="font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Sokak köpeğini
geçtikten sonra adımlarım daha da yavaşladı, içimde beni boğan bir ateş
yükseliyordu ve ellerim sanki arkadan kelepçeliydi. Aldığım nefes, içimdeki
ateşi harlıyordu sadece. Odama girdim, bilgisayarımı açıp telefonuma biraz daha
baktım. Bu ülkeden gitsem bile arkamda bırakmaya çalıştıklarım peşimi
bırakmayacaktı. Okyanusun ortasındaki bir teknede, katmandu’nun dağlarında, bir
yağmurun sırtında ya da bir ormanın en karanlık köşesinde bile olsam, yüreğime
kazınmış bu acıyı, bu nefreti ve intikam alma güdüsünü söküp atamayacaktım.
Ödeşme planlarıyla ömrümü geçirecek belki de ömrümü bitirecektim…<o:p></o:p></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-83936082190393246022014-05-08T15:42:00.001+03:002014-05-08T15:42:48.269+03:00nevriye: bir cinnetin anatomisi<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Kocası
seneler evvel evden kaçmış fakat bunun farkına aylar sonra varmış Nevriye
Hanım’ın iki oğlu vardı. Oğullarından büyüğü astronottu ve pencere kenarından
gökyüzünü izleyerek kırk yaşına gelmişti. Kocasının akrabaları başta olmak
üzere insanlardan pek hoşlanmayan Nevriye Hanım’ın babadan kalma müstakil evine
çok nadir de olsa Amerika’dan mektuplar gelir ve her seferinde, oğlunu sonunda
yolculuğa çağırdıklarını düşünüp endişelenirdi. Büyük oğlu hangi işe girse,
öğleden sonra istifa edecek kadar onurlu bir çocuktu. Nasa’dan gelecek bir
teklifi kabul edeceğini söyleyip dururdu ve sadece, geceleri gökyüzünü kaplayan
yıldızların çoktan ölmüş olabileceğini ancak onların ışığın yavaşlığı yüzünden yeni
görülebilmesine öfkelenirdi. Işık hızını aşmanın ise mümkün görünmediğini,
ancak kara deliklerle bir noktadan girip diğer noktadan, zamanı hiç
karıştırmadan çıkılabileceğini mırıldanırdı. Zamandan ve onun dakikada atmış
saniyelik yavaşlığından hoşlanmazdı büyük oğlan. Nevriye Hanım ne zaman
soyulmuş meyve tabağıyla odasına girse, ışık hızına ulaşsak bile bir insan
ömrünün başka galaksiye gitmeye yetmeyeceğini, başka galaksiye kaplumbağa
yollamanın ise diğer kültürlerde ağır hakaret olarak görüleceğini savunurdu.
Elmalar her geçen saniye paslanırken, tanrının varlığının belki de tek ispatı
olan mandalinaları yerdi. Belli bir inancı ya da inançsızlığı yoktu. Küçük
kardeşinin ya da babasının nerede olduğunu da hiç merak etmezdi.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Evin
küçük oğlu ise liseden sonra okumamış, hatta veli toplantısında söylenenlere
bakılırsa, lise esnasında ve liseden önceki dönemde de okumamıştı. Kafası
sadece kanunlardaki açıklardan faydalanmaya çalışır, belediyenin üç yıllığına
kiraya verdiği büfeleri belli bir komisyonla başkalarına kiralardı. Belediye
başkanları ve encümen üyelerini delirtecek kadar utanmaz, paradan para
devşirecek kadar kurnazdı küçük oğlan. Askerden geldiği gün, kantinde
çalışırken biriktirdiklerinden ikinci el şahin alacak kadar da ticarete
yatkındı. Abisine akıl vermeye, büfenin başında durmaya ikna etmeye çalışsa da
yıllar içinde boş vermişti. İğne oyasıyla akşamı eden annesi ayrı, gezegenle
yıldızla sabahı eden abisi ayrı manyaktı. Kiranın kirasıyla gelen parayı atlara
yatırır, kolunun altında gezdirdiği ajandasında atların soyağacını çıkarırdı.
Bazı günler seyis vurmak için ilk otobüsle istanbul’a gider birkaç hafta
gözükmez, bazı günler de seyislerin onu vurmak için geldiğini söyleyip evin
çatı katında saklanırdı. At kaçırmaya çalıştığı için dört ay içeride kalmış, at
sahibinin davadan vazgeçmesi üzerine de serbest bırakılmıştı. Çatı katında
saklandığı günler kamu ihale kanununu okur, resmi gazeteyi incelerdi.
Gazetelerin orta sayfalarındaki ihale ilanlarına mercekle bakar, kendisine yarayacak
bir açık var mı diye ince eleyip sık dokurdu. Mahallede top oynayan çocukların
arasına karışır, herkesi çalımlayıp gol attıktan sonra topu balkona fırlatırdı.
Haftada bir kavgaya karışır, ayda bir de güzelinden dayak yerdi. Hiç sevgilisi
olmadığı gibi onu görüp de karşı kaldırımdan yoluna devam etmeyen bir kız da
görülmemişti. Bir ortak bulup inşaat şirketi açmak ve yapsatçılıkla köşeyi
dönmek istiyordu; atlar eskisi gibi kazandırmıyor, belediyeler de büfe
ihalesine çıkmıyordu.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Yıllar
önce ekmek almaya gidiyorum diye pijamayla çıkıp bir daha dönmeyen baba ise,
merkezi Nevriye olan bir çember çizmiş ve insanın yaşayabileceği en uzak nokta
neresiyse, büyük ve az salak oğlunun dünya atlasında orayı işaretledikten sonra
evden çıkmıştı. İki oğlanın en iyi özelliklerini alsa bile ortaya çıkan
yaratık, bir tam oğlan etmiyordu. Bir şeylerin düzelmesini beklemekten ve küçük
oğluyla evin içinde karşılaştığında ense köküne giren ağrıdan bıkmıştı. Belki de
tüm hata kendisindeydi, genleri bir sonraki nesle aktarılmamalı ve sülalesinin
yedi düvelde atlattığı badireler kendisiyle son bulmalıydı. Bir süre Gürcistan
sınır kapısında keşif yaptı, kamyoncularla dost oldu, bir karton sigarayla
başladığı kaçakçılık macerasına iki sene sonra kendi kamyonuyla devam etti. Sınırdan
her geçişinde yaşadığı tedirginlik, ona yaşadığını hissettiriyor ve Nevriye
başta olmak üzere yıllarını heba eden herkesten intikam almak istiyordu. Freni patlayan
kamyonun, yokuşun başındaki iki katlı bir evi yıktığını gazetenin üçüncü sayfasında
okuduğunda, yeni partiden çıkan malt viskinin de desteğiyle genlerine ve
döllerine son vermenin yolunu buldu. Plan basitti, zaten detaylı planı hak
etmiyordu evdekiler. büyük oğlu muhtemelen yine zamanın yavaş aktığını
savunuyor; küçük olan da at ajandasıyla, belediye ihalelerinin açığını
kovalıyordu. Nevriye de, başka kimsede olmayan iğne oyası battaniyesiyle pencere
kenarında oturup yokuşa bakıyordu. O yokuştan inen kamyonun imgesi, kaçak viski
ile birleşip mutluluktan gözlerini yaktı. Kamyonun kasasına kaç dinamit
sığacağını sarhoş kafayla hesaplamaya çalıştı; dinamitlerin yarısı patlasa yine
de tüm mahalle, mahalleli ve mahallelinin yaz boyunca çay çekirdek
zıkkımlandığı balkonlar havaya uçardı. At ajandasının metal tokası evden dört
kilometre ötede bulunduğunda, iğne oyası battaniyenin külleri atmosfere
karıştığında kendisi de hayatta olmayacaktı ama ruhu kahkahalarla gülecekti.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Azerbaycan’daki
taş ocağına götürülmek üzere istasyona istiflenen vagonlar dolusu dinamitin bir
kısmını, üst düzey kaçakçılık içgüdüsü ve doğru kişilere dağıttığı rüşvetlerle
kamyonuna yükledikten sonra, bir bahar sabahı pijamayla terk ettiği şehrine doğru
yola koyuldu. İki oğul ve bu ejderhaların anası olacak Nevriye’nin aynı anda
evde olacağı eşsiz anda frenleri elleriyle kesecek; pencere kenarında oturan
karısı yokuşu izler, büyük oğlu yıldızlar arası mesafeleri dert eder ve seyis
dayağından kaçan küçük oğlu çatı katında saklanırken de bu aileyi bitirecekti. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Yıllar
sonra şehrine döner dönmez, düğün organizasyon şirketinin önüne park ettiği
kamyonunun kasasını maytaplarla ve havai fişeklerle süsledi. Soranları da
damadın özel isteği bu diyerek geçiştirdi. Kamyoncu kasketinin altına gizlediği
yüzü, eski evinin etrafında kolayca keşif yapmayı sağlıyordu. Küçük oğlu horoz
dövüştürmeye başlamış, koltuğunun altından at ajandasını çıkardıktan sonra
boşalan yere iki horoz sıkıştırmıştı. Çok yakındaki büyük patlamadan sonra,
hayvanların çektiği zulüm de bitecekti. Nevriye ve büyük oğlan evden pek
çıkmıyor fakat küçük de eve pek girmiyordu.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Horozuna
dövüş antrenmanı yaptırmak için başkalarının horozunu çalan küçük oğlanın,
dayak yememek için eve kapandığı o mübarek perşembe akşamında, adam kamyonunu
kız gibi süsleyip yokuşun başına çekti. Son parti maldan kalan son şişe
viskisini açıp saldırı planını bir kez daha gözden geçirdi. Önce, güdümlü havai
fişekleriyle eve saldıracak ve ev ahalisi pencereye çıktığında yıllar sonra eve
dönen, daha doğrusu eve girmek üzere olan babalarını görecekti. Zamanın yavaşlığından
şikayet eden büyük oğlan kamyonun hızına şaşıracak, küçüğü horozu pencereden
atmaya çalışacak, Nevriye Hanım da kocasının uzun zamandır evde olmadığını o
anda anlayacaktı.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Havalı
korna ve boş vitesle yokuşun başından inmeye başlayan kamyon yavaşça
hızlanırken, olacaklardan haberi olmayan ahali de evin farklı odalarında farklı
hayatlarına devam ediyordu. Küçük oğlan, korna sesini duyduğunda horozu paket
lastiğiyle kırbaçlıyor ve ondan bir ölüm makinesi yaratmaya çalışıyordu. Büyük
ise tamamen paslanmış elmaların yanındaki teleskopunun merceğini kadife bezle
siliyor ve ara sıra dışarıya bakıyordu. Nevriye, havai fişekleri gördüğünde
daha önce nasıl oldu da akıl edemediğine şaşırdığı yeni bir deseni işliyordu.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Kamyonun
evin bahçesine girmesine birkaç saniye kala, evden çıkarken giydiği pijamasını
bu tören için yeniden giyen evin reisi fren sistemine bağladığı ateşleme
tesisatını harekete geçirmek için son gücüyle frene bastı. Kamyonun ön camını
çıkarttığından, frenin gücüyle kamyonun şoför mahalinden fırlayıp Nevriye’sine,
bin yıllık lanetine ve bu aşktan doğan çocuklarına uçmaya başladı. Adam havada,
ailesi evde ve tüm mahalleli balkondayken dinamitler birdenbire patladı. Adamla
nevriye’nin arasında dövüş horozu kaldı, büyük oğlanı ise kamyondan kopan büyük
bir demir parçası ikiye böldü. koltuğunun altında çoğu zaman ajanda, mevsimine
göre de hayvan taşıyan ihaleci küçük oğlana da havai fişek rastgeldi. Babadan kalma
ev, kaçaktan kalma kamyon ve yedi nesilden bu yana süren lanet de güzel bir
bahar akşamı, tüm mahalleli ile birlikte son buldu.<span style="font-size: x-small;"><o:p></o:p></span></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Ziy9sYRbvvc/U2t7sFsOH-I/AAAAAAAAIU8/uIYN_SYT0N0/s1600/nevriye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-Ziy9sYRbvvc/U2t7sFsOH-I/AAAAAAAAIU8/uIYN_SYT0N0/s1600/nevriye.jpg" height="212" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="line-height: 115%;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-4306898573673747732014-05-06T13:38:00.002+03:002014-05-06T13:38:42.664+03:00ve düşlere dal<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;">Her sene
bir yeri yarım yamalak keşfetmek yerine, aynı yere defalarca dönmek; mekanı tüm
mevsimleriyle, günün tüm saatleriyle ve kendimin ayık ya da sarhoş, mutlu ya da
mutsuz tüm halleriyle sonsuza kadar mühürlüyor. Belki de o yüzden bilmediğim
diyarlara gitmeye çalışmak yerine olimpos’a dönüp her seferinde kaleye tırmanır
ve derenin denize her sene başka bir noktadan kavuştuğu o güzelim manzara
yerine aslında kendi hayatıma bakarım. Kendimin tüm halleri sahilde mutlu mesut
yaşar ve aralarından en zengin olanı, yaşı büyüklere bira, küçük olanlara da
dondurma ısmarlarken ben de ayaklarımı sarkıtıp tek kişilik geniş aileme
bakarım. Uzağı pek de ayırt edemeyen az astigmat gözlerim, düşlere daldığımda
kartal gözü gibi olur. İstediğim kadar yakınlaşıp uzaklaşabilir, bazen kalenin
yıkık surlarını ayağımla ittirip göğe yükselirim. Bu dünyanın merhametsiz
yerçekimi ivmesi geride kalır, Musa Dağı’nın zirvesine konar ve nemsiz
havalarda karşı kıyıları tararım. Bazen Tahtalı’ya çıkan teleferiklere musallat
olur, dağın kuzey tarafından aşağıya süzüldükten sonra Çukuryayla’da karların
içine gömülmüş kulübenin terasına inerim. Yürüdüğüm yollara, gündüz düşlerimde
tepeden bakarım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;">Hayal
kurmaya ilk başladığım zamanlar, bu uzun yaz tatillerinin öğleden sonralarında
kütüphaneden aldığım Jules Verne kitaplarının gölgesinde olurdu, ışığı ve
fiziği tam ayarlayamıyordum. Yıldızlar arası seyahatlerimde birden güneş
doğuyor ve gözlerim kamaşıyordu. Florida’nin Tampa şehrinden aya fırlatılan
merminin içinde seyahat etmesine ediyordum fakat ayın yüzeyinde hareketlerimi
ayarlayamıyordum. Okulda öğrettikleri hayat bilgisi, fen bilgisi, ilerleyen
yıllarda fizik ve fizik uygulamaları, sürtünmesi önemsenmeyen düzenekler,
hunharca paslanmış palangalar hiçbir işime yaramıyordu. Müfredatı Jules Verne
hazırlasaydı, belki de şu an kapının yanında emekli olmayı bekleyen evrak
dolabıyla akşama kadar bakışmak yerine başka bir yerde olurdum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;">Bahane
bulmak konusunda, viyana teknik üniversitesi’nden doktoram var. Başıma gelen
her şeyin öznesi değil de nesnesi gibi, kadere inanmaktan başka bir yolu
olmayan semavi din müptelası gibi davrandığım da oldu fakat yaşım otuzu az
biraz geçmişken kötü durumlardan nasıl kurtulacağımı, boynumda kravat varken kambur
balinalarla kuzeye nasıl göç edeceğimi, ısrarla çalan telefonları nasıl
duymazdan geleceğimi ve insanların arkasından konuşmayı huy edinmiş başka
insanları kafaya nasıl takmayacağımı biliyorum. Word, bir önceki cümleye “çok
uzun tümce” uyarısı verdi. Tekrar okudum ve pek sıkıntı göremedim, şimdi de
uzun tümcenin tüm katarlarının altında yeşil ve dalgalı bir çizgi var, “bir
nokta koy bari hayvanadam” diye uyarı verirse, farklı kaydeder çıkarım.
Teknoloji hayatımıza çok fazla müdahale etti, şarjım dolmadan evden çıkmaz
oldum. Dişlerimi fırçalamayı unuttuğum geceler oldu ama telefonu şarja koymadan
uyuduğum görülmedi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;">Hayal
kurmak karın doyurmuyor, yatacak yer de vermiyor; o yüzden çalışıyor, bedenimin
ihtiyaçlarını karşılamanın türkiye’de bilinen en kolay yolu olan memurluktan
devam ediyorum. Her zaman tembel bir insandım, çalışarak müreffeh yarınlara
ulaşacağımı düşünmedim. Son gece yapabileceğim şeyler için kendime bir hafta
eziyet etmedim. Her şeyi tamamlamaya çalışmak yerine, “olduğu kadar artık,
canımı alacak değiller” savunmasını geliştirdim. Plan, kesit ve görünüş
çizdiysem; maketi de yapmayıverdim. O yüzden yüksek ortalama ile mezun
olamadım, olsaydım da pek bir işe yarayacağını düşünmüyorum. İnsanlar, çok
büyük yanılgıları mutlak doğrular zannedip hayatlarını mahvediyor. Kesin olan
neredeyse hiçbir şey yok Jules Verne’nin muazzam bir yazar olması ve yerçekimi
ivmesinin haddinden fazla olması haricinde. 9.8 değil de 4-5 olsa yine de
şikayet ederdim. belki de tarihin en başlarında, üşengeç bir peygamber
zamanında 26 m/s^2 idi ve göğe yükselip tanrıyla beyin fırtınası yaptığı bir
anda, bunu 9.8’e indirdi çetin pazarlıklarla. Bunun böyle olmadığını nereden
biliyoruz? Namaz vakitleri de elli imiş, pazarlık sünnettir lafının kökeni de
oradan gelirmiş. Tanrı hepimizi çok seviyor, okuyalım diye kitaplar gönderiyor
ama yine de Jules verne’i tercih ederim. Kaptan nemo ile kadeh kaldırıp denizler
altında yirmi bin fersah’tan dalar; bay fox’un ingiltere’ye döndüğü ve dünya
turu’nu 81. günde tamamladığını düşündüğü için kendini eve kapattığı o hayal
kırıklığından çıkarım. Karısının adı audi’yi andırırdı, muhtemelen auda. Uşağı
da paspartou olsa gerek. Aç kalmışım, susuz kalmışım ama yirmi sene önce
okuduğum kitaplar beni hiç terk etmemiş, ne güzel. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS'; line-height: 115%;">En başta da dediğim gibi, yeni bir
yeri ya da insanı yarım yamalak keşfetmek yerine hep aynı yere döner ve hep
aynı insana, kendime bakarım. Olimpos’un sağda yükselen yıkık kalesi ve bu
yıkıntıların üzerine inşa ettiğim benliğim, bildiğim en iyi yerdir. Hariçten
gazel okuyacağıma, içeriden bilgi sızdırırım.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-MEdTO-VmQG8/U2i7oHdoP1I/AAAAAAAAIUs/P7rzqQDZ4rs/s1600/tuborger.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-MEdTO-VmQG8/U2i7oHdoP1I/AAAAAAAAIUs/P7rzqQDZ4rs/s1600/tuborger.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-11966288350612806892014-05-05T15:44:00.001+03:002014-05-05T15:53:42.089+03:00here, there and everywhere<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Ucuzundan beyaza boyanmış, üç
ranza altı dolaplı yurt odasıyla hemen hemen aynı büyüklükte yirmi metrekarelik
bir odadayım. Birbirinden dönem olarak haberi olmayan üç masa, pembesi kaçmış
eski koltuklar ve yazım hatasıyla süslenmiş birkaç yerel gazete var. Geçerken
uğramış gibi gözüken evrak dolabı ise hemen kapının yanında. Arkamı dönünce
kaçacakmış gibi fakat onu zorla tutmuyorum, gitmek isterse gitsin. Yerel seçimlerden
sonra çalıştığım yer değişti, bilgisayarımı kucakladığım gibi yeni yerime
geldim. Bihaber masalardan birisini bana verdiler, üçlü prizin ikisine kasa ve
monitörün fişini taktıktan sonra artık internet bağlantısı olmayan çorak
bilgisayarımı açtım. Birkaç ufak çizim işi varmış, yeni görevim sadece ve
sadece projeymiş. Hayhay dedim, zaten hayhay demeyeli uzun zaman olmuştu.
Sessiz kaldım, ellerim çalıştı; ne isterlerse donuk bir gülümsemeyle tamam
dedim, hallederiz. İnsanla anlaşabilmek yerine dünyanın tüm kesitlerini bir
çırpıda çizmeye hazırım; vatandaşla boğuşmak yerine elimde metreyle tüm çölleri kağıda aktarmaya da hayır demem. Benimle nesneler arasında geçsin her şey,
ikinci bir özneyle pek geçinemiyorum çalışırken.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Tüm birimler yeniden yapılanır ve
yeni insanlar yeni unvanlar peşinde koşarken ben bir kenara geçip onları
izledim. önceden yabaniliğim tuttuğunda dersten kaçar kütüphaneye sığınırdım, Gabriel Garcia Marquez bana Macondo’da geçen tuhaf hikayeler anlatırdı; şimdi
ayın 15’inde yatan maaşımla seviyeli birlikteliğimiz olduğundan bir yere kaçmak
yerine sessiz kalıp evcil hayvanımmış gibi ruhumu gezdiriyorum. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Geçen hafta kırmızı bir vosvos
minibüsün, kırmızı bir deniz bisikletinin elli metre ötesinde, çıralı’da durup
yüzünü olimpos’a döndüğü ve benim de şans eseri orada olduğum an, hayatımın
birkaç dakikalık özeti gibiydi. Berrak bir şimdinin ortasında dikilirken, aynı
anda hem geçmişte hem de gelecekteydim. Kırmızı deniz bisikleti beni 25 eylül
2011’e götürdü; ailecek geçirdiğimiz son gündü, dayım da vardı. biraz açılmış,
sonra da deniz bisikletinde bira içmenin ne güzel olacağını düşündükten sonra
kardeşimle yakındaki marketten bir poşet bira almaya gitmiştik. Eylülün
sonunda, yazdan kalma sıcak bir günde, dayım ve babam pedal basıp annem de
öndeki küçük güvertede biraz uzanırken, biz de ayaklarımızı suya daldırmış ve
denizin dibini izlemiştik. Herkese yetecek bira vardı, herkese fazla gelecek
bir acının varmasına ise iki gün kalmıştı. Felaket yoldaydı fakat biz
bilmiyorduk, güneşli pazar öğleden sonralarımız sonsuza kadar devam edecek
zannediyorduk. Kaza iki gün sonra oldu, Çağlar beş gün sonra gitti. Diğer pazar
günü ise evin önündeki plastik beyaz sandalyelerde oturuyor ve yere,
ayaklarımızın ucundaki sonsuz boşluğa bakıyorduk. Yeni bir gerçek, her şeyi
yıkarak tek başına dikilmişti. Bitmez sandığım her şey bitmişti.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Çaycı, sadece boş bardakları
bulmak için özelleşmiş gözleriyle odanın içinde dolaşırken, radyosu olan yeni
iş arkadaşımın masasından da sezen aksu, kaybolan yıllar söylüyor. Kaybolan
yıllar benim değil, okulları bitirip askerliği aradan çıkartmam zaten yirmi
yedi yılımı aldı. Özel sektör şamarını üç dört sene yedikten sonra sözleşmeli
olarak belediyeye girdim iki sene önce. Memurluğumun beşinci ayında kuzeyli bir
kızla tanıştım; beyaz tenli, kızıl saçlı ve yeşil gözlü olması yetmiyormuş gibi
bir de bu gözler çekikti. İki haftada bir pencere kenarında uyur ve uyanınca da
onu görürdüm. Eskişehir sabahları öyle soğuk olurdu ki, insanın iç organları
trampet çalardı ama Ceren gülünce ısınırdım, onunsa gözleri kaybolurdu; ben
antalya’ya dönmek için otobüse binince bu sefer ağlamaktan gözleri kaybolurdu.
Bu gözler gözyaşıyla kaybolmasın artık dedik, 2013’ün ilk ayında nişanlandık.
Aynı evde uyanalım, aynı koltukta televizyonun karşısında uyuyakalalım, pazar akşamları ben otogarları havaya uçurmak
istemeyeyim dedik; 2013’ün onuncu ayının beşinci gününde de evlendik.
Sözleşmeliler fazla sözleşmesin, saçları başları dağılmasın, otursun oturduğu
yerde diyen devlet de beni kadroya aldı. Cumartesi çalışmaktan nefret edip bunu
yeterince yazıya döken bir şövalye olarak, memurluk nişanıyla ödüllendirildim.
Cumartesileri bir masanın ardında pasif intihar teşebbüsleriyle ölmek yerine,
kendimi dağlara vurdum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Gelidonya Feneri beni kendime
getirdi, Akdağ’ın karla kaplı yamaçlarında sonsuz bir beyazlığın sırtında
ilerledim. Maden koyunun patikasından devam edip Çıralı sahili’ne soldaki
tepeden indim. Kardeşimi nereye gitsem götürdüm, ben nereye gitsem o zaten
orada beni bekledi. Hayat dediğin bir nefeslikti, o bu nefesi her şeyden çok
istediği yamahasının üzerinde verdi. Zamanda ilerlemek de beni ona hep daha çok
yaklaştırdı. Kardeşime dün olduğumdan daha yakın, yarın olacağımdan da daha
uzak olduğuma inandım. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Kapı pencere metrajı mı ne
varmış, üç günlük işi pazartesinin ilk iki saatinde bitirip kendime büyük beyaz
boşluk yarattım; şimdi de on dört ay aradan sonra bu boşluğu kelimelerle
doldurmaya çalışıyorum. Yazmaya hiç bu kadar ara vermemiştim, ortaokulun
anlatılmaya değmez ve bir başkasınınkinden farklı olması neredeyse imkânsız o
günlerinde bile elimin altında bir günlüğüm olmuştu. Lisede devam etmiş, üniversitede
bunu hastalık haline getirmiş ve sonrasında da hayatımı yazdıklarım üzerinden
şekillendirmeye başlamıştım. Ceren beni, istanbul’da her sabah işe giderken
kızıl saçlı bir kıza yazdığım kaside üzerinden bulmuştu ki kızın saçları
boyalı, gözleri de lensti, sadece imgesine dizmiştim o satırları. Cumartesi
düğününe gittiğim ve yarın yokmuş gibi içtiğim Hasan Ali’yi de dört kişilik
minik bir sözlük zirvesinde, yaratılışa saygı çerçevesinde Adem baba’nın
meyhanesinde benimle kadeh kaldırırken, bir büyük bitince ellilik söylerken, sonra
bir küçük ile son noktayı koyduğumuzu zannedip en sonda da marketten kırmızı
tuborg alıp kendimizi yok etmeye çalışırken tanımıştım. İçince iyi içerdim
fakat bu adamda, şeytana bile tamam artık içmeyin dedirtecek bir şeyler vardı.
Dedirtme kudreti bu herife bahşedilmişti ki tanımamış olmadan bu hayattan
geçsem eksik kalırdım. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Kırmızı deniz bisikleti ile
tepeden pencereli minibüsün arasında durup da denizi izlerken, yüzünü olimpos’a
dönmüş kırmızı vosvosun kapısı yana kaydı ve içinden, sakallarına ak düşmüş
esmer bir adam inip bana doğru yürümeye başladı. az astigmat gözlerimi kısıp
görüntüyü netleştirmeye çalıştım fakat parlak güneş, adamın yüzünü seçmemi engelledi.
Yarım asırlık gibi gözüken adamın elinde iki tane kırmızı kutu, üzerinde de
eski bir forma vardı. Yanıma gelince elindeki kutulardan birisini bana uzattı
ve yüzümüzü denize dönüp ilk yudumları aldık. Minibüsün çatısındaki paneller
biraları iyi soğutmuştu. Ceren’in nerede olduğunu sordum, tepe penceresinin
altındaki yatakta uyuduğunu ve uyumayı hala çok sevdiğini ama istersem
uyandırabileceğini söyledi. Uyandırmaya kıyamadım, yirmi sene sonra bile orada
olduğunu bilmek bana yetti. Yerime öp küçük kızıl saçlarının kenarından dedim,
tamam dedi. Biralar bittikten sonra kıyının elli atmış metre açığında kırmızı
bir deniz bisikleti gördüm, gözlerimi kısıp üzerindekileri seçmeye çalışırken
yirmi sene sonraki halim cebinden gözlüğünü çıkarıp uzattı. Askerde göz muayenesinde
gözlerimin bozuk olduğu ortaya çıkmış ve ordunun hesabından kendime bir gözlük
almıştım fakat görünüşe bakılırsa üşengeçlikten değiştirememiştim. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Gözlüğü takıp bata çıka ilerleyen
kırmızı deniz bisikletine bir kez daha baktım, beş kişilerdi. Babam ve dayım
pedal basıyor, annem deniz bisikletinin önünde uzanıyordu. Ben de kardeşimle
birlikte ayaklarımı suya sarkıtıp denizin dibini izlerken bira içiyordum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-WvKjyKuEDM8/U2eHacc5NsI/AAAAAAAAIUc/0PoM5h97YQI/s1600/time.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-WvKjyKuEDM8/U2eHacc5NsI/AAAAAAAAIUc/0PoM5h97YQI/s1600/time.jpeg" height="332" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-8117737375178326052013-03-07T08:56:00.001+02:002013-03-07T08:56:11.179+02:00morning glory<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"on yıldır her gün aynı günü yaşıyorum sanki. sabah gel, akşam geri dön."</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">sırtında zabıta yazan adam ile servisten inip binaya doğru yürürken, adamın sıkıntısı şakaklarından bile belli oluyordu. odasına varmak istemediğinden olsa gerek hem yürüyüp hem duruyor; schrodinger'in kedisine, üzerinde zabıta yazan süperkahraman kıyafetiyle öykünüyordu. günün, dünün aynısı olmasına bir nebze katlanabiliyorduk fakat bizi yıpratan, yarının da bir kopyası olacağını daha bugünden görebilmek oluyordu. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">karbon kağıdı bulaşmıştı her tarafımıza, </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">belki de geri kalan günlerimiz </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">benim adabıyla bağlayamadığım </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">kravatımdan bile kısa.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">binaya girdik, o zemin katın ucundaki küçük ve havasız odasına alabora olmuş bir tekne gibi sürüklendi. ben de birinci katın merdivenlerine davrandım. beş kişi ve onların telefon melodileriyle paylaştığım (üçünün nokia melodisi) odama adım attım. vakit nakittir ilkesiyle önce bilgisayarımın açma tuşuna bastım. windows sofrayı kurarken de ceketimi askıya asıp, masayı biraz toparladım. anlam bütünlüğünden istifasını vermiş resmi yazıları bir kenara yığdım ve ilk çaya yer açtım. ilk çay, dünün ve yarının ilk çayının aynısıydı ama yine de en sevilendi. çay daha tazeydi, su çekilmemişti. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">iş arkadaşım "onur bey, imzanız var" deyip, dört nüsha yapı kullanma izin belgesi uzattı. onur bendim fakat bey kimdi, bilemedim. dolmakalemimin beyaz kapağını çıkarıp, dostane bir imza attım "mimar" yazan yerin altına. dünden dört kolon loto oynamıştım, bir hevesle baktım. 2+1 bilmiş ve 3 liraya 4.85 almıştım. para parayı çekiyordu demek ki, parasız geçen uzun öğrencilik yıllarımı tebessümle hatırladım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-cg2fjffew0k/UTg5_lS7DQI/AAAAAAAABuE/whIBVpLd--4/s1600/dsds.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="332" src="http://1.bp.blogspot.com/-cg2fjffew0k/UTg5_lS7DQI/AAAAAAAABuE/whIBVpLd--4/s640/dsds.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-43873059789669174382013-03-04T20:52:00.000+02:002013-03-04T20:52:07.839+02:00path of light<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">çiyle kaplanmış berrak bir günün ilk saatleriydi, mistik likya yolunun gelidonya feneri'ne giden bir kolundaydık. karaöz tarafından gitsek 5-6 km yürüyecekken, biz adrasan tarafından tırmanmaya başlamıştık. erken varmanın bir anlamı olmazdı, yolun sonunda adalara bakan fenerin tüm görkemiyle dikilmesi bile oraya gitmekten daha güzel değildi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">grubun en genci 15 yaşında bir kız, en yaşlısı ise 78 yaşında bir adamdı. grubun bana en benzeyeni ise hemen önümde yürüyen babamdı. evden sabah altıda çıkmış ve erzağımızı tek bir sırt çantasına sığdırmıştık. annekuşun yokuş çıkmakla arası pek iyi olmadığından, o evde kalmıştı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">at çiftliğine varana dek durmadık, temiz bir düzlüktü ve yer yer yığma taştan teraslar yapılmıştı fakat ortada ata benzer bir hayvan yoktu. bir yolgezer edasıyla çimleri inceledim, nal izleri de kaybolmuştu. atlar gideli çok olmuştu bu diyarlardan. belki de bir girişimci, onları gemiye bindirdikten sonra iskandinavya'ya götürmüş ve isveç'te kaybolan 9000 at projesine dahil etmişti. atlar sucuk ya da ecnebinin diliyle bacon olmuş, nice pazar kahvaltılarını şenlendirmişti. tahmin yürütmeye fazla zamanım yoktu, yola devam etmeliydik. grup halinde fotoğraf çekilme ısrarından kendimi soyutladım, fotoğraf çekmekten hoşlansam da bunları sonra gerekli yerlere ulaştırmaktan nefret ediyordum. aktif olarak facebook kullanmadığım için de çiçeği böceği çekmek bana daha insaflı geliyordu. kapıma dayanan ve ver lan fotoğraflarımızı diyen ağaç şimdiye kadar olmamıştı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">ağaçların ve kayaların üzerine işlenmiş kırmızı beyaz likya yolunu takip ederek üç saat yürüdükten sonra, kahve molası verdik. herkes bir kayanın üzerine tünedi, ben de ceren'imin hediye ettiği termosu çantadan çıkarıp babama ve kendime kahve hazırladım. sadece su ve erzak taşıdığımız halde çanta ağırdı, özellikle tırmanırken kendimi çilekeş bir deve gibi hissediyordum. annem, bir hafta kalacağımızı sandığından yarım kilo da kuru incir koymuştu. savcı beye de ikram ettim biraz, bir zamanlar anadolu'da filminden bir kare gibiydi. bir ceset peşinde değildik sadece, deniz fenerine gidiyorduk ve daha yolumuz vardı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">dağlar, denize paralel uzansa sorun olmazdı fakat yer yer dik uzanan arsızlar yüzünden önce tırmanıyor ve sonra iniyorduk. inişler de belli süre sonra zorlamaya başlıyordu, 100 kilonun üzerindeydim ve bacaklarım bunu her seferinde hatırlatıyordu. bir kamyonu frenlemeye çalışan talihsiz balatalar gibiydiler. deniz ve suluada hemen solumuzdaydı, hava alabildiğine güneşli ve sıcaktı. aşkkuşumla eskişehir'den yeni aldığım columbia montumu arabada bıraktığım için hafif bir tebessüm ettim, yanıma alsam mont ile manyak dervişler gibi dağlarda dolaşacak ve nesiller boyu dilden dile anlatılacaktım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">taşların, kızıl toprağın, çimlerin ve yıkılmış ağaçların üzerinden geçip ileriye doğru baktığımda en sonunda onu gördüm. adaların ve denizin bekçisi gibi mağrur bir edayla dikilip misafirlerini bekliyordu. beyaz sıvası yer yer dökülmüş olmasına rağmen, yeni yapılan her şeyden daha güzel görünüyordu. uğruna tüm apartmanları, villaları ve konaklama tesislerini kurban edebileceğim gelidonya feneri'ni tüm heybetiyle görünce bacaklarıma can geldi. odamdan dahi görülebilen beş adalar, deveci taşları da denir bazı seyyahlarca, hemen karşımdaydı. zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş derin bir mavi, sıvası dökülmüş beyaz bir kule, kızıl ve verimli topraklar, rüzgarın sesi ve sonsuzluk. anın büyüsü, beni bu sefer de ışığa giden yolda bulmuştu. iki ayağımı yerden kesip bir kuşa dönüşmeyi ve uzun yıllar boyunca akdeniz'in üzerinde süzülmeyi istedim. ged'in dönüştüğü gibi, sessiz ogion'a ulaştığında artık eski haline gelmesinin çok zor olduğu kadim zamanlardaki gibi. geçmişte karşılaştığım ve kendime kattığım her şey, tek bir ana sığıyordu. hayat, ne zaman başlayıp bittiğinden bağımsız olarak sadece bir andı ve bulmacalara göre de an, en kısa zaman birimiydi. kendimi doğaya kattığım zaman, her şeyi tüm çıplaklığıyla görüyordum. şehirleri, medeniyetleri yani sonradan ortaya çıkmışları pek sevmiyordum. başlangıçta olan ne varsa, onlar olsa yeterdi bana. deniz fenerinin yamacına kurulup erzaklarımızı çıkartırken de bedenime geri kondum. acıkmıştım ve annem, dört hafta yetecek kadar yiyecek koymuştu. cumartesi çalıştığım o berbat zamanların ardından mücadeleye devam etmiş ve babamla, likya yolunun deniz fenerine ulaşan bir kolunu başarıyla tamamlamıştım. ne kadar övünsem azdı ama övünmedim, kafamı yukarıya kaldırıp baktım. engin maviliklerin üzerinde bir kuş süzülüyordu ve onun aslında kim olduğunu biliyordum. ailemiz hep bir arada kalmaya devam ediyordu ve işin güzel tarafı bunu her seferinde fark ediyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-t4zqugrW384/UTTrqo-AWsI/AAAAAAAABsU/PXwZ2uHvoGU/s1600/lp11.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-t4zqugrW384/UTTrqo-AWsI/AAAAAAAABsU/PXwZ2uHvoGU/s640/lp11.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-rdTX2wkG3oI/UTTrr2xwvHI/AAAAAAAABsc/Urm1LXIRWT0/s1600/lp.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-rdTX2wkG3oI/UTTrr2xwvHI/AAAAAAAABsc/Urm1LXIRWT0/s640/lp.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-y5r5hTcU40U/UTTrr1HOioI/AAAAAAAABsg/fCNWJRoXZKI/s1600/lp10.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-y5r5hTcU40U/UTTrr1HOioI/AAAAAAAABsg/fCNWJRoXZKI/s640/lp10.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-0m-P4zQhyKI/UTTruAuYutI/AAAAAAAABss/YiWv8WWjGX0/s1600/lp12.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-0m-P4zQhyKI/UTTruAuYutI/AAAAAAAABss/YiWv8WWjGX0/s640/lp12.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-sts2NGr0fRI/UTTruxsL-QI/AAAAAAAABs0/xq1TTlfWS2c/s1600/lp13.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-sts2NGr0fRI/UTTruxsL-QI/AAAAAAAABs0/xq1TTlfWS2c/s640/lp13.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-K7Rh5BUZVyE/UTTrwIWla4I/AAAAAAAABs8/aT6rUGbJ2DM/s1600/lp2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-K7Rh5BUZVyE/UTTrwIWla4I/AAAAAAAABs8/aT6rUGbJ2DM/s640/lp2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-GO5qGdIdVyQ/UTTryDa0MnI/AAAAAAAABtE/cQYzYUxZwtc/s1600/lp4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-GO5qGdIdVyQ/UTTryDa0MnI/AAAAAAAABtE/cQYzYUxZwtc/s640/lp4.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-svikvkDO1-4/UTTrx6h7jwI/AAAAAAAABtI/iT-uBKPcBGY/s1600/lp3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-svikvkDO1-4/UTTrx6h7jwI/AAAAAAAABtI/iT-uBKPcBGY/s640/lp3.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-Yc99Ydm9wKs/UTTrzVhm11I/AAAAAAAABtU/-JiaOCvaM_8/s1600/lp5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-Yc99Ydm9wKs/UTTrzVhm11I/AAAAAAAABtU/-JiaOCvaM_8/s640/lp5.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-HV2kLLR1Ldw/UTTr0qByTBI/AAAAAAAABtc/N6UqWZ0PuFU/s1600/lp6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-HV2kLLR1Ldw/UTTr0qByTBI/AAAAAAAABtc/N6UqWZ0PuFU/s640/lp6.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-917stkuMYI0/UTTr0mVpCBI/AAAAAAAABtg/Zzy2wJr8Yt8/s1600/lp7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-917stkuMYI0/UTTr0mVpCBI/AAAAAAAABtg/Zzy2wJr8Yt8/s640/lp7.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-24jlZ3xehdA/UTTr12FhRoI/AAAAAAAABts/WtfGElXj4a0/s1600/lp8.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-24jlZ3xehdA/UTTr12FhRoI/AAAAAAAABts/WtfGElXj4a0/s640/lp8.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-pty_sbLPyao/UTTr3C1FT5I/AAAAAAAABt0/ZYd19xJ1PFo/s1600/lp9.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-pty_sbLPyao/UTTr3C1FT5I/AAAAAAAABt0/ZYd19xJ1PFo/s640/lp9.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-65696462375579792412013-02-03T18:04:00.001+02:002013-02-04T09:21:32.610+02:00awaking the centuries<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"dört ay ne de çabuk geçmiş" diye fısıldadı genç adam. en
son imara, akla ve statiğe aykırı disko toplu bir gazinonun kısmen yıkımını gerçekleştirdikten
sonra, sıcak bir ekim gününde ikna kabiliyeti yüksek, konvansiyonel bir cücenin
aklına uyup çift lavaşlı döner dürüm yemiş ve kuzeyden gelen sevgilisini
beklemeye koyulmuştu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">sanıyorum ki hayatımın son on yılında yazmaya hiç bu kadar ara
vermediğim için, genç adama bir şeyler fısıldatmakla kolaya kaçmaya çalıştım
fakat yine olmadı. anı formatında yazan bir insan olarak, anlatacağım şeyler
biriktikçe dağ gibi oldu ve onları çaktırmadan unutmaya çalışmanın, temize
çekmekten daha kısa süreceğini fark edip unutmaya çalıştım. fakat dört ay
önceki cüce ısrarını ve ardından gelen çift lavaşlıyı bile unutamadığımı sen de
gördün, bu yüzden eskişehir istikametindeki beyhude turizm hayırlı yolculuklar
diler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">macera, kasımın ortasında ivme kazandı. sabah erkenden, ailecek
yola çıktık ve sisin içinde kaybolmuş dağın yanından geçip birkaç ay sonra
donacak gölün önüne varana kadar durmadık. her zamanki gibi arka koltuktaydım
ve içimde araba sürmeye dair en ufak bir istek yoktu. bir şeyler sürmek,
yolda olmanın büyüsünü sakatlıyordu. önceki hayatımda da arabayı dean sürerdi,
ben ise elimi camdan çıkarıp etrafa bakar ve etiketsiz şişeden bir yudum daha
alırdım. ağzımın içinde beklettiğim viski, dilimi sanki arı sokmuş gibi
uyuştururken de hafifçe tebessüm ederdim. bu sefer arabayı babam sürüyor ve ben
bir kez daha dışarıyı izliyordum. eskişehir’e pek bir yolumuz kalmamıştı, hava
kararmadan orada olacak ve sonra da aileler düzeyinde tanışmak için müstakbelimin
evine gidecektik. yıllar boyu dalgasını geçtiğim bu süreç, akışına bırakınca
hiç de zor gelmiyordu. nişan bile deli atlar gibi yaklaşıyordu ve olacaklardan
çekinmiyordum. 2013’ün böyle geçeceğini ta 2009’dan hissetmiş ve yüzyıllık
ruhumu kavuşacak olmakla müjdelemiştim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">göle inci tanesi gibi dizilmiş ağaçları görür görmez durduk.
fotoğraf çekerken, aysız, nemsiz ve bulutsuz bir gecede tüm galaksiyi gölde
görebileceğimi düşündüm. bir göl, tüm galaksiyi; bir insan da tüm zamanı
sığdırabilirdi içine. limitlerimizi belirleyen şeyler önyargılar ve
yanılgılardı. herhangi bir makine olmadan zamanda yolculuk yapabilmemi sağlayan
tek şey aklım ve hayal gücümdü. yeterince sessizlik ve sakinlikte geleceği bile
hatırlayabiliyor, bana doğru koşarak gelen bir kız çocuğunu görebiliyordum.
gözlerini annesinden almış olsa gerek, bir çift zümrüt taşıyordu suratında.
babam arabayı sürer ve annem termostan kahve servisi yaparken ben de
zamanla oynuyordum. yol, hız çarpı zaman değildi; ondan çok daha fazlasıydı ve
bunların farkındaydım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">erken kararan günün sırtında eskişehir’e girdik, çiçeği ve tatlıyı
alıp hazırlandık. aileler tanışacak ve ben de bir köşede sesimi çıkarmadan
oturacaktım fakat muhabbet güzel olunca susamadım, her konuya iştirak ettim.
konuşmaktan dudaklarım çatladı, dilim kurudu; uygun bir fırsatı kollayan
sevgili, yanıma yavaşça gelip “çok konuşuyorsun” dedi. ehehe dedim ve
görüşmenin ikinci yarısını nispeten sessiz geçirdim. pek sevmekteydim ve onun
için her şeyi yapardım, susmam gerekiyorsa ağzımı bile açmazdım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">bundan yarım asır önce kasımın yine 17’sinde doğan annem, bu sefer
eskişehir’de daha önce gitmediği bir evin köşesinde oturuyor ve sağol kızım
deyip tepsiden çay alıyordu. kızımız da maşallah pek maharetliydi. uzakdoğu
prenseslerinin esintileriyle hayat bulmuş gibiydi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">günler azıya almış gemi misali akıp giderken, filmi kadar kötü
geçmeyen ve hayatımda bir sürü yeniliğe yol açan 2012’yi de sevgiyle uğurladık.
şubatta, artık cumartesi çalışmayacağım bir işe hem de mimar sıfatıyla
sözleşmeli girmiş, mayısta herhangi bir araba sürebileceğimi gösteren
ehliyetimi almış, haziranın sonunda ceren ile bu hayatta da karşılaşmış,
temmuzun tam ortasındaki doğumgünümde de ilk defa buluşmuştum. ekimde, önünden
geçen derenin denize kavuştuğu güzel bir ev almış ve kasımın son günlerinde de
taşınmıştık. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">bizi darmadağın eden ve her şeyi bir daha eskisi gibi olamayacak
şekilde değiştiren kötü 2011’den sonra, 2012 yaralarımızı sarmaya yardım
etmişti. frodo’nun, hayatı boyunca ona eşlik edecek kılıç yarası gibi bizim de
kalbimizde geçmeyecek bir sızımız vardı. evin küçük oğlu, hep 24 yaşında
kalacaktı. biz ise yaşamanın bedelini her geçen saniye yaşlanarak ödeyecektik.
aramızdaki dört yaş fark değişecekti sadece; o hep motosikletinin üzerinde,
rüzgarın omzunda devam edecekti içimizde yaşamaya. zamana ve mekana
hükmedecekti, aynı anda hem dört yaşında altın saçlı bir çocuk hem de yirmili
yaşlarında benimle birlikte turkuaz sulara dalıp, bir kayanın üzerinde dinlenen
delikanlı olacaktı. hayat belki de onun rüyasıydı ve onsuz geçen şu yaşadığımız
günler bile bu hayatın sonuna gelmekle her şeyin bitmediğinin tek kanıtıydı.
acının bizi yok etmesini sadece akılla yenebilirdik, bunun üstesinden geldiğimi
düşünüyorum. acı, beni usta bir heykeltıraş gibi şekillendirdi. bununla
yaşamayı ve hayal etmeyi öğrendim. tüm soruları kendi başıma cevaplayabildim
yeterince sakinliğe kavuştuğumda. işaretleri gözledim bir yolgezer gibi, sustum
duyabilmek için. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">2012 bitti ve kendimi beş gün sonra, yine elimde çiçek ve
çikolatayla buldum. bu sefer takım elbise de giymiştim ve heyecan biraz daha
fazlaydı. kız isteme-söz-nişan paket programının ilk adımlarını atmak
üzereydim. asansöre binerken bu adımların daha önce milyonlarca kez başkaları
tarafından atıldığını ve benim onlardan pek eksik yanımın olmadığını düşündüm.
birazdan ağzına kadar dolu olan bir eve girecek ve ondan sonra akışına
bırakacaktım, gelenekler ne getirirse artık. kız isteme faslını gecenin
sonunda, iyice yükselen tansiyonun sponsorluğunda beklerken; programın ilk
etkinliği olarak düşünülmüş olması her şeyi daha da kolaylaştırdı. takımlar
sahaya tam dizilmeden gelişen bir atak gibiydi ve babam, luis figo’ya
benzemenin avantajıyla hemen kızı isteyiverdi. ben ise salonun uzak köşesinde,
masanın ardında kalmıştım. hazırlıksızdık ve bu kaos ile birden kendimi yüzük
takarken buldum. kızı vermişlerdi ve fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere
bundan dolayı herkes mutluydu, ekseriyetle asık olan suratımda güller açmıştı.
parmağımda yüzükle yemeğe oturdum ki yüzüğü bir önceki hafta olimpos’ta takmıştık
zaten. kendi aramızda şık bir tören. bize yakışanından. yine de ailelerin
sakinleşmesi için böyle etkinlikler şarttı. kavurma da pek güzeldi, kendimi
kaybedip bir tabak daha isteyecekken son anda bir nişanda hatta kendi nişanımda
olduğumu hatırladım. hatırlamak çoğu zaman işleri toparlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">- yazınca da ne güzel yazıyorsun köftehor seni!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">- yok be, aynı tarz işte daha ikinci sayfayı bitirmeden anlam
bütünlüğü kayboldu. iyi ki yazar olmaya falan çalışmamışım. belediyede
sözleşmeli mimar olmak daha kolay, getirisi de iyi. sigortam da yüksekten
yatıyor, hem kadro da vereceklermiş hazirana kadar. orman ne güzel, ah ne
güzel.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">iş güç, özel sektörden gelme olduğum için pek zor değil sadece iş
arkadaşlarıma katlanmakta bazen güçlük çekiyorum. insan faktörü her zaman beni
zorlamıştır ama yine de insan görmeden geçen antalya’daki ofis günlerimi tek
bir gün bile aramıyorum. lanet olsun. beş ay otelde, yedi ay zemin katta bir
evde. giyotin pencereler, deri mağazaları, lüks yatak odaları, lobideki tavana
bakan kedi ve otelin daimi sahibi şehabettin abi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">günler geçiyor, uzun zamandan sonra ilk defa hafta sonu evde
olduğumdan yazı yazma imkanı da yarattım, bir sonraki ne zaman gelir bilemem.
twitter da iyice tembelleştirmiş, bu kadar paragraftan bir senelik tweet
çıkardı ama uzun yazmayı da göz ardı edecek değilim. bunlar benim belleğim,
senin de can sıkıntından geldiğin mola yerin. o yüzden kimse kimseyi
kandırmasın. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">iyi başladın 2013, aynı şekilde devam et.<span style="font-size: 11pt;"> </span></span><span style="font-family: Trebuchet MS; font-size: 11pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-size: 11pt;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/--a1QYErZbV0/UQ6KZfJB2LI/AAAAAAAABr0/DTuzHveFWUw/s1600/awa.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://1.bp.blogspot.com/--a1QYErZbV0/UQ6KZfJB2LI/AAAAAAAABr0/DTuzHveFWUw/s640/awa.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-size: 11pt;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-48990180043170401352012-10-09T23:48:00.002+03:002012-10-09T23:55:08.807+03:00friday on my mind<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">cuma günü olsa gerek, ruhsata aykırı yerleri olan rezil bir gazinoyu yıkmaya gitmiş ve mülk sahibi bilbo baggins'in "yıktın da rahatladın mı?" sorusunu, rahatlamak için yıkmadığımı söyleyerek cevaplamıştım. her türlü soruya verilecek cevabım vardı fakat çoğu zaman üşeniyordum, önce lafa bakmıyordum laf mı diye; sonra da söyleyene bakmıyordum adam mı diye. açıkçası yaptığım işi pek umursamıyordum. insanlardan ziyade nesneler ilgimi çekiyordu. bilbo etrafımda bir şeyler gevelerken, yarısı tavanda, yarısı yerde aynalı bir disko topunun etrafında dolaşıyor ve disko topuyla ilk defa nerede karşılaşmış olabileceğimi düşünüyordum. gördüğüm her şey, daha öncemle ilintiliydi ve bunları pek uğraşmadan görebiliyordum; duvarları yıkan sarı greyder "otostopçunun galaksi rehberi" ile, disko topu "90'ların ortalarına doğru didim" ile, mülk sahibi de "yüzüklerin efendisi" ile...</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">öğlen yemeğine kadar yıkımı bitirip, ekipler amiri boncuk gözlü cüneyt arkın gibi de tutanağı imzaladıktan sonra öğlen yemeğine çıktım. insanla muhatap olmadan sade bir yemek yiyebileceğim köşe ararken, bana doğru toprağım diye bağıran bir cüce ile karşılaşmak hoşuma gitmedi. cüce, bir dönercinin frontman'i olup ikna konusunda gerçek bir lannister'dı. "toprağıma torpilli olsun" dedikten sonra beni içeri itti, saatlerdir deli tavuklar gibi güneşin altında, greyderin yanında dolaşmaktan nevrim dönmüştü ve sabah kahvaltı da etmemiştim. cücenin gözlerine bakmadan uslu uslu yemeği yeyip hesabı ödedikten sonra koşarak uzaklaştım. tatar elflerinden güzel sevgilim o sırada antalya'ya doğru gelen otobüste olmasa, gerçekten iğrenç bir gün geçirdiğimi düşünebilirdim. fakat memuriyetin güzel taraflarından birisi de, hiçbir şekilde özel hayatına müdahale etmiyor. herhangi bir şeyin pek acelesi yok, yazışmalar bile aylarca sürüyor. gazinonun yıkım süreci başladığında, sürekli sıcak yerlere göç etmeyi alışkanlık haline getirmiş antipatik kuşlar bile henüz gelmemişti. mülk sahiplerine tanıdığımız süreleri uc uca eklesen, bir aşkı memnu daha çıkar ve milyonları ekran başına kilitlerdi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">yukarıdaki iki paragrafın bana verdiği yetkiye ve en sevdiğim on yazardan birisi olan cyrano'nun entrylerini geri getirmesine dayanarak, tahmin edilemez ve bir bütünlükten fersahlarca uzak yazı hayatıma devam etme kararı aldım. çünkü, hayatta karşıma çıkan tüm saçmalıkları bir yere yazmazsam onlardan kurtulamıyorum. bir yere yazmalı derken, cüceler ve bilbolarla köşe kapmaca oynuyorum. onları bu yazıya hapsedip, zihnimde yer açacağım çünkü yer kalmadı amk. hemen her şeyi yazmaya değer buluyorum, bu beni adeta kışkırtıyor. delal arya'nın pera günlükleri'ni de henüz yeni bitirmiş olmanın verdiği serüven duygusuyla, daldan dala atlamak ve bir şeyler keşfetmek istiyorum. bir yandan okumam gereken onca kitap, devam etmem gereken iş, hafta sonu yolculukları, almam gereken adam gibi bir geniş açı lens ve sırt çantası, belediyelerin birleşmesi, kamusal entrikalar ve insanların hırsları derken bir sürü kavram etrafımda uçuşuyor. ülkenin gidişatının "yarrağa yan basmak" teması üzerine şekillenmesine bile pek ses çıkarmıyorum. baktım olmuyor, cerenimi de alır giderim başka ülkeye. izlanda ya da kanada fark etmez, beni bu ülkeye bağlayan şey kan ya da milliyet değil, sadece birkaç insan. kim bu cennet uğruna olmaz ki feda? ben olmam. keşkem de norveç'te doğsaydım demiyorum, o zaman nelere sahip olmadığımı da bilemezdim. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">edebiyat kariyerime kürek kürek kömür attığım bu gecede, artık derli toplu bir şeyler yazmak istemekteyim. yazdığım her şey, birinci tekilin ağzından çıkmamalı, benimle ilgili olmamalı. belki binasını yıkmaya gelen mendebur belediyecileri lanetleyen bir gazinocu, belki de primle çalışan dönerci bir cücenin yaşadıkları. aşk hikayesi de yazmak isterdim fakat bunu anlatabilecek kadar kelime bilmiyorum. galadriel'imin büyüsüne kaptırdım gidiyorum. suya dönüştüm sanırım en sonunda, akışına bıraktım ve geldiğim noktayı seviyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">her neyse, haftada bir yazı yazmaya çalışırım. beni her mecrada ısrarla takip edenlerden birer çeyrek almak gibi planlarım var, teraziye tıklama zamanınız geliyor. sizin de katkınız olsun lan biraz. sevgiler, sevgiler.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">(çalışırken çektiklerimdir, izinsiz kullanılabilir; yapabiliyorsanız şantaj yapın)</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-tbnoBlBv_YM/UHSNkH9LSQI/AAAAAAAABp8/kOUuLPn-F1I/s1600/pera.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://4.bp.blogspot.com/-tbnoBlBv_YM/UHSNkH9LSQI/AAAAAAAABp8/kOUuLPn-F1I/s640/pera.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-52261954405364079262012-09-29T00:59:00.004+03:002012-10-01T11:09:19.635+03:00shine on you crazy diamond<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">mesai saatleri içerisinde olmama rağmen sıcak kumların üzerinde, kaymakamlık tarafından sahile yaptırılan büfelerin geçici kabulünde görevlendirilmiştim fakat kabulünü yapacağım büfelerin projesi elimde değildi. ilk görüşte dahi hoşlanmadığım tıknaz müteahhide dönüp, projelerin nerede olduğunu sordum. özel idarede olduğunu ve istersem getirtebileceğini söyledi. hazır sormaya başlamışken; projeler olmadan, neyi kontrol edip de neyin kabulünü yapacağımı da sordum. daha önceki memurlarla ahbaplığı iyi olduğundan, projeden bağımsızlığını ilan etmişti belli ki ama taviz vermemi gerektirecek bir durum yoktu; insanlar arasında dolaşmaktan zaten bıkmışken, bir de kurnaz olmaya çalışanlarıyla vakit kaybedemezdim. zaman ve onun diğer isimleri önemini kaybetmişti, belirsiz bir geleceğe doğru ter kokan insanlarla sürükleniyordum. çocuk ise zamanı durdurmuştu. daha bu gece de tanık olduğum gibi, zamanı geriye bile saracak güce erişmişti. başka bir deniz kenarındaydık ve çağlar, güneşte parlayan saçlarıyla mutluydu. bembeyaz teni ve sapsarı saçlarıyla üç dört yaşlarında gözüküyordu. o kadar gerçek bir rüyaydı ki; sabaha karşı uyanıp unutmamak için telefonuma not alırken, şu an içinde bulunduğumuz hayatın (benim yazdığım, senin de okuduğun düzlemin) da başka birisinin düşü olduğunu hissettim. o uyanınca bitecekti her şey ve ciddiye almaya değmezdi. bunun, çağlar'ın düşü olmadığından bile emin değilim, bilmiyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">hiçbir şeyden emin değilim. bu da bana, istediğime istediğim kadar inanmamı sağlıyor. seçeneklerimi kendim yaratıyor ve seçimlerimi de kendim yapıyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">tıknaz müteahhit, yarım saatlik gecikmeyle projeleri getirdiğinde ben de denizi izliyordum. en uzaktaki dalga bile zamanı gelince kıyıya vuruyor ve muhtemelen bunu kendi yazgısı zannediyordu. ne daha önce ne de daha sonra, bağımsız bir gözlemci onun ne zaman kıyıyı vuracağını biliyor; dalga ise kendi verdiği kararlarla kıyıya ulaştığına inanıyordu. dalganın denizde kat ettiği mesafe yaşam ise, kıyıya vurma anı da ölümdü. yaşam ve ölüm döngüsü, olympos'taki alkestis lahdi'nin köşelerine ağaç olarak da işlenmişti ve işin tuhaf tarafı, kayaya işlenmiş bu ağacın önünde çağlar'ın fotoğrafını iki yıl önce çekerken anlamını bilmiyordum. yağmurlu bir gündü ve antik kentin içine gömülmüş köşemizde biraz bira içip dolaşmıştık. yağmur bastırmış fakat sık yaprakların arasından geçip de bize ulaşamamıştı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">güneş gözlüğümü çıkarmadan projeyi inceledim ve aslına uygun olarak inşa edildiğine dair imzamı attım. müteahhit, beni belediyeye geri bırakırken muhabbet etmeye çalıştı. ihaleyi çok düşük fiyata almış da, zarar edecekmiş de, bu seferlik öyle olsunmuş da... birkaç kelimeyi ancak duyabiliyor ve yola bakıyordum. yol benim kardeşimdi ve hiç bitmezdi. o sırada müteahhit, kaç kardeş olduğumuzu sordu. iki kardeş olduğumuzu söylerken, arabanın sol tarafından şimşek gibi bir yamaha fazer geçti. saatte en az iki yüz km hızla gidiyordu ve gümüş grenajlarından seken güneş, asfaltta ışıktan yollar açıyordu. egzosu, two brothers markaydı ve müteahhit bunların hiçbirisini görmemişti. çağlar, benim kontrolüm altında sürüyordu artık motorunu. hiçbir tehlike olmadan, önüne kimse kırmadan. ruhunu ruhuma kattığımdan beri, nereye gitsem o da yanımda geliyordu. aralıkta eskişehir'den istanbul'a giderken, çağlar da tren rayları boyunca ilerlemiş ve sonra da karayolundan devam etmişti. haziranda, antalya'dan eskişehir'e babalar günü için tek günlüğüne giderken bile benimle gelmiş ve babama sarılırken o da espark'ın oradan dönmüştü. temmuzda, cerenim'in yanına giderken de benimle aynı anda otogara girmiş ve sevgilime sarılırken de gülümsemişti. ben eskişehir'e bile sekiz dokuz saatte ulaşabilirken, o zamanda yolculuk yapabiliyordu. her zaman benden hızlıydı, kıyıya vurmasına az kaldığını bilen bir dalga kadar hızlıydı ve içinden gelenleri yapmıştı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">şimdi ise onun gidişinin birinci yılında, onun odasında oturmuş ayık kafayla bir şeyler yazmaya çalışıyorum. artık içmiyorum. saatlerdir shine on you crazy diamond dinliyor ve bu kadar çok paralelliği daha önce bulmamış olmama şaşırıyorum: </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"remember when you were young, you shone like the sun"</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"you reached for the secret too soon, you cried for the moon"</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"nobody knows where you are, how near or how far"</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">aylar öncesinden kabullendiğim gibi artık yazamıyorum, başlangıcımdan o kadar uzağa savruluyorum ki geri dönüş yolunu kaybediyorum. kapanmayan yazılar, aklımın yüksek tavanlı salonlarında dolaşan uçan balonlar gibi. öncesi ve sonrası olmayan cümleler geliyor aklıma günün her saati, bir yerlere yazma gereği duymuyorum. o sırada telefon çalıyor, teknik şartname ya da yaklaşık maliyet hazırlıyorum. nadiren de olsa tasarım yapabiliyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">geçen sene rus zengine, osmanlı özentisi ihtişamlı bir yatak odası çizerken bu sene mezarlık girişini tasarladım. beyaz mermerden kaidenin üzerine sıra sıra ateş tuğla, sonra da beyaz bir mermer daha. mermerler doğum ve ölümün saflığını simgelerken, üst üste koyulmuş tuğlalar da insan ömrünü ve yaşama çabasını anlatıyordu. mermerler, insan ömrünün paranteziydi ve başlayıp bitiyordu. en tepede ise ışık vardı, akşam olunca bir insan boyundaki kuleleri aydınlatıyordu. o da ruhtu esasında, ışık veriyordu. bunları kimseye söylemedim, gördükleri sadece ölçülendirilmiş bir teknik çizimdi. sözleşmeli bir mimardım ve benden acilen projesini çizmem bekleniyordu fazlası değil. mimarlık birinci sınıfta hocam, yetenekli fakat disiplinsiz olduğumu söylemişti. istikrarlı da değildim. neyse ki geçen zaman, o kadar yetenekli olmadığımı da gösterdi. bazen yaşlılar bile yanılıyor. word'te keşif metraj hazırlarken de yetenekten ziyade, hücre biçimlendirme önem kazanıyor. satır aralığı ve puntolar. türlü tuhaf saçmalıklar. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">bir sene geride kaldı evet, biz geride kalan üç kişi birbirimizden destek aldık ayakta durabilmek için. yağan yağmur, geçen zaman, doğum günü, bayramlar, seyranlar derken; bütün bu özel günler karnımıza saplandı. evde pek konuşmadık, herkes acısını kendisine göre yaşadı, yaşıyor ve yaşayacak ama ailemiz tekrar çoğalacak. çagi, her zaman benim korumamda olacak. yeni yollarda, başka ülkelerin sokaklarında, gümrük kapılarında ya da sarp bir dağ geçidinde fark etmez; her zaman motorunu istediği gibi sürecek. ona olan inancımı o kadar sağlam temellendirdim ki, çoğu zaman dünyadan şüphe duyuyorum fakat ikimizin arasındaki bağdan asla. onunla istediğim zaman konuşabiliyorum. onu biliyorum. nelere güleceğini, şimdiki zamanımda karşılaştığım insanlara ne tepki vereceğini, üstün yeteneğiyle taklitlerini nasıl yapacağını. her motor sesinde, kaskını takmış her sürücüde kardeşimi görüyor ve beraber gittiğimiz yolları düşünüyorum. bazen delicesine motor sürmek istediğimde bunun nedenini biliyorum. cerenimle, hayatımı birleştireceğim sevgilim ile kaleye çıkıp sarılmışken; uzaktaki kayaya konan bir yusufçuğun kim olduğunu biliyorum. geçen hafta sonu willy ile yine aynı yere çıkıp, çantada getirdiğimiz biraları "forever young" eşliğinde içerken çıkan rüzgarın, aslında kim olduğunu da biliyorum. ay, tamama erip yolda olanları aydınlattığında; bir zamanlar bizim de yolda olduğumuzu ve yolun hiç bitmeyeceğini de biliyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">senden bir sene uzaklaşmadım güzel çocuğum, sana bir sene yaklaştım. dünden yakın, yarından uzağım. ne zaman kıyıya vuracağını bilmeyen bir dalgayım. abinim ve öyle kalacağım. evlenip çoluk çocuğa karışsam, baba ve koca olsam da abin olduğumu unutmayacağım. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">ve sadece ikimizin bildiği bir şeyle yazıyı bitireceğim:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"çipike kima"</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-YNPpPZWHLEw/UGYbquSjQqI/AAAAAAAABpM/CVg48xYOdUI/s1600/twobrothers.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="278" src="http://1.bp.blogspot.com/-YNPpPZWHLEw/UGYbquSjQqI/AAAAAAAABpM/CVg48xYOdUI/s640/twobrothers.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-QOyC3freoB0/UGYbtiA2f2I/AAAAAAAABpU/XU8doFWfXPc/s1600/twobrothers2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="278" src="http://4.bp.blogspot.com/-QOyC3freoB0/UGYbtiA2f2I/AAAAAAAABpU/XU8doFWfXPc/s640/twobrothers2.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-yewszD6wSfk/UGYbvNACcWI/AAAAAAAABpc/MK3aOQD_XWk/s1600/twobrothers3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="278" src="http://4.bp.blogspot.com/-yewszD6wSfk/UGYbvNACcWI/AAAAAAAABpc/MK3aOQD_XWk/s640/twobrothers3.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-54658920564203060252012-08-24T23:30:00.002+03:002012-08-24T23:31:30.235+03:00coming to an end<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">birdenbire veda etmek istemedim; ending credits nasıl başlayıp bitiyorsa, ben de blog bazında azalarak bitmek ve hayatımın geri kalanına (hala net bir bilgi verilmiyor bu konu hakkında) öyle devam etmek istedim. o yüzden şimdi sakin ol ve elindeki bazukayı duvara daya eğer suriyeli bir muhalifsen. değilsen de boşver, ruhunun uzun yolculuğunda uğruna mücadele vereceğin bir savaş mutlaka olacaktır. olgunlaşıncaya kadar ölüp doğmaktan manyağa dönecek ve bir lahdin köşesine işlenmiş yaşam-ölüm döngüsünü gösteren ağacı görene dek de sakinleşemeyeceksin. ruhunun yaşlandığını ve acılarla terbiye edildiğini fark ettiğinde de sahip olduklarınla mutlu olmayı öğrenecek ve avucunun içindeki eli dudaklarına götüreceksin. avucunun içindeki el, senin tüm mal varlığın olacak ve zamanın bir evresinde, daha küçük bir elin sahibi sana "babba" diyecek. gözlerin dolarsa da çaktırma, milyarlarca kez yaşanmış olsa da baba olmak sana özel olacak. kendini dünyadaki tek baba zannedecek ve ancak o zaman kendi babanı anlayacaksın.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">en son nerede kalmıştık pek hatırlamıyorum, "şeytan işi" de pek fikir vermiyor. bir teknenin en ucunda bir bira daha açıp memurluk hayatımda pek de önemli olmayan aksiliklerle uğraşıyormuşum sanırım. en son yazımın üzerinden iki ay, blogu açmamın üzerinden ise iki sene geçmiş. tuborg'ta çalışacağına inanan bir mimardan, kaçak yapısına tutanak tuttuğu için bindiği arabanın devrilip bir an önce gebermesinin yaşlı bir teyze vasıtasıyla yüce tanrıdan niyaz edildiği bir memura dönüşmüşüm. inan bunların hiçbirisi önemli değil, yaklaşık iki aydır içmiyorum. araya ramazanın girmiş olması seni yatıştırmasın, kadir gecesinin sabaha karşısında bile bir otobüs durağında bir bira daha içmiş ve çift hanelilere çıkmış bir insanım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">kpss'ye girecektim sanırım, hiç çalışmadım deyip iyi puan alan ve cüppelerinin altına hiçbir şey giymeyen sinsi rahibeler şahidim olsun ki hiç çalışmadım. nasıl soru geleceğini bile sınav esnasında gördüm ki o kadar da zor değilmiş. eşşoğlu matematik ile uğraşırken, geri dönerim diye daire içine aldığım sorulara geri dönemedim. ne yazdığım kadar nasıl yazdığıma da önem verdiğimden, türkçeden sadece bir yanlış ile sıyrıldım. matematikte ise anlamsız denklemler kurarak x'i yalnız bırakmaya çalışacağıma, gözüme bir şık kestirdim ve onun, doğru cevap olup olmadığını 15-20 saniyede test ettim. tarih ve vatandaşlığa yaklaşımım ise hayvanlıktan öteye gidemeyince koparma ve silkmede 72 ile ilk kpss'mi kapadım. 100 alsam bile bir şey değişmeyeceğinden, net bir motivasyona sahip değildim. sınav esnasında yediğim şekerler de yanıma kar kaldı. kaybedeceğim ya da kazanacağım hiçbir şey yoktu ve bu da bana rahatlık getirmişti, yeterince gerilmiştim yıllar boyu. artık umursamıyordum, soruların sınavdan önce paylaşılmış olması ve bundan haksız çıkar sağlayacak olanlar da önemli değildi. ne zaman biteceği belli olmayan sikindirik bir hayatta avantaj sağlamak için dürüstçe çalışanların hakkını yemeye çalışmak da, ruhun onurlu yolculuğunu yok edecek ve bundan sonraki hayatlarda minik bir bok parçası gibi oradan oraya sürüklenmeye sebep olacaktı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">iki ay geçmiş olmasına bakma, her şey başka bir boyuta geçti. teknenin ucundaki onur'un yanına gidip bağdaş kuracak olsam, ona her şeyin bir anda değişebileceğini ve yüreğini ferah tutmasını söyledikten sonra da bana bir bira getirmesini emrederdim. ondan iki ay daha büyüğüm sonuçta. bugün tamamlanan tapu işlemleriyle birlikte, önünden denize kavuşan bir derenin geçtiği güzel bir eve sahibiz. denize yürüme mesafesinde, denizin kumları ise çok tanıdık; yıllar önce ben, çağlar ve dayım orada "kamil kalesi" inşa etmiş ve kalenin başında fotoğraf çektirmiştik. on yıl sonra da derenin kenarında bira içmiş ve limanın ışıklarına bakmıştık. limanın ışıkları ki, gelecekte bir gün oraya yeniden bakarken sevdiğim kadının elini tutacağımı biliyorum. sevdiğim kadını, limanı ve ışıklarını biliyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">artık biliyorum. belirsizlik fırtınaları yavaştan dinmeye başladı; üzerimi örttüğüm beyaz pike yavaşça sıyrıldı ve bana bakan bir çift güzel göz gördüm. "nereli bu kız" diye düşündüm bana bu soruyu soran diğer insanlar gibi. kızıl saçları ve yeşil gözleri, bundan üç sene önce yazdığım bir yazının ete kemiğe bürünmüş haliydi sanki; kafayı yediğimi ve kafatasıma yapışmışları da ekmekle sıyırdığımı aklımdan geçirdim kısa süreliğine. gerçek olması pek mantıklı değildi fakat ağır bir depresyon geçirdiğime dair bir belirti de yoktu. işe gidiyor ve işten geliyordum. sıcaktan şikayet ediyor ve klimanın tuşuna basıncaya dek huzursuz atlar gibi sol bacağımı titretiyordum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">son yazıya gelirken bir itirafta daha bulunayım: motor ile son hızla giderken bir duvara çarpmak için tüm sevdiklerimin gitmesini bekliyordum. öyle sakince bekliyordum ki 250 km/s hızla giderken her şeyi birdenbire bitirmeyi, uzmanlardan oluşan bir kurul her şeyin üstesinden bu kadar kolay gelebildiğim için beni pirinç bir tabak ile ödüllendirmek istiyordu. hannibal sakinliğinde kaçak yapıları denetlemeye gidiyor ve çileden çıkmış vatandaşlara donuk gözlerle bakıyordum. altı üstü bir evdi. hayattaysan başka hiçbir şey o kadar da önemli değildi. ölümle terbiye edilmiştim. ölüm belki de dudaklarımı dikmişti, bilmiyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">sonra birisi çıktı geldi işte, bana sarıldı. öncesi ve sonrası yoktu hiçbir şeyin, sıcak esen rüzgarların altında boynumu ona yasladım. daha önce kimi gördüysem, ona benzemiyordu. gözleri çekik miydi yoksa yeşil mi; saçları güneşte renk mi değiştiriyordu yoksa bağlama büyüsüne mi kurban gitmiştim, bir önceki paragrafın sonunda olduğu gibi bunu da bilmiyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">acıların etrafında duran zaman yavaşça kıpırdanmaya başladı. aylardır şehir dışına çıkmamışken, kendimi eskişehir'e giden bir otobüsün pencere kenarından masif karanlığa bakarken buldum. mutlu ve heyecanlıydım. korhan futacı, gecenin bir köründe insanın sinir sistemini iflas ettirecek oyuncak kapma makinesinin başına geçmiş ve "ben sana vurgunum" söylerken de eskişehir'e boş gitmemem için ayıcık kapma çalışmalarına başlamıştı. uyuşmuş ayaklarımı açmak için ardı sıra dizilmiş otobüslerin aralarında dolaşıp, henüz uykusundan uyanmış binlerce manyağın yüzüne baktım. genlerimizde bir şeyler vardı ve ne yazık ki çilekeş insanlarımızın yüzüne yansımıştı. bildiğin orantısızdık. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"burada gecenin üçünde bile pilav yiyen insanlar var" dedi. el ele tutuşuyor ve sabahın köründe pek kimselerin dolaşmadığı caddelerde yürüyorduk. 1+1'lerin bağımsızlığını ilan edip özerk bölgeye dönüştüğü eskişehir'in bir caddesindeydik ki nerede olduğumuzun hiçbir önemi yoktu. enlem ve boylamlar önemini yitirmişti, yanındaysam mutluydum. iki yengeçtik ve yan yan yürüdüğümüzden olsa gerek sürekli çarpışıyorduk. parmaklarımın hepsi yerinde olmasına rağmen bir şeylerin eksikliğini hissediyordum. koca parmağımı minik eliyle tutmaya çalışan bir caretta hayal ediyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">hiçbir şeyi yoluna koymaya çalışmayınca, her şey usulca yatağını buluyormuş; henüz yıkanmış bir balkonun öğrenci işi koltuklarında hamburger yerken fark ediyorum. aklımda hiçbir tedirginlik yok. limanın ışıkları ve uzayıp giden kumsalı, serin bir eskişehir akşamından görüyorum. sevdiğim son insana bakıyorum, ağzı ketçap ve mayonez içinde kalmış. günün her saati rengi değişiyor; bazen saçlarında yakaladığım kızıllığı saatlerce göremiyorum. fenotip olarak tamamen farklıyız, onun şeffafa kaçan beyaz bir teni var; ben ise yaz boyu güneşin altında dolaşan kavruk seyyarlar gibiyim. gözlerinin kıvrımı troposferi gösterirken, benimkiler yer kabuğunu işaret ediyor. ama aramızdaki boşlukta asılı kalan tanrı da şahidim olsun ki birbirimizi seviyoruz. bazen dayrede, deri koltuğa sırtımı iyice yaslayıp uzaktaki dağlara bakarken onu özlüyorum. onu özlüyor ve cuma gecesi gidiş, pazar gecesi dönüş olmak üzere de iki bilet alıyorum. yatağa yatmaya üşenen yorgun bedenim, galadriel'imin yanına giderken canlanıyor. cate blanchett'e ne kadar benzediğini düşünürken de, aynı anda ve aynı doğrultuda yaşlanmamıza seviniyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">son yazıya gelmeden önceki son çıkış buydu, bunu okuduysan son yazıyı da okursun. yapabileceğin bir şey kalmadı. iki sene önce tanrının sorduğu "neden tuborg" sorusuna bir cevap olsun diye açtığım bu blogun da sonuna çok yaklaştım. artık bira bile içmezken, bir de tanrıya neden içtiğimi anlatacak değilim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">ama iyiyim, uzun zamandır olmadığım kadar iyiyim. aramızdaki boşlukta asılı kalan ne varsa, onlarla hayatımın sonuna kadar idare edecek kadar iyiyim. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-qqiiNe8HNEc/UDfjAvsx0II/AAAAAAAABn0/hiE_aAo1B7Q/s1600/lova.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://2.bp.blogspot.com/-qqiiNe8HNEc/UDfjAvsx0II/AAAAAAAABn0/hiE_aAo1B7Q/s400/lova.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-30392840030599790992012-06-26T18:19:00.002+03:002012-06-29T11:50:25.447+03:00şeytan işi<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">on kişilik küçük bir teknenin en ucunda elimde birayla oturmuş, durgun ve dalgasız lacivert bir denize bakıyordum. adrasan'dan olimpos'a uzanan küçük koyları sırayla gezdikten sonra başladığımız noktaya geri dönüyorduk; denize uzanma şekli her koyda değişen dağlar, sürprizli bir coğrafya yarattığından her köşeden başka bir güzellik çıkıyordu. ufkabakan'ında adalara doğru hafif bir büyü rüzgarıyla sürüklenen ged gibiydim. ailemle güzel bir gün geçirmiş ve karasallığımı üzerimden atmıştım. karaya, paraya olduğu kadar ihtiyacım yoktu ve avucumdaki tuborg gold'u bana denizin ortasında ulaştıracak tek şey paraydı. tekne sahibine iki kasa tuborg'u tekneye çıkartacak tek şey de paranın itme gücüydü. dolaba gidip bir tane daha şişe çekip çıkardım ve sanki milyonlarca yıl önce denize saplanmış bir göktaşı gibi duran kayaya baktım. hayatımı dondurmak isteseydim, geçen pazar akşam üstünün sonsuzluğunu seçerdim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sanki berbat geçecek bir haftanın ikramiyesini peşin almışım, daha pazartesi öğlen olmadan dayrede yeterince gerginlik yaşandı. herkesin kendisini kurtarmaya çalıştığı sekanslardan biriydi, bana titanic faciasını hatırlattı. beşeriyat işte, küçük hesaplarla geçen koca ömürler. sonsuza kadar yaşayacağı sanrısını karakter edinenler. öğlene doğru müteahhit ile toplantıya gittik; koruk dolu bir asmanın gölgesinde bulgur pilavı ve barbunya, sanki anadolu'da geçen bir romanın ortasından birkaç sayfa. projeyi kendimden emin tavırlarla bir kez daha anlatırken, beşiktaş'tan aldığı ruloları proje dersine yanan gözlerle yetiştirmeye çalışan eski halim bir an gözümün önüne geldi. sıkıntı her zaman vardı ve olacaktı, etrafımı saran bu plazmadan ancak belli zamanlar küçük de olsa bir tekneyle yahut denize doğru uzanan eğik bir ağaçla kurtulacaktım. bu dünyanın ne acısı bitecekti ne derdi ne de omuzlara yüklediği yeni sorumlulukları. mevzuattan yakanı kurtarsan yönetmelik çelme takmaya çalışacak, en azından cumartesi çalışmıyorum diye kendini avutacaktın.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">öğleden sonra, son dört yüzyılını klasörün içinde büyük bir huzurla geçirmiş olduğuna emin olduğum statik projesini bir anda gözden kaybettik. klasörün iki yakasını bir araya getiren ipleri çözer çözmez, lanetli bir firavun gibi kaçıp gitti. beş kişi beş koldan statik projeyi aradık fakat bulamadık, yer yarılmış içine girmiş hortum çıkmış da göğe yükselmişti koyduğumun projesi. şeytan kpss ile henüz atanmış ve tüm gücünü mesaiye vermişti sanki. projeyi bir gün sonra, arşivdeki bir klasörün en az atmış yıldır açılmadığına emin olduğum kapağının altında bulduk. o sırada projeyi bulduğuma sevinmedim çünkü, masamın üzerinde olduğuna yemin edebileceğim anahtarlarımı ve onlara ilişik usb belleğimi kaybetmiştim. anahtarlarımı almadan gelmiş olmama imkan yoktu çünkü onları, cep telefonumun korumasız ekranına saldırmaya çalışırken son anda sakinleştirmiş ve siktirin gidin lan buradan diye masanın ucuna yollamıştım fakat yoklardı. koşarak kaçsalar bile şangırtılardan yakalayabilirdim, saatlerce arayıp umudu kaybettikten sonra anahtarları tuhaf şekilde mezarlık ihale klasörünün halkasına geçmiş bir şekilde buldum. şeytan, ilk günkü çekingenliğini atmış ve kendisini katlayarak devam etmişti. sinirli, yılgın ve tehditkardım. yazıcı kağıt kusuyor ve sürekli yeni demlenmiş çay geliyordu. bir şeker atıp karıştırdıktan sonra bardağı uzaklaştırıyordum. görevlendirme yazısı ve bir yere kaçmadığı halde kaçak yaftası yiyen yapıların makus kaderi. bir tımarhanede elim kolum bağlıydı sanki ve tüm bunlar sakinleştirici kanıma karışmadan önce gördüğüm karmakarışık düşlerdi. saate bir saat önce bakmış ve günün bitmeyeceğini düşünmüştüm, saate yeniden baktığımda durmuş olduğunu fark ettim. bilgisayarın sağ altına uzanmaya üşenen gözler, duvardaki saate takılı kalıyordu. mesainin bitmesine birkaç dakika kaldığını görüp tüm evrağı raflara yerleştirdim. bir an önce kaçmalı ve eve vardıktan sonra müzik dinlemeliydim. bir şey yemek istemiyordum, dört bira beni kutsardı fakat annem kesinlikle çileden çıkardı. hele ki pazar günü kapasitemin birazını görüp dehşete düştükten sonra. oysa pek içmemiş, diğerlerini beklemiştim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kendisine üçüncü feridun diyen deli bir padişah gibi eve gelip gömleğimi fırlattım. kahrolası kumaş pantolonum ve kemerle uyumlu ayakkabılarım. mimar beyliğim. oturma odasında misafir varmış, bir merhaba bile demeden transit geçtim. panpa, sıcaktan yılmış ve daha kuzeydeki ülkelerinin serin düşleriyle nemli gerçeği kaybetmişti. ben ise sodayı, viski soda niyetine içmeye başlamıştım. alkolik değildim fakat biraz içince dünyanın en şeker insanı olmakta idim.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-SS-7UPGkutA/T-ntJnI4klI/AAAAAAAABl4/w02wcV1v1YQ/s1600/IMG_4102.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="http://3.bp.blogspot.com/-SS-7UPGkutA/T-ntJnI4klI/AAAAAAAABl4/w02wcV1v1YQ/s640/IMG_4102.jpg" width="640" /></a></div>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
</div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-85424516023648235822012-06-22T11:09:00.001+03:002012-06-22T11:39:27.736+03:00hep aynı<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"></span><br />
<div style="font-style: italic;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">iki sene önce bugün, askerlik sonrası nekahet döneminde evde oturur ve aklımda kalanları yazarken de kahve içermişim. o zaman da çocuklar şehit olur ve ertesi gün dağlar bombalanırmış. bıçaklar kemiklere dayanmak üzereyken geri çekilir ve ortaya çıkan boşluğa biraz daha asker sıkıştırılırmış. çocuk çok; en az üç çocuğun birisini orduya, diğerini iş kazasına kurban etsen bile geriye bir tane daha kalırmış. eğer kürtaj yaptırılsaymış, elinde o da kalmayacakmış. gerisi teferruatken, önce vatanmış.</span></div>
<div style="font-style: italic;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-style: italic;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">...22 haziran 2010'dan, kahve başlığından...</span></div>
<div style="font-style: italic;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">"bir sonraki kahvede bu cehennemden çoktan kurtulmuş olacağım."</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">geçmeyen günlerin birisinde, güneydoğu'da bir kışlanın ana karargah binasındaydım. sabaha karşı tuttuğum nöbetten ve hemen ertesindeki kilometrelerce koşudan sonra o kadar yorgundum ki, insanların dediklerini bile zor algılayabiliyordum. bir yudum kahveyi içmek için bir sürü şartın yerine gelmesi gerekiyordu, rütbelerin delirttiği bir sürü insanın sürekli girip çıktığı bir odaydı ve dikkatli olmak zorundaydım. astlarını ölesiye ezip üstlerinin kıçını yalayan ve diğerlerinden hiçbir farkı olmadığına emin olduğum bir muvazzaf subayın emrindeydim. beni askerlikten soğutabilirdi ama zaten soğuk gelmiştim, tek isteğim bir fincan sıcak kahveydi. tek isteğim bir fincan kahvede geleceği, evimi, rajaz çalan bilgisayarımı, yola çıkma heyecanımı ve özgürlüğümü görebilmekti. telefonların susmadığı bir zamandı, hayatta sadece bir kere yapılabilecek bir eziyetin üzerime üzerime geldiği bir andı. bir sonraki kahvede evimde olacağımı bilmek biraz iyi geldi ve kendimi "until we meet again another day" deyip uğurladım. ruhum diyarbakır'dan yükseldi, bedenim kamuflajlarının içinde geride kaldı. rajaz başka bir yerlerde çalmaya devam etti.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">günler geçti, günler bitti. benden sonra doğanlar, benden önce öldü. geçen sene asker olmayan gencecik çocuklar, şimdi şehit oldu. üzerleri bayrakla örtüldü, ateş düştüğü yeri yaktı. hafta geçmeden başka çocuklar öldü bu sefer, harici kıyafetlerini giyen subaylar acı haberi ülkenin başka köşelerindeki evlere taşıdılar. acıdan bayılmak üzere olan şehit anasının görüntüleri herkese tanıdık geldi; kimse yabancılık çekmedi. gazeteler yine benzer manşetlerle çıktı, sadece isimlerin değiştiği bir şablonları vardı belli ki. fenerbahçe'nin türkiye kupası'nı kaybetmesine kahrolan fakat aynı gün diyarbakır'a gelen şehitlere pek tepki göstermeyen bir albay, aynı gün yeni aldığı arabasını anlatmaktan başka bir şey yapmayan yarbay ve kişiliğini harbiyeye girerken bırakan bir binbaşı tüm güvenceleriyle hayatta kalırken, gidenlerin hepsi çocuk oldu. anasına söven bir astsubayın üzerine yürüdüğü için başka bir çocuk da cezaevinin yolunu tuttu. emre itaatsizlikte ısrar dediler, kimse aslında ne olduğuna bakmadı. askerliğinin bitmesine yirmi gün kala elini kıyma makinesine kaptıran bir çocuğa "kendini askerliğe elverişsiz hale getirmek"ten dava açıldı. kendi kanunları vardı ve onları uygularken bir an bile tereddüt etmediler. yapmaları gereken tek şey: çocuklarını korumaktı ama asimetrik savaşa aynı asimetriklikte cevap veremediler.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bir sonraki kahvede evdeyim işte. kapıları ve pencereleri açınca cereyan yapıyor, bir yandan da istanbul'a gitmek için çanta hazırlıyorum. bir önceki kahvede hayal ettiğim şeyler gerçek oldu ama sonsuz bir mutlulukla dolduğumu söyleyemem. rajaz dinliyorum, "the souls of heaven" derken aklıma sadece ölen çocuklar geliyor. kağıttan duvarlı sınır karakollarında ölüme gönderilen, birinci sınıf orduevlerine harcanın paranın çok küçük bir kısmının bile fazla görüldüğü bir barakada kendilerinden yaşlı g3'leriyle tedirgin bekleyen çocukları düşünüyorum.</span><br />
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-vFZEZlB11y0/T-QoFUqepCI/AAAAAAAABlY/tigYc63SOrI/s1600/Untitled-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="211" src="http://2.bp.blogspot.com/-vFZEZlB11y0/T-QoFUqepCI/AAAAAAAABlY/tigYc63SOrI/s640/Untitled-1.jpg" width="640" /></a></div>
<div>
<br /></div>
</span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-69233859360100926902012-06-20T18:54:00.000+03:002012-06-20T18:54:18.640+03:00five roads of five colours<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-W0SWD1uJqAo/T-HxbOw_Q8I/AAAAAAAABk4/fqNuz8SbRFs/s1600/IMG_9778.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-W0SWD1uJqAo/T-HxbOw_Q8I/AAAAAAAABk4/fqNuz8SbRFs/s320/IMG_9778.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-EeJvqoFuqkU/T-HxFBJsajI/AAAAAAAABko/uCa8psi0Lak/s1600/IMG_4795.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-EeJvqoFuqkU/T-HxFBJsajI/AAAAAAAABko/uCa8psi0Lak/s320/IMG_4795.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Q1LqdBZQfvA/T-Hw85h7x2I/AAAAAAAABkg/ssCUXJJZhrY/s1600/IMG_0465.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-Q1LqdBZQfvA/T-Hw85h7x2I/AAAAAAAABkg/ssCUXJJZhrY/s320/IMG_0465.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-RrynCO_jDoI/T-HxRx2GNfI/AAAAAAAABkw/PbNgGbLUZGE/s1600/IMG_6199.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-RrynCO_jDoI/T-HxRx2GNfI/AAAAAAAABkw/PbNgGbLUZGE/s320/IMG_6199.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-D_yMy_OSEfA/T-HxiitNorI/AAAAAAAABlA/it4JcvvJl_M/s1600/eos+023.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-D_yMy_OSEfA/T-HxiitNorI/AAAAAAAABlA/it4JcvvJl_M/s320/eos+023.jpg" width="320" /></a></div>
<br />mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-91721162290663239502012-06-20T18:24:00.000+03:002012-06-20T18:24:12.451+03:00egenin kuzeyi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-Q3SxvLjNBWc/T-Hq15jKGmI/AAAAAAAABj0/wPkaSerQpRw/s1600/ne2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="227" src="http://2.bp.blogspot.com/-Q3SxvLjNBWc/T-Hq15jKGmI/AAAAAAAABj0/wPkaSerQpRw/s400/ne2.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-HWFne-cAvY4/T-Hq4lpL5eI/AAAAAAAABj8/MQ1txy1yLgA/s1600/ne3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="228" src="http://2.bp.blogspot.com/-HWFne-cAvY4/T-Hq4lpL5eI/AAAAAAAABj8/MQ1txy1yLgA/s400/ne3.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-dLP3SH9JDuU/T-Hq65D5-3I/AAAAAAAABkE/zob_59h63D8/s1600/ne4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="228" src="http://2.bp.blogspot.com/-dLP3SH9JDuU/T-Hq65D5-3I/AAAAAAAABkE/zob_59h63D8/s400/ne4.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-ngh0nup0NXs/T-Hq82kJOSI/AAAAAAAABkM/Uuh5Df0OGRI/s1600/ne5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="228" src="http://3.bp.blogspot.com/-ngh0nup0NXs/T-Hq82kJOSI/AAAAAAAABkM/Uuh5Df0OGRI/s400/ne5.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Im8euZL0hXU/T-HrAbC3GeI/AAAAAAAABkU/2yIRxOTz9Ew/s1600/ne6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="228" src="http://1.bp.blogspot.com/-Im8euZL0hXU/T-HrAbC3GeI/AAAAAAAABkU/2yIRxOTz9Ew/s400/ne6.jpg" width="400" /></a></div>
<br />mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-81749302227807830782012-06-20T16:40:00.000+03:002012-06-20T16:40:14.969+03:00insansızlık özlemi<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i>üç sene önce bugün de hemen hemen aynı şeyleri düşünüyormuşum, zerre gelişme göstermemem bir karakterim olduğunu mu yoksa yerimde saydığımı gösteriyor bilmiyorum. sanırım insanları müşfik bir sıcaklıkla asla kucaklayamayacak, eğer hava yeterince sıcaksa da git buradan diye iteleyeceğim. ne yapayım, ben böyleyim.</i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i><br /></i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i>...</i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">hayatta canımı sıkan tüm problemlerin insan kaynaklı olduğunu görüp, insansız coğrafyalara bakarken duyduğum huzur aklıma geldikçe; insanlığa olan inancım her gün, bir gün öncesinin yarısı kadar azalıyor. radyoaktif madde özelliği gösteren sosyal bir hayvanım belki de, her gün yarılanıyorum. hiçbir zaman sıfır olamayacağımın farkındayım; en azından insan parantezinden sıyrılıp başka bir parantezde yalnız başıma oturayım. mümkünse köşeli parantez olsun, onlardan güzel oda olur. noktalama işaretlerinden kendime ev yapmaya çalışmak, kurtuluşumun ancak yazarak mümkün olduğunu mu gösteriyor acaba? internet üzerindeki bir siteye herkesin okuyacağı şekilde yazılar yazmak, insansızlık özlemine dair açtığım başlıkla çelişmiyor mu? çelişkiler diyarının, soru işaretine benzer asasıyla yüksek tavanlı kabul salonunda volta atan kralıyım, başka insanlar okusun diye yazıyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">deniz kıyısına uzun bir çubukla yazdığım yazılar, bir sonraki dalgayla sırra kadem bastığında henüz küçüktüm. ceplerimde erik vardı, okuldan aklımda kalanları herkes öğrensin diye kumlarda temize çekiyordum. yazdıklarım silindikçe, hayal kırıklığım da belirginleşiyor ve gözlerine bakabileceğim kadar canlanıyordu. sonra kağıtlara yazmaya başladım, insanlara söylediklerim anında havaya karışıyor ve sonsuz boşluğa kurban gidiyordu. insanların bana söylemeye çalıştıklarını anlayamıyordum. ikinci kelimeden itibaren dikkatim dağılıyor ve m harfinde dudakların neden birbirine değdiğini düşünmeye başlıyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">"değerde değmez; değmezde değer" </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bazı harflerde değen dudaklar sabrımı taşırdığından, bildiğimi sandıklarımı defterlere yazmaya çalıştım. hayatımda o kadar çok az şey vardı ki, iri harflerle yazmama rağmen ajandanın tek kolonunu bile dolduramıyordum. rock müziğe dair duyabileceğim bir şeyin dayım tarafından hediye edilmesine bile onlarca ay vardı. kitaplardan okuduklarımın kötü kopyalarını günlüklerime yazıyor ve "bu, kitaptan bile iyi oldu" diyerek son noktayı koyuyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bir şeyi yazarken ve yazdıktan sonra seviyor olmam, ne yazık ki devam etmiyor. alkolün topuzunu kaçırdığım günler, değişik bir adam gelip masama oturuyor ve "hadi tüm yazıları silelim, daha iyisini yazarız." diye kışkırtıyor. tatlı bir heyecan dalgası geliyor, her şeyi yok etmek istiyorum kendime dair ama sarhoşken aldığım kararlar ayık halimi sikerttiğinden genelde sabah olmasını bekliyorum. yalnız başıma içtiğim zamanları seviyorum, yazdığım ve okuduğum zamanları.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">hatalı üretilmiş sağır-dilsiz gibiyim. konuşabiliyor ve duyabiliyorum; ama bunlara anlam veremiyorum. dinlemek yerine okumak, konuşmak yerine yazmak. dolayısıyla, insansız ülkemde kağıtlarla yahut beyaz ekranlarla konuşabiliyor, duymak istediklerimi kitapların fısıldamasına izin veriyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">deniz gören zeytin ağacının altında oturup, bir şeyler taşıyan karıncayı varacağı yere kadar bırakıyor ve sevap kazanıyorum. sevaplarımı bu dünyada harcayıp hepsiyle bira alıyorum. içmeyi ve içtikten sonra kendime dışarıdan bakmayı seviyorken yirmi gündür içmediğim geliyor aklıma. kendimi deneme sınavlarına sokup sonuçları bir önceki denemelerle karşılaştırıyor ve grafiğimi çiziyorum excel'den.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sonuç, grafikten ziyade isimsiz okyanuslardaki dev dalgalarının yandan kesitine benziyor. sürekli çıkmıyor ya da alçalmıyorum. hayat ekseni doğrultusunda +1, -1 noktaları arasında kanat çırpıyorum. iki gün önce leş bir gündü, dün iyiydi, bugün ise cumartesi ofisinde kendimi çalışmaya teşvik edecek sebepler arıyorum. bulabilmiş değilim, bulacağımı da sanmıyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">iki gün önce, hiç ölmeyecekmiş gibi yatırım yapan ev sahibem ve onun mor dudaklı leş emlakçısı tüm gün canımı sıkıp beni delirtmişlerdi. birkaç kuruş daha fazla kazanmak için türlü şeytanlıklar düşünmüşler ve beni arayarak bu planlarını bildirmişlerdi. o günü atlatıp, dünün huzuruna vücudumu teslim ettim. cuma günlerinin (cumartesi çalışıyor olsam bile) kerameti kendinden menkul bir büyüsü vardır; büyü diyorum ki islamiyet kendine pay çıkarmasın. tek bir insanın bile ölümünden sorumlu olan her dinin eli kanlıdır ve ben insanın kendisinden bile hoşlanmazken, elinde insan kanı olan herhangi bir dine karşı en iyi ihtimalle hiçbir şey hissetmem. nefret etmek bile değer vermektir; üzerine cümle kurmak bile (şu an ısrarla devam ettiğim gibi) zaman kaybıdır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">iki gün önce -1'dim, dün +1.çalışıyor olmam canımı sıksa da, yarının tatil olması götürüyor bu sıkıntıyı. mutlak değerim şu an 0. ofisin içine göktaşı düşse ve üzerinde uzaylı olsa, dönüp de yadırgamam. limonata ikram ederim. beni dostu olarak görmeye çalışan uzaylı sarılmaya çalışırsa da, "insana katlanamıyorum bir de sen çıkma lan" diye iterim o bombeli kafasından. ben hiçbir galaktik varlığın yörüngemde olmasını istemiyorum sadece. nuri bilge ceylan filmlerinde kadrajın 1/3'üne sıkışıp manzaraya bakan pardesülü insan olmaktan başka bir amacım yok. mistik görünmek de değil amacım, kimse olmazsa tanrıya mı poz vereceğim? "lan bunu da yarattık ama kendini hepten kaptırdı, afralar tafralar" dedirtmek istemiyorum kimseye.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">tanrısı da dahil olmak üzere kimseye dedirtmek istemiyorken, birden aklıma biricik sevgilim "dedirten" geliyor. let it be melodisinde, saatlerce dedirten diye mırıldanıyorum haftalardır. kendi kendime konserler veriyor, sesimi beğenirsem avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum. büyük bir kibirle bis yapıyor, iki şarkı daha söylüyorum. duvarımda posterlerim asılı, imzalı kitaplarım var raflarımda. tüm insanlığın macerasını tek başıma yaşıyorum. ana haber bültenlerini sunuyor, hava durumunu ise canım istemediğinden savsaklıyorum. msn'e kendimi ekledim, karşılıklı şarkı gönderiyoruz birbirimize. mail yazmayı seviyorum uzun uzun. okumaya üşenecek kadar uzun yazmışsam, ilk ve son paragrafı okuyor, arasını kafamdan uyduruyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">başıma ne geliyorsa başka insandan geliyor, insan parametresini alabildiğine yok etmek istiyorum. beni başka bir ofise sıkıştıran, ay sonuna kadar çalıştıran, çalışıp kazandığım parayı cebimden çalan, üstüne üstlük sinirlerimi bozan, enerjimi sömüren ve bedenimin posasını yere tüküren hep başka insanlar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kendi başımayken, bir ovaya bakan yamaçta rüzgara karşı dikilirken, ağacın altında oturup gökyüzüne bakarken, taşları dinlerken, denizin dibinden ilerlerken zerre mutsuz olmuyorum. fotoğraf çekip, sırt çantamla ilerlerken ne canım sıkılıyor ne de "ne yapmam gerekiyor şimdi" diye yukarılara bakıyorum. ama ne zaman başka bir insan geliyor problemlerle, suratım ekşiyor. bitse de gitsek diye kolumu ısırıyor, dişlerimin oluşturduğu saate bakıyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">insansızlığa olan özlemim artarken; yeryüzündeki günlerim azalıyor. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">teknemle balığa çıkıp, kendi yaptığım evime beyaz sakalım ve güneşten kavrulmuş derim ile döneceğim günleri hayal ediyorum. zeytin ağacı da geçsin içinden, verandası olsun. ahşap bir masa, çekmecelerinde dolmakalem. ne saat olsun ne de hangi yılda olduğumu hatırlatacak takvim. yaşımı bile bilmeyeyim, "lan bir ömür de böyle geçti" demeyeyim. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-4KkGRbasktA/T-HSsgwQOqI/AAAAAAAABjo/OgYfY1m2wJY/s1600/cutcaster-photo-100156526-Office-people-silhouettes.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="442" src="http://2.bp.blogspot.com/-4KkGRbasktA/T-HSsgwQOqI/AAAAAAAABjo/OgYfY1m2wJY/s640/cutcaster-photo-100156526-Office-people-silhouettes.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-54489976074294539642012-06-18T16:39:00.001+03:002012-06-18T16:46:10.919+03:00gone weekend<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">cuma gecesi geç yatmama rağmen cumartesi sabah erkenden uyanıyorum, tezgahın üzerindeki yedi bira kutusu ve nemden nefret eden panpa dışında evde kimse yok. bizimkiler eskişehir'e çoktan varmış, bir gün önce gelmesi gereken kitaplarım ise hala gelmemiş. sıcak da olsa esiyor, kapılar pencereler açık ve cereyana en az tesla kadar önem veriyorum. telefona uzanıp siparişim hangi cehennemde aplikasyonundan, dört tane kitabımın birkaç saat sonra elimde olacağını öğreniyorum. hava daha da ısınacak ve benim bir an önce olimpos'a gitmem lazım. konuşarak işlemci ısıtmak istemiyorum, biraz sakinlik ve sessizlik. evin içinde şuursuzca dolaşıyor ve avucuma doldurduğum suyu panpa'nın kafasından aşağı boşaltıyorum. tüyleri ıslanınca sid vicious'a benziyor benim küçük havacı yarbayım, onu ne kadar sevdiğimi o bir yerlere gitmeden önce söylüyorum. ne kadar güzel bir kuş oldu, aynı dili bile konuşmadığımızdan iyi anlaşıyoruz. aynı dili konuşsak mutlaka fikir ayrılığına düşer, tartışır ve kendi fikirlerimizin daha iyi olduğunu birbirimize dikte etmeye çalışırdık. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">yanımdan tebessüm ile geçip antik kentleri dolaşan turistlerin sessizliğini, slogan atıp tartışanlara değişmem. eğik bir ağacın altında oturup denize bakanlar da, benim için tüm ülkelerin tüm meclislerinden değerlidir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">öğlene doğru önce bankaya sonra kargocuya uğramak için evden çıkıyorum, hedefim arabayla gitmek. arabaya yaklaştıkça seken ısı yüzümü yakmaya başlıyor. kapıları uzaktan açıyorum da kapı kolunu bile tutamıyorum. içerisi lahmacun fırınından biraz daha sıcak, yanımda birisi olmadan ilk deneyimimi de erimiş ellerime kaynamış bir direksiyondan ameliyat ve soğuk füzyon ile ancak ayrılarak tamamlamak istemiyorum. arabadan güneş gözlüğünü alıp gölgelerin gücü adına apartman altlarından ilerliyorum. atm'nin yüreğinden söktüğüm biraz nakit ve sonunda gelen dört kitap. ortalık sarı bile değil, beyaza yakınsıyor. sıcak bir el üzerimize bastırıp boyumu kısaltıyor. evin karşısındaki pideciye sığınıp sabah erkenden ettiğim cılız kahvaltının verdiği destekle 1.5 kıymalı söylüyorum. yan masadaki gazeteye uzanınca, bir sonraki günün babalar günü olduğunu fark ediyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">özel günlerimiz artık çok zor geçiyor bizim. akrep, yelkovanı soktuktan sonra intihar ettiğinden olsa gerek zaman duruyor. bayramları, yılbaşını, anneler gününü, doğum günlerini çok zor aşabiliyoruz. bir arada kalmaya gayret ediyor fakat neden hakkında pek konuşamıyoruz. herkes acısını kendisine göre yaşıyor, sadece düşmemek için birbirimize destek oluyoruz. kıymalı pide gelmeden iştahım kapanıyor, babamın yanında olmam lazım. babam da eskişehir'de, kuzenin mezuniyetinde. elimde kitaplar ile eve çıkıyorum. yarım saat sonra, gece 12'de eskişehir'e, bir sonraki günün gece 12'sinde de beni antalya'ya getirecek son biletleri alıyorum. bizimkilere de söylememem lazım eskişehir'e geldiğimi, sürpriz onların dikkatini dağıtabilir.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">akşama doğru evden çıkıyorum, hediye alıp verme özürlüsü bir insan olarak mavisi griye kaçan güzel bir tişört bulup hediye paketi yaptırıyorum. servisin kalkmasına daha birkaç saat var, insanların arasında dolaşıyorum. sarı ışığın vurduğu bir bankta kitabın ilk sayfalarını çeviriyor, uzaktan gelen gitar sesini takip ediyorum. bu sefer karanlık bir bank, müziğe daha da yakınım. cemali'den duymak istiyorum tüm gücüyle vuruyor:</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">tüm acı anıları, bana bırakıp gitme</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">beni bana ver artık, peşinden sürükleme</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">duymak istiyorum, duymak istiyorum</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kalbimde ruhunu duymak istiyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">aylar sonra ilk defa ağlıyorum. usul usul, elimden hiçbir şey gelmeden, karşı çıkmadan, isyan etmeden. sırt çantamda babama aldığım bir tişört ve kulağımda eski günlerden kalma bir şarkı. cemali'den sonra yaşar kurt, yüreğimde birikenleri de gözlerimden atıp hafiflememe yardım ediyor.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">seni öldün sandım ruhum, biliyor musun?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sensiz yaşamaya alıştırdılar galiba, özledim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">karanlığın içinden aksak adımlarla bir ihtiyar yaklaşıyor yanıma, elini omzuma atıyor. solgun bir ışıkta onun gabriel garcia marquez olduğunu fark ediyorum "bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse" diyor. gülümsüyor ve servise binmek için tekrar ana caddeye çıkıyorum. siyah-gümüş bir fazer tam önümden geçiyor, bunu bir mesaj olarak görüyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">serin bir eskişehir sabahında, kampüsün önünde inip uzun gölgemle birlikte kuzenin verdiği adresi bulmaya çalışıyorum. ortalıkta adres sorabileceğim pek kimse yok, hava nemsiz ve bitişik nizam apartmanların girişinde kaç yılında yapıldığı ve kimlerin yaptığı yazıyor. biraz da telefonun yardımıyla evi bulup kapıyı açıyorum. şaşkınlık, sevinç ve anlık galeyan! birbirlerini ilk gördükleri andan itibaren çok seven ve iyi gün-kötü gün demeden hep yan yana olan çiftimize sarılıyor, babama hediyesini veriyorum. vardır bir açıklaması elbet çekilen bu tüm acıların. herkese iyiliği dokunmuş bu iki insanın evlat acısıyla imtihan edilmesinin henüz bilmediğim bir sırrı olacaktır.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">öğleden sonra, pilav ve felçli tulumba tatlısı ile kutsanmış fen fakültesi mezuniyetine gidiyoruz. canım, üniversite öğrencisi olmak değil de mezun olarak tüm bu beladan henüz kurtulan bir chuck norris olmak istiyor. çaktırmadan kızlara bakıyorum, yürekleri pırpır atıyor ve gururdan göğüs ölçüsü 90d'ye çıkanları mevcut. bölüm birincisi olmak neye yarayacaksa artık? fön çektirenler, makyaja abananlar, yüksek topuklular. çimlerde bağdaş kurup ateş tuğladan binalara bakıyorum, üniversite hayatını pek özlemiyorum. yıldız teknik'i hiç sevmedim, iki sene okuduğum ege ve onun tatil havası çok daha iyiydi. istanbul'da, küçük kampüsten çıkar çıkmaz boğaz trafiği ve keşmekeşin içinde bulurdum kendimi. barbaros'tan aşağı sallanıp 28t ile topkapı tarafına gitmek iki saatimi alırdı. uyur uyanır fakat yine de varamazdım. ara sıra pişman olurdum neden diğer insanlar gibi kaderime boyun eğmek yerine istanbul'a mimarlık okumaya geldim diye. ara sıra da, özellikle sabaha karşı çizim yaparken bu işe yatkın olduğumu ve iyi ettiğimi düşünürdüm.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">fakültedeki mezuniyetin ardından, akşama doğru stada on binlerce insanla yürüyoruz. tören başlamadan iki saat önce girmemize rağmen zar zor yer bulabiliyoruz. veliler gururlu, kızını tek başına okutan teyzem daha da gururlu. hayata karşı geri adım atmadan yıllar boyu savaştı, yaptığı kötü evliliğin her şeyi mahvetmesine izin vermedi ve sonunda önemli bir aşamayı geride bıraktı. stad ağzına kadar dolu, güneş şakaktan seri darbeler vuruyor fakat antalya'dan geldiğimiz için şerbetliyiz.</span><br />
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">onbinlerce insanın arasından zar zor sıyrılıp barlar sokağından geçiyoruz, tuborg satan harikulade bir yer görüyorum fakat annem, her türlü önemli olayı içmek ile taçlandırmaya çalışmamdan epey rahatsız. dolapta kaysı var diyerek zamanı ve mekanı büküyor, beni perişan ediyor fakat tüm gün manyaklar gibi yürüdüğümden olsa gerek, arjantin bardakta bir bira için tüm atlarımı bağışlayacak durumdayım. otobüsüm birkaç saat sonra kalkacağından ısrar etmiyorum, batan güneşin ardından enfes bir serinlik eskişehir'in bakımlı caddelerinde dolaşıyor. ekime kadar gün yüzü göremeyeceğimiz gerçeğiyle yüzleşiyoruz, çok sıcak olacak fakat serin koyların nerede olduğunu biliyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">gece 12'de antalya'ya dönmek için bizimkilerle vedalaşıyorum, babam "iyi ki geldin" diyor. onlar pazartesi çıkacakken ben tam 24 saat sonra tekrar otobüse kuruluyorum. kahrolası telefonun şarjı yine bitik, koltuk arkası ekranların usb girişinden enerji alıyor ve jeff buckley dinleyerek yola çıkıyorum. lover, you should've come over çalarken de yorucu bir günün ardından gözlerimi kapatıyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">hiç konuşmadan geçireceğimi sandığım hafta sonum, binlerce insanla bir tribünde istiklal marşı söyleyerek geçiyor. sabah erkenden olympos'un önünden geçerken de, işime epey geç kalacağımı fark ediyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-IbpKSMsHUGs/T98vR96VtlI/AAAAAAAABjM/AIUbhQ0w6AU/s1600/gw.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="166" src="http://1.bp.blogspot.com/-IbpKSMsHUGs/T98vR96VtlI/AAAAAAAABjM/AIUbhQ0w6AU/s640/gw.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-3153241906758550242012-06-14T16:42:00.000+03:002012-06-14T16:42:18.478+03:00none weekend<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">ağzımı sadece bira içmek ve yemek yemek için açacağım ve tahminimce bunu senede bir kez olma kaydıyla gelenek haline getireceğim none weekend projesi ilk defa dün aklıma geldi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">evden işe gelmiş, bilgisayarımı açmış ve insanın ensesinden bastıran bir sıcağın gavurluğunda deri koltuğuma da oturmuştum. "sinan sülün'e bir bak, akraban çıkabilir" diyen adlı yorumculardan lou'nun yaktığı fitil, beni harikulade bir öykünün önüne götürüp bıraktı. sanki yeterince sinan sülün okuduktan sonra ona özenmiş bir yeni yetme gibiydim, paralellikler epey fazlaydı. içimden bir ses, kazandığının bir kısmıyla neden düzenli olarak kitap almıyorsun pejmürde diye sordu. haklıydı, yeni bir tab ve kitap satan herhangi bir site. sinan sülün-karahindiba'nın yanına bundan çok önce kulağıma fısıldanan hasan ali toptaş-gölgesizler, jack kerouac - beat kuşağı ile alper canıgüz-oğullar ve rencide ruhlar. dört kitap birden. sahafları dolaşıp kitapları kovalamanın o eski günlerde kalmış heyecanından azade, kredi kartımı çıkarıp rakamları kutucuklara girdim. kitap almanın bilindik mutluluğu, birkaç gündür üzerimde dolaşan ve ana tarafından akrabalarını sövdüğüm kara bulutları savurdu. hafta sonuna yetişebilirler ve konuşmadan geçireceğim harikulade iki güne yarenlik edebilirlerdi. bir hamak, bir ahmak ve dört de kitap. bana uyar, soğuk biralar kucağımda ve içi boş şişeler de hamağımın hemen kenarında.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kuzenin mezuniyeti için eskişehir'e gidecek olan anne babadan arta kalan geniş düzlüklerde zihnimdeki atları koşturabilir, sonra da yıldızları izlemeye gidebilirim. bu aralar erkenden uyandığımdan güneşin denizin üzerinden yükselmesine de tanık olabilirim. iki uzun gün, bir yerlerde içip içip kitap okuyacağım kesin fakat yer konusuna karar vermedim. kaş festivali yeterince can sıkıcı olacaktır gürültüsüyle, meis'ten de kaş'a şimdilik yüzemeyeceğime göre başka bir yer bulmalıyım. arabanın anahtarını bıraksalar bile henüz bir kamyonu sollayacak deliyürekliğe erişemedim. hani yarısında vazgeçersem sollamaktan geri dönüşü de olmaz. araba sürmenin bu kadar sıkıcı olacağını tahmin etmemiştim, sürekli ya vitesle uğraşıyorsun ya da her an canına kast edecek başka araçları kontrol etmeye çalışıyorsun. zıkkımın dibi, okumayı öğrendiğimden beri arabada kitap okur ve ara sıra kafamı kaldırıp sağı solu izlerim. motor devir göstergesinin vites arttır diye yalvarmasını hiç umursamam. hem arabayla sağa sola gidersem, gittiğim yerlerde içemem. artık tuborg satan resmi pansiyonumda, bir portakal ağacının altına yılan gibi çöreklenmek ve susarak içmek en güzel seçenek gibi. willy denilen kıvırcık şeytanı çağırdım fakat gelmedi, çok sıcak olurmuş. gerçekten haklı, bu sıcakta hem kendine hem de bana eziyet ederdi. iki gün boyunca sesimi duymamak ve başka seslerden arınmak iyi olacak, konuşursa da freddie mercury konuşsun, gilmour gitarını çalsın. gücünü resmiyetten alan deli saçması evraklar çekmecemde kalsın, insanın hayal gücü de kelimelere dökülsün önümden geçsin. ne yapabilirim yani? tüm kainatı değiştirmeye çalışacağıma, hamağımda sallanır ve zamanda yolculuk yaparken hafiften kafayı bulurum daha iyi. hem kendi başıma da gayet güzel geçinebiliyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">masaya iki bira söylüyor, ikisini de ben içiyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-BuiWvftb_j4/T9npfjgWB_I/AAAAAAAABi0/_3bO7Gc_Tg4/s1600/none+weekend.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="232" src="http://2.bp.blogspot.com/-BuiWvftb_j4/T9npfjgWB_I/AAAAAAAABi0/_3bO7Gc_Tg4/s640/none+weekend.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-29200884882570154162012-06-14T10:53:00.002+03:002012-06-14T10:55:53.678+03:00bir depremin etrafında<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">çıralı'nın sonundaki tek ağaçlı küçük adanın etrafında dolaşıp bir sürü balığı takip ettikten sonra, tuborg şemsiyesinin altındaki koltuğa oturmuş ve soğuk tutmayı başardığım birayı da yarılamıştım. deniz berrak ve sakindi, biraz uzakta üstsüz bir kadın güneşleniyor ve ara sıra kalkıp denize giriyordu. hemen karşıyı gösteren göğüs uçları ise iki dev göz gibi sağı solu tarıyor ve denizi izleyen bir genci ürkütüyordu. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">o sırada koltuğumun altından sanki dev bir yeraltı canavarı geçiyormuş gibi sallanmaya başladım. acaba babam mı ayağıyla sallıyor diye ona baktım fakat bir hareket yoktu. annem de, diğer tüm günlerde yaptığı gibi kitabını okuyordu. birayı kafaya dikip "sanırım deprem oldu" dedim. yerlerinden doğruldular. bir birayla sarhoş olup halusinasyon görecek değildim. bir birayla sarhoş olsam şimdiye biriktirdiğim paralarla çeyizimi dizmiştim. plaj halkında ufaktan bir kıpırdanma olup az açıkta da ölü bir caretta su yüzüne çıkınca bir şeylerin olup bittiğini anladım. fethiye açıklarında deprem olmuş ve izmir, denizli, antalya, mersin hatta adana'dan bile hissedilmişti. depremleri, önümde yedi katlı bir bina yıkılmadığı ve taşları da ayağıma çarpmadığı sürece pek hissetmiyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">paniğe kapılmadan sahilde oturmaya devam ettik, hiçbirimizde ölüm korkusu yoktu. hayata da sıkı sıkı sarılmıyorduk. dev bir dalga gelip tüm coğrafyayı silip süpürse bile bunu umursamazdık. babam, komşumuzu aradı ve apartmanın yıkılıp yıkılmadığını sordu. yıkılmamış fakat epey sallanmışlar, büfeleri olan berbat evler daha fazla zarar görmüş. bizim evde büfe yoktu, olmayacaktı da. panpa ise kafesinde güvendeydi. devrilirse bir tek akvaryum devrilirdi ve hepsine tek tek isim vermek yerine komple sefiller dediğim balıklar da nazarımda pek önemli değildi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">çantadan son birayı çıkardım ve led zepp dinlemeye başladım. birkaç biradan sonra algı kapılarım sonuna kadar açılıyor ve her notanın farkına varıyordum. bonzo'nun davulu, page'in gitarı ve plant'ın ilahi sesi. ölüm denizden mi gelsin, yukarıdan mı insin? bu ne ilk hayatımdı ne de son, belleğimdeki zamansız anılarım bir öncekinden kalmaydı. belki de ilk gördüğüm andan itibaren aramızda büyük bir bağ olduğunu hissettiğim kuru ağacı diken de, korsan gemisiyle olimpos'a yanaşırken yıldızlara bakan eudemos da bendim. 60'lı yıllarda, daha otuz olmadan bir motor kazasında gittiğimi de buna tüm kalbimle inanarak yazmıştım. belki de yalan söylemekteki becerim, bunların yalan olmamasından, sadece önceki hayatlarımda başımdan geçen şeyler olmasından kaynaklanıyordu. başı sonu olmayan düşünceler ve sonu mutlaka gelen biralar.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">pazartesi akşamı olan ingiltere-fransa maçı için, antik kentteki klasik müzik konserine bile gitmedim. tekfen filarmoni, rhodiapolis'te fakat gerrard kaptanlığındaki ingiltere milli takımı da fransızlar karşısındaydı. maç o kadar sıkıcı geçti ki, çarşamba akşamına kadar üzerimdeki yük kalkmadı. bir yandan futbol şampiyonası, diğer yandan da kitapsız gibi 04.00'te başlayan nba final serisi ve tüm yükü sırtlamak yerine üçe bölünmesini istediği için miami'lere kadar gelen lebron'un tek kişilik trajedisi. cleveland'ta kalsa, bundan daha kötü olamazdı. şimdi wade'in moraline ve chalmers denilen ipli terazinin hassas dengesine bakıyor.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">doğal felaket bağımlısı insanlar da bu depremi fırsat bilip her gün yeni asparagaslarla hayatlarına renk katıyorlar. bir saat sonra daha büyüğü olacakmış deyip apartmanın önünde oturan cahil periler, deniz 150 metre çekildi bu akşam kesin geliyor diyen gözü yoldalar, deprem öncesi gelen sesi herkese anlatan eli kulağındalar... bir hobbit diyarı gibi yaşadığım coğrafya. onların arasında dolaşıyorum fakat onlardan biri değilim. dediklerine inanmıyor sadece ilgi çekici buluyorum. 150 metre ha, vay canına! kurban olduğum allah, orada olduğunu hatırlatmak için ara sıra yaparmış böyle ilgi çekici şeyler. insanı kendisine tapması için yaratan, ilgi için de depremler göndermiş çok mu? yine iyi, tsunamiden kaçmaya çalışırken göktaşları yollamıyor koşu yolumuza. aslında tek kelime etmeden geçireceğim hafta sonundan ve yeni aldığım kitaplardan bahsedecektim fakat halkımın nabzı ve paranoyaları her şeyden önemli. hele ki deniz manyaklar gibi geriye çekilmişken.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-WxSQiuAcM3Q/T9mYfyi7KuI/AAAAAAAABio/hzIh7aRgDUg/s1600/earthquake.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="http://4.bp.blogspot.com/-WxSQiuAcM3Q/T9mYfyi7KuI/AAAAAAAABio/hzIh7aRgDUg/s640/earthquake.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-18876330702324716422012-06-07T21:52:00.002+03:002012-06-07T21:52:27.934+03:00fortunate son<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sabahları beni ateşleyecek tek bir şey varsa, o da bir üyesi olmak için tarihteki tüm devletleri feda edebilecek kadar sevdiğim creedence clearwater revival'ın fortunate son'ıdır. sabah tıraş olup saçlarımı da ıslak-sert jöle ile dizginledikten sonra evden çıkarım ve daha asansör kata gelmeden şarkıyı açarım. özel sektörün rendesinden geçmeseydim eğer sıkıcı olduğunu iddia edeceğim işime giderim. fakat rende iyi işe yaradı, her akşam beşte ve cumanın sonunda pazartesi dönmek üzere çıktığım bir işte, ne işle uğraştığımın neredeyse hiç önemi yok. zeka dolu projelerle cumartesi dahil uğraşacağıma, alırım jandarma ve zabıtayı ardıma; projeye aykırı binaların kontrolüne giderim. koltuğumun altına sıkıştırdığım projeyi olay mahaline varınca açar ve ciddiyetten taviz vermeden binanın etrafında dolaşırım. yazdığım tutanaklar detaylıdır, sözlüğe başucu eseri yazarmış gibi yazar ve en az üç paragraf olumsuzluk yaratırım. işim olumluyu ödüllendirmek değildir. işim, mülki amirin isteği üzerine ruhsata aykırı inşaatı tespit etmek ve orayı kapattıracak sebepler bulmaya çalışmaktır. çünkü otel ruhsatı olan çirkin binada fuhuş yapılmakta ve kumar oynatılmaktadır. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">herkes her şeyin farkındadır aslında fakat yasal gerekçelerin altına odun atmak, onu harlamak gerekir. bu ülkede kanunlar işler mi bilmem ama bunun işlemeye çalışmasından bile bir sürü memur ekmek yer; kimi her ayın onbeşinde yatan maaşıyla ev taksidine girer, kimi de hafta sonları bira parasını çıkarır. mekanın sahibi baş pezevenk ellerini önünde kavuşturur ve tatlı dilli olmaya çalışır, onun da humma sarısı gözleri vardır. sermaye olarak kullandığı ve hayatın sillesini, belki de hayata gelmeden önce yemiş kadınların gözlerine bakarsın ve bu dünya'nın cennet olmadığını o zaman anlarsın. üzerlerinden binlerce çirkin ve leş kokan erkek geçmiş kadınlar, kendi bedenlerini geride bırakmış ve belki de ruhlarını kaybetmiş kadınlar; devlet erkanını siklemeden sigara yakar ve dumanı tavana üflerler. tavanlar sigara dumanıyla astarlanmış gibidir, her yer kötü kokar. elinde projeyle binanın içinde dolaşır ve projeye aykırı yerler bulmaya çalışırsın. kadınların mevzuatta yeri yoktur, vücutlarındaki morlukların da. bedenler üzerinden siyaset yapan bir sürü büyükbaşın yönettiği ülkede, onlar gibi olmadan fazla devam edemeyeceğini bilirsin. gitmek istersin ama gidemezsin, kalmaya çalışırsan da her gün lanet edersin. projeyi katlar, birkaç fotoğraf çeker ve notlarını aldıktan sonra da eve gidersin. senin mesain biterken, kadınlarınki yeni başlar. baş pezevengin önünde kavuşturduğu ellerine bakmak bile istemezsin, iğrenirsin. bu devlete sonsuza kadar memur olmak için kpss'ye çalışmak içinden gelmez, ne olacaksa olsun der ve erkenden uyursun. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">günler geçer, su akar yatağını bulur. yatağını bulamayan sular motora dönüşür ve yolların üzerine çıkar; sen kötü bir günün ardından eve dönerken, yanından yedi tane bmw r1200gs geçer. özgür kuşlar gibi süzülenlere bakarsın, artık onlardan biri olmadığın aklına gelir. düşünceler bir imbikten süzülür gibi yoğunlaşır ve daha fazla düşünmek yerine cep telefonunu çıkarırsın. onlarca uygulama arasından seni oyalayacaklara parmağının ucuyla dokunur ve 140 karakterlik twitter sarkacıyla sağı solu dağıtırsın. saçmalamak beyninin tüm odalarını açar ve sınırları kaldırır. petrolcü dinçer azaphan'dan kpss'nin saçma sorularına, nato genel sekreteri eyidur gudyonsen'den eve kız atmaya çalışan fakat daha evin icat olmadığı zamanlarda yaşadığı için ne yapacağını bilemeyen avcı toplayıcıya, 666'a takılıp kalmış lanetli takipçi sayısından nasa'dan satılık temiz uzay gemisine dek. tüm aklındakileri bir bulamaç haline getirir ve 140'lık kalıplar halinde piyasaya sürersin. aralarından birisi belki hayatın anlamıdır ama hayatın pek anlamı olmadığını da yaşadıklarından bilirsin.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sabah çıktığın eve akşam üstü dönerken de, paradoks seninle birlikte adımını atar eşiğe. genç yaşta gideceklerini bildikleri için mi tutkularını takip ederler yoksa tutkularını takip ettikleri için mi erken çıkarlar? soru aynı kalsa da cevap her gün değişir, aklındakileri bir kenara iteler ve hoşbulduk anne deyip sarılırsın. neden gitmediğini o zaman bir kez daha anlarsın.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-Itkv7wXWRLk/T9D4Fre3wdI/AAAAAAAABic/lcKzGdO7_fI/s1600/fortunate+son.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="326" src="http://3.bp.blogspot.com/-Itkv7wXWRLk/T9D4Fre3wdI/AAAAAAAABic/lcKzGdO7_fI/s640/fortunate+son.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-26447691671933504542012-06-05T14:20:00.001+03:002012-06-06T08:19:42.018+03:00many moons ago<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kabası bitmiş bir inşaatın ikinci katında ve hem suçlu hem de güçlü bir müteahhitin, zeus'u kıskandıracak denli büyük öfkesiyle karşı karşıyaydık. adam projeye aykırı işler yapmış olmasına rağmen inşaata gömdüğü paradan ve iflas etmek üzere olduğundan bahsediyor, sarıya kaçan gözlerinden kıvılcım çıkartmaya çalışıyordu. zerre umursamadım. elimde olsa tüm çirkin apartmanları tek gecede yok eder ve en fazla iki kata, o da bir şeye benzediği takdirde izin verirdim. projede ne varsa onu istediğimi ve aksi takdirde imza atmayacağımı, sakinliğiyle insanı çileden çıkartan robotlar gibi ekledim. her şeyin başında boyun eğersem, beş seneye kalmaz kimseye söz geçiremezdim. merhametten marazın doğduğu ve gün boyunca tepede ikinci bir güneş gibi dikildiği bu coğrafyada herhangi bir çekincem yoktu. sonsuza kadar yaşamayacağım gibi memur da olmayacaktım. yobazların şiddet ve büyüklüğünün her geçen gün biraz daha arttığı bu topraklara da pek bir bağlılığım kalmadığından, belki de beş sene sonra paris'te olacak ve bir kadeh daha şarap içtikten sonra gelip geçene büyük bir huzurla bakacaktım. ara sıra gördüğüm gelecekten anlık parıltılarda apartmanlar, sarı gözlü müteahhitler ve oturma odaları yoktu. başka bir ülke, bir okyanusun lacivert kenarı ve ağaçlar. belki de kuzey avrupa'nın kar birikip de yük yapmasın diye dik çatılı renkli duvarlı tip evleri. instagram'dan takip ettiğim kadarıyla tuborg içen çok güzel norveçli kızlar vardı ve benimle son yudumu paylaşmak isteyebilirlerdi.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">elfleri andıran norveçli kızın imgesiyle birlikte çirkin inşaatı ardımda bırakıp başka bir kontrole, mezarlık düzenlemesine gittim. yaşayan insanların onları çirkinleştiren hırsları ve nefretlerinden sonra, her şeyi geride bırakıp yükselmişlerin arasında huzur buldum, ruhlarına dua okudum. ne kadar yaşadığının pek önemi yoktu, nasıl yaşadığın da sen gittikten sonra iz bıraktığın insanlarda yankılanıyordu. "eğer böyle uğurlanacağımı bilsem alnımı secdeden kaldırmazdım" diyen adam geldi aklıma, eylülün son gününde ve son yağmurunda bize bunları söylemişti. yağmur başlamış, dinmiş ve sonra da pırıl pırıl bir güneşe yerini bırakmıştı. mezarların arasında dolaştım, öğleden sonra defnedilecek annelerinin mezarı başında duran iki kardeşe baş sağlığı diledim, yapabileceğim bir şey olup olmadığını sordum. onların acısını yüreğimin derininde hissettim. 78 yaşındaymış ama dinçmiş anneleri, sabaha karşı hiç acı çekmeden gitmiş. zihnim, zamanın yanılgısından kurtuldu. acılarımla birlikte kardeşçe yaşamayı sonunda başarabilmiştim, kavga etmeye gerek yoktu çünkü sonrasında ne olacağını bilmiyor, ancak hayata bakış açımıza göre tahminlerde bulunabiliyorduk. şahitlik eder misin bilmem de, hayal kurma konusunda fena değildim. şimdimi işim nedeniyle mütahhitler ile harcarken, geçmişte kardeşimle bir deniz kenarında oturabiliyor ve gelecekte de bir avrupa ülkesinde dolaşabiliyordum. paris'i görmeyi çok istiyordum. montemartre'de gün batışı güzel olur diyordu belirsiz belleğim. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">mezarlıktan sonra dayreye geldim ve on the road'ı açıp ölüm ile ilgili ne var ise "death" yazarak arattım. jack de benimle aynı fikirdeydi ve defalarca kez doğup öldüğümüzü ve bunun gayet kolaylıkla olduğunu söylüyordu. kitabın ölümle olan kısımlarına göz gezdirdikten sonra yüzyıllık yalnızlık'a geçtim. yol arkadaşlarım bu yollardan daha önceleri defalarca geçmişti. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">"I realized that I had died and been reborn numberless times but just didn’t remember </span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">especially because the transitions from life to death and back to life are so ghostly easy, a magical </span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">action for naught, like falling asleep and waking up again a million times, the utter casualness and </span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">deep ignorance of it."</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bütün bunlara rağmen yine de başka bir gezegende yaşamayı ve maden suyu gibi bira kaynakları gürüldeyen bu sevimli gezegenin birden çok uydusu olmasını, ayda bir dolunay yerine iki saatte bir aydan daha büyük cisimlerin tepemizden geçtiği bir gökyüzü panayırını istedim. mütahhitler ve bunları dizginlemeye çalışan belediyelere gerek yoktu. her neye inanıyorsa bunu silaha dönüştürüp kendi gibi olmayanlara doğrultanları daha fazla görmek ya da aptallıkla harmanlanmış bir kötülüğe meyletmişlere tahammül etmek istemiyordum. peşin satan göbekli yavşağın kaybettiği, iyi niyetinden dolayı veresiye satan fakat her gün sefalete sürüklenen o garibanın kazandığı başka bir gezegen istiyordum. hani kimsenin çok çalışmasına gerek olmadığı, beton santrallerinin hiçbir dönemde ortaya çıkmadığı bir ütopya. aldous huxley gelsin, beni de vosvos minibüsüne al panpa yeterince canım sıkkın, desin.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">artık bir kitabı baştan sona okumak yerine, bir kelime seçiyor ve etrafında ne olup bitiyor ona bakıyorum. teknoloji bana böyle bir seçenek sundu, var mıdır acaba aynısı olmasa da bir benzerini yapan? eğer var ise onunla galata köprüsünde salep içmek ve yağan karın ardından kalan kente bakmak isterdim. eğer salepten tiksiniyorsa, köprünün ayağından kırmızı tuborg alıp iç cebimizde ürkek bir güvercin taşır gibi yürürüz cağaloğlu tarafına. cebimizde kanyak ile st. antuan ayinlerinden çıkanlara odaklanmaya çalıştığımız o istiklal zamanlarına da selam olsun, bir daha uyanamayacak kadar içtikten sonra hep uyandık; şimdi dokuz birayı devirsem bile her şey olduğundan daha güzel gelmiyor. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">ne kadar uzun zamana yaydım şu yazıyı, öyle ki belediyenin bahçesinde tüm memurlar toplanıp kısır bile yaptık. turşu ve marul da vardı, üstüne tulumba tatlısı. ben bulgur ve kolayı aldım, başkası da tabağı ve zoru. ne zaman kolayı desem, ardından zorunu da eklerim bilirsin. bu, hayattaki bir sonraki serüvenimde şimdiki halimle tanışmak için yaptığım küçük bir numara sadece. "kolayı ve zoru", insanın aynı hayata defalarca geldiğinin ispatı olacak.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">eh madem kontrolü kaybettik, türk kahvesi arası verebiliriz. güllü bir fincanda gelen kahvenin iki dakika sonrasında çay geldi. canım da çifte kavrulmuş hacı bekir lokumu çekti, hani diş dolgusu yaptırıp kuvvetli bir lokumla onu tekrar sökmek ve diş hekimimle dövüşmek istiyorum. bir manyaktan memur yapmaya çalışan sistemin içinde bir dişli olduğumu söyleyebilirdim fakat birkaç saat önce, sırt mesafesi yaklaşık iki metre olan bir düğün sandalyesi gördüm ve tüm gezegenin kafayı yediğine emin oldum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">her neyse, iki hafta sonra meis-kaş arası 7.5 km'lik bir yüzme yarışı varmış. o kadar mesafeyi ancak koşarak geçebileceğimden bu sene de katılamayacağım, hala bir suyun üzerinde koşan sinir hastası kertenkele değilim ama rüyamda da olsa o mesafeyi bundan tam üç sene önce yüzmüştüm. nereden mi biliyorum? sözlükte meis başlığına yazmışım zamanında. mies'e ne kadar da benziyorsun lan meis; aidiyetim sanki bir önceki yüzyıldan ve binlerce dolunaydan kalma. 29 yıla yaklaşan bir hayat değil bu, çok daha öncesinden artık ne varsa.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-MjjwSscN7zk/T83raYhYuOI/AAAAAAAABiQ/4bWNQoCZ4B8/s1600/tuborger+moon.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="274" src="http://1.bp.blogspot.com/-MjjwSscN7zk/T83raYhYuOI/AAAAAAAABiQ/4bWNQoCZ4B8/s640/tuborger+moon.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-28709547869245385062012-05-31T09:17:00.000+03:002012-05-31T09:17:54.191+03:00tavanabakanlar<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i>aradan tam iki sene geçtikten sonra yine evde uyandım fakat bugün uzanıp da tavana bakmadım. babam, beyaz gömleğimi ütülerken annem de kahvaltı hazırlıyor ve işe geç kalmamamı tembihliyordu. panpa ise dışarıdaki kuşlarla iktidar mücadelesine girmiş bağırıyordu. mayısın sonunda olmamıza rağmen hava oldukça serindi, bulutlar denizin ve dağların üzerine çökmüştü. şuursuzca evin odalarında dolaşırken annemin en sevdiğim uyarı-nefret söylemi-nasihati da geldi : "oğlum, gerizekalı olma" . buzdolabını açtım ve geri kapattım. dakikalar azalırken gömleğimi giydim, dişleri fırçalayıp saçıma eser miktarda jöle sürdükten sonra evden çıktım. artık ne yapmam gerekiyor diye tavana bakmıyor, başka bir tavanın altında çalışıyordum:</i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i><br /></i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><i>... 2 years ago...</i></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">hayatımın geri kalanında ne yapmam gerektiğini halının üzerinde uzanıp tavana bakarak düşünüyordum; boş bir tavan bazen bir aynanın söyleyebileceğinden fazlasını söylüyor. boşluk, ne bakmakla bitiyor ne de yazmakla doluyor. beyaza boyanmış bir tavan, insan zihninin hiçbir şey öğrenmeden önceki muhteşem yalınlığı gibi tertemiz uzanırken, hayatımın geri kalanına kalansız bölünmek istiyordum. üç kollu avizenin merkezini alnımın çatalına denk getirecek şekilde uzanmıştım ve düşüncelerimin benden bağımsız gelişmesini izliyordum. bir yanım, dünyanın öteki ucuna gitmemi ve yeni bir hayata başlamamı, buna hiçbir şeyin engel olamayacağını söylerken; diğer statik yanım ise evde oturup bu yörede işe girdikten sonra herkesinki gibi bir hayata alışmamı öğütlüyordu. hafta sonları pikniğe gidip et yermişiz, hafta içleri ise okey oynarmışız balkonda. kazandığım para yanıma kar kalırmış, evimi arabamı alırmışım birkaç sene içinde. gerçekten dünyanın en sıkıcı içseslerinden biriydi ve halıda uzanırken sürekli bir şeyler fısıldıyordu. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">birbirinden tamamen habersiz iki yanım var ve tüm dengesizliğim bu iki yanın hangisinin ağır basacağını önceden kestiremememden kaynaklanıyor. gözlerimi bir açıyorum ki yoldayım, başka bir şehrin sokaklarında yürüyüp hayatın ne kadar hızlı değişebileceğine şaşırıyorum. bazen de bir bakıyorum, hareket etmeden haftalar geçmiş. eklem yerlerimden çıtırtılar gelirken, on bin yıllık uykusundan uyanan mumyalar gibi bir yerlere yürümeye çalışıyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">her neyse; uzun zaman sonra eve geri dönmüştüm ve kimselerin olmadığı bir oturma odası mevsiminde, halının üzerinde uzanıp sabit gözlerle tavanı izliyordum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">televizyonda premier ligde bu sezon atılan en güzel goller vardı, açık bilgisayarımdan jeff buckley "dream brother" diye destek oluyordu. ev halkı ortalıkta yoktu, bir bardak viskiden sonra dönen başımı halıya sabitlemiş ve dünyayı kendi eksenim etrafında çevirmeye başlamıştım. yalnızlığı, içmeyi, müzik dinlemeyi ve insansızlığı o kadar özlemiştim ki yatay yükler gelinceye kadar halıda saatlerce kaldım.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sonra tepemdeki avize sallanmaya başladı, dünyanın en talihsiz balıklarının yaşadığı akvaryuma bakınca deprem olduğunu fark ettim. evin döşemesi hareket halindeydi, yatay yükler apartmanı beşik gibi sallarken tek isteğim çerçeve sistemin kararlılığını korumasıydı. taşıyıcı sistemler dersinden aklımda kalan birkaç şeyden biriydi bu, diyafram görevi görmediği takdirde yıkılacak bir binanın içindeydim ve hayattaki son dakikalarımın "hayatımın geri kalanında ne yapmam gerektiğini" düşünerek geçmesini istemiyordum. avizenin güdümünden çıkıp bir metre sağda uzanmaya devam ettim, deprem bitmişti. içki içmeyi unutan bünyemin bana oynadığı bir oyun zannettiğimden yerimden güçlükle kalktım ve bilgisayarın başına geldim. kandilli rasathanesi antalya'da bir deprem olduğunu onaylıyordu, demek ki bir yudum viskiye iyice sapıtan biri olmamıştım hala. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bilgisayarın başından kalkarken no surprises'ı ayarlayıp tavana bakmaya, oturma odasının ciddi koltuklarının arasına uzanmaya gittim. kendi odamın tavanı geleceği görmek için yeterince geniş değildi, hem ucu sivri avizesi olmadığından da bana ölümü ve hayatın değerini hatırlatamazdı. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">her şeyin karşıtıyla var olduğu bir dünyada ne isteğimi bulmak ve yolumu çizebilmek için, önce ne istemediğimi tanımlayabilmeli ve gitmek istemediğim yolları bilmeliydim. özgürlüğümün sınırlarını çizebilmek için, tutsaklığın ne olduğunu gözüm kapalı bile tarif edebilmeliydim. vatani görev sonrası, iş hayatı öncesi bir noktadaydım ve halının yaklaşık yarım metre üzerinde boşlukta asılı kalıp tavanı izliyordum. yerçekimini bile iptal edebilirken, çalışmaya neden bir şey yapamadığımı merak ediyordum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">birbirinden tamamen bağımsız içseslerimden birisi "burada çalışalım" derken, diğeri "yurtdışında çalışalım" diye fikir veriyordu. çalışacağımı ikisi de biliyordu, sadece lokasyon konusunda kararsız kalmışlardı. beyaz tavan, başka bir gezegenin atmosferi gibi tepemde uzanırken, yarı tanrı arayan mimarlık ofisleriyle uğraşmak istemiyordum. portakal ağaçlarını kesip yerine yarrak gibi bina dikmekten başka bir şey yapmayan yöre mimarlığından da pek umudum yoktu. mimarlık fikri iyi olsa da işin içine inşaat girdi mi tüm tadım kaçıyor; tuğlayla, işçiyle, kapı ve pencere sistemleriyle, 3+1’iyle, 3’ün 1’iyle uğraşmak istemiyordum. akademik kariyer yapmanın ve fikir bazında serüvenime devam etmenin en mantıklı yol olduğunu anladığımda zaman epey geçmişti. güneş portakal ağaçlarının üzerinden batarken, henüz kaba inşaat halinde olan bir heyula da siluetinden bile belli olan çirkinliğiyle dikiliyordu.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bir dönüm portakal bahçesi yeterliydi belki de, zemine yayılmış ve yeşilin içinde kaybolmuş küçük bir evin planını görür gibi oldum. parmağımı tavana doğru uzatıp hayali projeyi çizmeye başladım, evin duvarlarına pastel boyayla girişen bir çocuktan tek farkım askerliğimi yapmış olmamdı.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-xh4p6jWVCqQ/T8cMxkcBz3I/AAAAAAAABh8/5VpofYT5eHU/s1600/look-up.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-xh4p6jWVCqQ/T8cMxkcBz3I/AAAAAAAABh8/5VpofYT5eHU/s1600/look-up.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-71791505203335111392012-05-30T20:39:00.002+03:002012-05-30T20:43:20.151+03:00mayısın sonu<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sekiz ay oldu. </span><span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">aynı coğrafyada olup da sağa sola bir sal gibi sürüklendiğim upuzun bir sekiz ay. çağlar'ın gittiği gün ana rahmine düşen bir bebek, dünya'nın en güvenli yuvasındaki sekizinci ayını doldurdu ve çağlar'ın bundan 25 sene önce yaptığı gibi 10 temmuz'da dünyaya gelmesine pek bir şey kalmadı. mayısın sonu, temmuzun onu. zamanın, başkası tarafından belirlenmiş bölümleri. acıların üstesinden geldim mi yoksa henüz acı çekmeye başlamadım mı onu bile bilmiyorum, aşılamayacak denli sarp ve yüksek bir dağın ilk adımlarında mıyım yoksa? net cevaplar yok. önkabuller üzerinden gidiyorum. önkabuller, buz tutmuş yamaçlara sapladığım emniyet kazıkları. onlar olmasa bir anda uçuruma yuvarlanır ve sonsuza kadar düşebilirdim. çarpmazdım ama her an çarpabilecek gibi tedirgin beklerdim yıllar boyunca. önkabuller, ışığın girmediği çok derin bir mağaradaki elf ışığım. büyülü sözcükleri söyleyince çevremi görebiliyorum, daha hızlı düşünüyor ve zihnimi meşgul ediyorum. aynı anda, hem imar mevzuatı okuyup inşaatları denetlemeye gidebiliyor hem de bu dünyanın gerçek bir yanılsama ya da photoshop'ta olduğu gibi basit bir layer olduğunu iddia edebiliyorum. geçmişteki bir günü bir kez daha doyasıya yaşarken, emniyete kadar gidip ehliyet almak için parmak izi verebiliyorum. belediye başkanı ciddi bir şeylerden bahsederken, denizliğe konan küçük kuşları izleyebiliyor ve daha önceki hayatımda güney amerika'da bir yerde yaşayıp kavruk tenimle mavi duvarlı eski bir evin önünde kahve içtiğimi hatırlayabiliyorum. böyle olunca, bu dünya'nın gerçekliği ve getirdiği acılar da önemini yitiriyor; başka birisinin gördüğü düş olup olmadığımdan bile emin olamıyorum. doğru düşünmekten başka hiçbir çıkar yolu yok, o yüzden zihnime teslim oluyorum. geri getirmek koşuluyla, beni istediği kadar yükseğe çıkarıp uzağa götürmesine izin veriyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">gabriel garcia marquez, douglas adams, jack kerouac, jules verne ve ihsan oktay anar'dan oluşan iyi bir ekibimiz var, güneşin sarısını yol boyunca yediği için rengi hafiften yeşile kaçan mavi bir vosvos minibüsteyiz. yatağanlarını kuşanan yeniçerileri ardımızda bırakalı yüzyıllar oldu, sürekli ilerliyoruz. dosdoğru. denize ulaşıncaya kadar ayağımızı gazdan çekmiyoruz. gündüzleri ben sürüyorum, geceleri de jack. gabriel, adını sakladığı bir melekten aldığı havadisleri küçük kağıtlara yazarken, ihsan oktay da minibüsün arkasındaki eski bir döşekte uzanıp düş görüyor. douglas alaycı bir tebessümle jules'in yazdıklarına göz gezdirirken, jules ise pencereden dışarıyı izleyip çeşitli hesaplar yapıyor. minibüs benim için yavaş, jack için normal, jules için ise inanılmaz hızlı. douglas için ise tamamen bir yanlış anlaşılmadan fazlası değil. telif haklarından gelen paralarla hem yakıtımızı hem de yiyecek içeceğimizi alıyoruz. buz fabrikasının önünden büyük bir kalıp buz aldığımız günler, buz eriyip yok olana kadar rakı içiyoruz, gabriel epey seviyor. dedeme çok benziyor fakat aynı yaşta olmalarına rağmen dedem ondan atmış sene önce rakı içmeye başlamış. belki elli sene önce amerika'dan gelen çalışma davetini kabul etseydi yolları kesişirdi bir kıtanın ucunda, dedem son kalan boğma rakısından bir fincan da dilini bilmediği bu adama ikram ederdi. fakat, nenemin gördüğü rüya onları amerika yolundan alıkoydu. bir rüya, ailemin gerçeğini sonsuza kadar değiştirdi. ben de bu rüyanın içinde başka rüyalar görüyorum işte, bazen yakamozun kıyısına park edip kitaplardan bahsediyoruz. bir tek benim kitabım yok, dolayısıyla teliften hiç para gelmiyor. devlet memuruyken bir kenara attığım paralar suyunu çekmek üzere fakat bunu sorun etmiyorum. dolunay olduğu geceler, jules ile uzun uzun aya bakıp aynı şeyi düşünüyoruz. jack biraz fazla içiyor, döşekte uyuyan ise sadece diğer tarafına dönüyor. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">her şeyin bir sebebi olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. bir şey olacaksa olur, olmayacaksa olmaz. eylemin kesinliği, zaman, mekan ve araca bağlı olarak değişmez; eylem vardır ve diğerleri bunun üzerine şekillenir. önce zaman gelip seti kurar, sonra mekan uğrayıp detayları halleder ve araç da işi tamama erdirir. her şey göz kırpması kadar kısa sürer, başkaları buna ömür der. atmosfere giren bir göktaşının yanarak parçalanması ve bir süpernovanın milyarlarca yıldan sonra yok olması arasında pek zaman farkı yoktur. douglas'ın da dediği gibi, zaman sadece basit bir yanlış anlaşılmadır. jules ise zamanda yolculuk yapmanın fiziğe değil zihne bağlı olduğunu ve farklı zamanlarda yaşamış insanların aynı mekanı ya da renginin ne olduğu bir türlü belli olmayan bir minibüsü paylaşabileceğini söylüyor. döşekten doğrulan ihsan oktay ise, zamanı geriye çevirebilecek bir devirdaim makinesinin çizimini dahi yaptığını mırıldanıyor. jack, bütün bunları dinlerken biraz daha içiyor. içmediği zaman sarhoş oluyor ve içmemeye devam ederse durumu daha da ağırlaşıyor. akıl hastanesinden kaçmış bir minibüs dolu adamız, polis ehliyet ve ruhsat sormak için yaklaşırken anında başka bir boyuta zıplayabiliyoruz. muson yağmurlarına denk geldiğimiz zaman, douglas bu kahrolası yağmurların ona ingiltere'yi hatırlattığını bir kez daha hatırlatıyor. bitmeyen yağmurlardan, yağmur sonrası açan güneşten ve hatta gökkuşağından bile nefret ediyor. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">eh artık üç uzun paragraftan ve zihnimin bize sunduğu küçük piyesten sonra bilgisayarı kapatıp bizimkilerin yanına gitme vaktim geldi, onların dikkatini küçük şımarıklıklarla dağıtmam ve acıya odaklanmalarını engellemem lazım. iyi idare ediyorum. yeniden karşılacağımız güne kadar da idare edeceğim, hem kendimi hem de kendimden geriye kalanı. mayıs yarın bitiyor ve mayısta sevdiğim gibi aralıkta da seni çok seveceğimi biliyorsun. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-nA_OEotaPOA/T8ZZvuCOqkI/AAAAAAAABhw/35VgUZsrcXQ/s1600/may%C4%B1s%C4%B1n+sonu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-nA_OEotaPOA/T8ZZvuCOqkI/AAAAAAAABhw/35VgUZsrcXQ/s1600/may%C4%B1s%C4%B1n+sonu.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-7198240886432932012-05-28T08:57:00.000+03:002012-05-28T08:57:00.154+03:00pazartesi üçlemesi<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">dünya dört buçuk milyar yaşında... insanoğlu ise langır lungur dolaşmaya yaklaşık iki milyon yıl önce başlamış. ondan önce ağaçtan inmek ya da sudan çıkmak konusunda beyin fırtınası yapıp sesli düşünen formların olduğu söylenmekte. haftayı uydurmak ve bunu yedi güne bölmek ise ne dünya ne de insanlık kadar eski. en azından pazartesi sendromu çeken dinozor kalıntılarına henüz rastlanmadığından, bu sendromdan sadece insanlığın suçlu olduğunu, yine kendilerinin uydurduğu tabirle pazartesi sendromunun insanlık suçu olduğunu söyleyebilirim.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">ben ise 28 yaşındayım. bu da yaklaşık 1436 tane pazartesi ediyor. istisnasız her pazartesi sabahı, başımın belada olduğunu ve bu sefer hiçbir yere kaçamayacağımı düşünüyorum. yanıp bittiğimi, peşimde olduklarını, bir daha cuma ya da cumartesiye ulaşamayacağımı hissediyorum. bu hisler beni tedirgin ediyor ve pazartesi akşamına kadar tedirgin bir balık gibi masanın kenarında bekliyorum. başımın belada olmadığını anlamam akşamı buluyor, pazartesi akşamı normale dönüyorum. salı günlerinin anlamsız olduğu ve yasaklanması gerektiği konusunda ingiltere kraliçesiyle aynı fikirdeyim, çarşambaları ise haftanın (5 gün ya da 6 gün çalışanlar için fark etmez) ortası olduğu için seviyorum. perşembe, hafta sonunun fermanını getiren yaldızlı bir elçi gibi. cuma ise "tamam bu haftayı da kurtardık" konulu kutlamalarla geçiyor. cumartesi öğleden sonra edilen paydos, cumartesi çalışmanın bel altı yumruklarını bertaraf ediyor ve tek tatil günü pazarda da, haftanın günlerine fazla takmamam gerektiğini düşünecek kadar geziyorum.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">ama pazartesi sabah oldu mu, ortalık birbirine giriyor. hele bir ayda beş pazartesi olunca daha bir sinirleniyorum. sana söylüyorum 2011 ocak, ayağını denk al. amına koyayım bir ayda kaç hafta var da ben beş tane pazartesiye girdim çıktım, onu anlamıyorum. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b>(31.01.2011)</b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">----</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"></span></div>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bedenim ruhuma "bugün pazartesi, yatmamız lazım" dediğinde bilgisayarın saati sabah dördü gösteriyordu. yatmayı unutmuş, belki de daha fazla yaşamak için reddetmiştim. yine yağmurlu bir sabaha uyanacak, aynı yollardan işime gelecek ve ilk kahvemi 9.56'da içecektim. yatmak isteyen bedenim, ruhumu çekiştire çekiştire yatağa götürdü. üzerime battaniyemi çekip dört saatlik bir uykuya adım attım.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">alarmı altı kere öteleyip, kalkmam gerekenden yarım saat sonra kalktım. gözlerimi açmak istemiyordum, tekrar freelance dönemine geri dönmek düşüncesi neon ışıklarla parladı. günde disiplinli bir 3 saat ile dünyaları çizebilirdim. diğer türlü, haftanın toplamında bile o kadar çalışacak gücüm olmuyordu. lcd monitör, içimdeki tutkuyu yutan bir canavar gibiydi. fazla baksam, beynim çürüyordu.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">temiz olan giysilerimi nereye koyduğumu bilmediğimden, k9 gibi koklayarak buldum. gümrüklerde uyuşturucu arayan eğitimli köpek olarak çalışmak düşüncesi geçti bu sefer. günde iki saat koko arar, onun dışında ağacın altında otururdum. belki başka k9'lar bulur, geceleri seks yapardım. sekse en zor ulaşan türün pazartesi işe gitmek zorunda olan başarısız bir şubesiyken, aklıma türlü saçmalıklar geliyordu ama keşke, evden çıkarken yatağıma bir baksaydım.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">azap yolumdan yürüdüm, her gün olduğu gibi ters yöne giren bir motokuryenin altında kalmaktan son anda kurtuldum. bu bile sıradan geliyordu artık. çarpsa neyse de, sanki içimden geçti; hayalet kuryeler görüyor olabilir miydim?</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">olmam gerekenden yarım saat sonra ofise gelip mecburen "günaydın" dedim. kimse dönüp bakmadı, daha yüksek sesle "merhaba" diye devam ettim. sesim bile çıkmadı. "ses tellerimi evde unutmuş olabilir miyim?" derken, bacaklarım da yoktu. bütün yolu boşa gelmiş, bedenimi yatakta unutmuştum. gece yatmak bilmeyen ruhum, sabah kalkmak bilmeyen bedenimle ne halt etmem gerektiğini bilmiyordum ama mouse tutmaktan aciz bir ruh ile akşama kadar çalışamazdım.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">mecburen aynı yolu bir daha yürüdüm, daha pazartesi öğlenine varmadan yorulmuştum. odama girdim, paşamız hala yatıyordu. öperek uyandırmak isterdim ama dudaklarım bile ondaydı. gerçekten kötü bir pazartesiydi. sabah on olmasına rağmen, ben beden-ruh senkronunu bile sağlayamıyordum.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">birazcık çaba ile ruhum tekrar hakimiyeti eline aldı. yataktan kalktım. giysilerimi koklayarak buldum yine ve aynı yolu bir saat içerisinde üçüncü kere yürüyerek işe geldim. neden geç kaldığımı açıklasam, "yarım saat önce gaipten günaydın duydunuz mu" diye sorsam, beni yadırgayacaklardı. telefon faturamı yatırdığımı, bankada sıra olduğunu söyledim. bu en azından kabul edebilecekleri bir yalandı.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">kahvemi biraz geç de olsa içtim, haftasonunu beklemeye başladım. ne güzel hayat lan, daha pazartesi sabahından cumartesi akşamını bekliyorum. elimden hiçbir sik gelmiyor.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b>(09.03.2009)</b></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">----</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">bugün ile birlikte hayatımın sanırım 1347. pazartesisini yaşıyorum ve hala alışamadım, hala sevemedim şu mereti. tüylerim diken diken oluyor, çizgi çizmek yerine 1983'ten itibaren pazartesileri sayıyorum takvimden. şu haftanın günlerini ve seneleri tam sayı yapsaydınız da kolayca hesaplayabilseydim. 7 ne? 52 ne? 365 ve dört sene de bir 366 ne? 3 kere baştan saydım, yine tam emin değilim. bir hafta 10, bir ay 50, bir yıl da 500 gün olsaydı, her şey eminim daha rahat olurdu. tastamam sayılardan; 10 ve 10'un katlarından ne zaman şaştık, o gün koptu kıyametimiz. tam sayı olmayan pi nedir yahu esteban? madem bu kadar önemli, yapıverin 10. matematikten tek bir çocuk kalmasın, pırıl pırıl olsun ortalık ama kendisine eziyet eden tek canlı olarak, daha da sadistleştik zaman içinde. bu gözler katlı integral, üç bilinmeyenli denklem gördü. x'e bilinmeyen demek, x'in artık bilinen bir şey olduğunu gösterir. dolayısıyla, bir şeyin bilinemiyor olması için adını koymaya bile çalışamıyor olmamız gerekirdi. </span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">pazartesi'nin bitmesine 2 saat kala</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">sabah delirmesiyle ne girişmişim yahu. zihnim, kesik kafalı atların çektiği renkli fayton gibi etrafımda takla atmış. neyse kurtulmaya az kaldı pazartesiden. işten kaçıp, kendimi dışarıya attığım sürece hangi gün olduğunun önemi yok. bize hayatı zehir eden yine bizleriz; ben pazartesi depresyona giren lepistes görmedim şimdiye kadar. yarın salı; iyi-kötü sıfatlarından bağımsız, anlamsız işler peşinde koşacağız. sonra bir bakacağız yine akşam olmuş, yuvalarımıza dönüyoruz göçmen kuşlar gibi. nasıl geçtiğini anlamadığımız bir akşamın saatlerinde yuvarlanıyoruz. sekiz saat çalışıyor, sekiz saat uyuyorsak ve gün yirmi dört saat ise, bu geri kalan lanet olası sekiz saat nerde lan? ki o kadar bile uyumuyorum. altıyı geçmiyor. kalan on saat nerede dedim! başka birisine saatlerimi borç veriyor olabilir miyim? sonra toptan gelecekse hepsi problem değil de, şimdi yaşamam gerekenden daha az yaşıyorum gibime geliyor. işe git-işten gel. bir yerde kaçak var, saatler oradan ziyan oluyor. hımm, bunun üzerine düşünmeliyim; belli ki şimdi fazla aklım başımda değil.</span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b>(20.04.2009)</b></span><br />
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-aDjIIJUSeU0/T8MTmgSXE1I/AAAAAAAABhk/xl5p-Q_sXfE/s1600/Blues_Monday-sxdqt7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-aDjIIJUSeU0/T8MTmgSXE1I/AAAAAAAABhk/xl5p-Q_sXfE/s1600/Blues_Monday-sxdqt7.jpg" /></a></span></div>
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><b><br /></b></span><br />
<br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4046271343363400652.post-32930824347672307122012-05-21T08:54:00.000+03:002012-05-21T08:54:32.268+03:00simply the best<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">literatürde "the boi" olarak bilinen ve tam bir haftada bizi kendisine bir kez daha bağlayan, annem ve babamın yüzünü sekiz ay sonra ilk defa adamakıllı güldüren, yüreğimizi ferahlatan ve ışın kılıcıyla dolaşmaktan bir an olsun imtina etmeyen güzel prensimiz bu gece ülkesine geri dönüyor. geğirince "pardon me" diyen, star wars boxerlarından birisini çalacağımı söylediğimde, kırık türkçesiyle polise gidip "benim kuzen benim kilot çaldi" diyeceğini iddia eden bu üzümlü kek suratlıdan ayrılıyoruz eylüle kadar. uzun saçlarını jedi'lar gibi kestirip arkadan bir tutam saçını da annesine ördüren ve tek bir kez bile ağlamayan ömrü herkesten uzun olasıcayı çok özleyeceğim. annem ve babamın yüzündeki gölgeyi, küçük bir force ile dağıttı. bizi düzeltti ve şimdi de geri gidiyor. güle güle youngling! may the force be with you.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.blogger.com/video.g?token=AD6v5dwFwKVevGuNBVpk9FFCsoktEVsurWdyDZN3JF_Xb6TxLmBq5Q3LPSBPoIa7J72mnlHyFfmvG71kueErmR0GWQ' class='b-hbp-video b-uploaded' frameborder='0'></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></div>mieshttp://www.blogger.com/profile/00896289342442702519noreply@blogger.com10