14 Şubat 2011 Pazartesi

ben uyanırsam herkes ölür

sabah 04:30...

yatağımda birdenbire uyanıyorum, sanki kıyamet kopmuş ve herkes bir yere yerleştirilmiş de ben dışarıda kalmış gibiyim. karanlıkta panik, sobanın yanındaki yatağımda pek de huzurlu olmayan bir uykudan uyanmak da zor olmuyor. uyanınca her şey bitecek, 05:30'da çalacak alarm sonrası hafta resmen başlayacak. yastığımın altından telefonu çekip saate bakıyorum. alarma daha bir saat var. zamanı, hayatımın geri kalanının toplamı bir saat olacak şekilde yavaşlatmak istiyorum. ömrüm, şimdiye kadar yaşadığım 28 yıl + 1 saat olsun ve alarmla birlikte ben de yok olayım. soğuk bir sabahta sırt çantamla minibüs bekleyip gerisin geri ofise geri dönmek ve salıya iş yetiştirmek istemiyorum. alarma daha bir saat var, yarı uykulu zihinle zamanı sabote etmenin olabilirliği üzerine düşünüyorum. belki çok uzun bir süreci anlatan on dakikalık rüyalar beni sakinleştirebilir, bir saat sonra kalktığımda sanki mevsimler boyu uyumuş gibi davranabilirim. gözlerimi tekrar kapatıyorum, sobanın azalan sıcaklığını yüzümde hissediyorum. odanın diğer köşesinde, on iki hayvanlı türk takvimini dahi umursamayan güzel kuşumuz panpa var. muhabbet kuşu olmak istiyorum.

sabah 05:00...

bir askerlik kadar uzun süren rüyamdan yine uyanıyorum. panik devam ediyor, saatimin 05:28 gibi geri dönüşü olmayan rakamlar göstereceğini düşünüp büyük bir endişeyle yeniden telefona bakıyorum. eğer uyanmama iki dakika kaldıysa başım belada demektir, artık hiçbir rüya beni kurtaramaz. daha yarım saat olduğunu görünce derin bir nefes alıyorum. son bir uyku hakkım daha var, sonrası ise kesin ölüm; aynı hayat gibi. gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda her şey bitmiş olacak fakat uyumayıp bilincimi açık tutarsam da rüya görmekten muaf olacağım. gözlerimi son kez kapatıyorum. pilli bebek-açılsın gözlerin'le öleceğim ve pazartesi akşamı yeniden kıpırdanmaya çalışırken de tam olarak dirilmem perşembeyi bulacak.

sabah 05:30...

çok derinden gelen müzik sesi azralim oluyor, yerine getirmem gereken sorumluluğun rüyalarımı berbat ettiği bir gecenin sonuna geliyorum. evde çok az vakit geçirdiğim için her haftaki dinlenmişlik hissi yerine odaksız bir isyan var. artık çok geç, kalkmam lazım. ışığı açmadan odadan çıkıyorum, panpaya haftaya görüşeceğimizi söylüyorum. çantam holde, bizimkilerin de uyanma zorluğu çektiğini bilmiyorum ama öyle gözükmüyorlar. babam arabanın anahtarını çoktan almış, annem ise efsanevi çorbasını ısıtmış bile. gözlerim kapalı çorba içiyorum. tereyağında pulbiberin rayihasını damağıma kaydediyorum, hafta içi lazım olacak.

sabah 06:00...

üzerimi giyinmişim ve yol kenarında minibüsü bekliyoruz. dört beş tane daha insan var ve kimse halinden memnun değil gibi. üçü hastaneye gidiyor, ellerinde raporlar. birisi belli ki öğrenci, imajı oturtmaya çalışıyor. ben ise ne büyüğüm ne de gencim. ne öğrenciyim ne de hastayım. ne olduğumu düşünürken minibüs geliyor, kıpırdayan insanların ilk amacı oturacak bir yer bulmak. minibüse son giren ben oluyorum, bir tek yüzü diğer yolculara dönük tek koltuk boş. umrumda değil, hayatım boyunca yüzümü insanlara dönüp onları çaktırmadan izledim zaten, yüz kilometre daha bunu yapabilirim.

sabah 06:30...

kulaklığımdan rajaz, olimpos ufuklarından da kızıl bir güneş yükseliyor. deniz bir şeylerin yasını tutuyormuşçasına durgun. insanların yüzlerine bakıyorum, hepimizin eninde sonunda ölümle imtihan edileceği tuhaf günlerdeyiz. kimileri bunu geciktirmek için sabahın köründen kalkıp hastaneye gidiyor. elli sene sonra hiçbirimiz sağ olmayacağız, aklımı kemiren proje de en fazla yirmi sene sonra yıkılacak ve yerine yenisi yapılacak. gelecekteki başka bir mimarı düşünüyorum, acaba benim geçirdiğim sıkıntılar ona yansıyacak mı? yoksa benim yaşadığım bu gereksiz sıkıntılar da, yirmi sene önceki başka bir mimarın laneti miydi? bilmiyorum. 

sabah 08:30...

ofisi açıp çantamdaki yaprak sarmasını dolaba koyuyor ve bilgisayarımı açıyorum. sakin kalırsam her şeyi trajediye çevirmeden bir iş yetiştirme serüvenini daha tamamlarım, sakin kalamazsam da akşamında kırmızı tuborg'a yatırırım kalıbı. dünya'nın sonu olmadığını bildiğim halde bazen kendime fazla yükleniyorum. bilgisayarımı açtıktan sonra içimden bir ses "müzeyyen senar" diyor, bir yerden albümünü bulup indirmeye başlıyorum.



Hiç yorum yok: