biraz dedim rastgele sitelerde dolaşayım, belki uykum açılır belki de bir bardak kahve yapmak için gerekli motivasyonu sağlarım. beş altı tane siteden sektim, yedincide güzel bir ev gördüm sanki. renovasyon projesiydi ve harap haldeki bir apartman dairesinin tedaviden sonraki hali vardı. duvardaki saatten tut da televizyon ünitesine, nişlere ve sınırlı mekanda yaratılan sınırsız hayalgücüne bakakaldım. uyku bastırmaya başlamışken bu proje beni kendime getirmişti, duvara asılı bir lcd ve hemen altında ps3. tuğla duvar ve basit çözümler. mimarlık dergilerinin kapağını çıkmayacak bir iddiasızlık ve rahatlık. içerisinde aylar boyunca yaşayıp da dışarı çıkma ihtiyacı duymayacağım bir ev.
belki dedim günün birinde kendi evim olursa, ben de buna benzer sade fikirleri oraya buraya serpiştirir, kimsenin onayını almak zorunda olmadan istediklerimi gerçeğe dönüştürürüm. uzun bir ahşap masa evin içinde dolaşır, ben bir ucunda yemek yerken diğer ucunda bir şeyler yazarım. ortasında bir yerde maket yapar, azıcık ilerisinde de resme başlarım. hayatımın özetini masaya geçerim, bir masa ekseninde ne varsa yaparım.
ama dedim, daha otelde kalırken böyle planlarla aklını bulandırma. zaten cuma öğleden sonrasının eski günlerden kalma rehavetiyle boğuşuyorsun, akşam olsa da yatağa kıvrılıp uyusam diye düşünüyorsun bir de şimdilik olmayacak dualara aminlerle vakit kaybetme. yapacak daha iyi bir şeyin yoksa zamana oyna, sakatlandım ayağına koridorda uzan. patrona "kart yok mu hoca" diye çıkış, adamı da bezdir dünya'nın geri kalanını da. bak bakalım iddaa bültenine, bu haftaki şanssızlığını kırabilecek bir şeyler var mı, yoksa fransa ikinci liginin laneti mi sırada? belki bugün kazanırsın mevcut şanssızlığınla. le mans varmış iyiymiş; evine geleni puansız gönderirmiş.
yine de dedim, hayat yaşamaya değer. dinmeyen yağmurların yıkadığı bir öğleden sonrada en azından askerde olmadığıma şükretmek gerek. cuma öğleden sonraları askeri bando gelirdi ve rütbeliler törene çıkarken ben de istihkam şubede tek başıma kalırdım. binbaşının zulasından kahveyi patlatır, üzerinde diyarbakır yazan kupamdan kahveyi içerdim. bir word dosyası olurdu aklımın kıyısında köşesinde ne varsa yazdığım, bir de ikinci orduya gidecek evraklar. şubenin beyazında yeşil kamuflajımla pek kamufle olamazdım ama idare ederdim. hayatta kalacak kadar idare eder, nöbet bir de 7-9 ise, ardından gelecek kesintisiz uykuyu düşünerek kendimi teselli ederdim.
sonuçta dedim, hayat böyledir. mevsimler geçer, yağmurlar diner. birkaç ay sonra ingiltere'den dayım gelir, yine geniş bir masanın başında şen şakrak bir yemek yeriz. dedem akşam üstü rakısını içer, nenem onu yadırgar. evin her odası insanla dolar taşar. bir otel odasının sessiz duvarlarının arasından çıkar ve yine eve gidersin. dört yaşındaki kuzenin senden iyi ingilizce konuşur, yine mangalla beslenirsin.
sanki dedim, biraz yorgunum. beynim çalışmaktan ziyade saçmalamak ister. bir fincan kahvenin kokusunda rajaz dinleyip oturduğu yerden şöyle bir devr-i alem dolaşmak ister.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder