ne zaman avuçlarımın içi soğuk soğuk terlese ve çizgilere bakamayacak olsam, ofisten koşarak uzaklaşmam ve denize bakmam gerektiğini düşünürüm. bir saat önce de böyle oldu, otel odasının ölçülendirip modeline başlayacakken bir mide bulantısı başladı, gözüm karardı ve herhangi bir şeyi save etmeden montumu kaptığım gibi ofisten çıktım. ağır, aksak ve başka birisinden emanet almış gibi yabancı adımlarla deniz kenarına gidip, üzerinde hiçbir insan yapısının olmadığı ve grinin maviye üstünlük sağladığı muhteşem denize baktım. dalgalar yavaşça yükseliyor ve iniyordu, deniz sanki derin nefesler alıyordu. havanın kapalı olması denizi de matlaştırmıştı ve o sırada radiohead exit music'in daha şimdiden birçok insanın sonu olmuş başlangıcındaydı. soğuk terler döken elim, montumun cebinde kendisine gelmişti. deniz kenarındaki parkta kimseler yoktu ve denizin nerede bitip göğün nerede başladığı da belli olmuyordu. şarkıyı dinlerken yüzeye çıkacağıma içimdeki derinlik arttı, insanın insana zulmüydü exit music. hemen ardından death-voice of the soul'u çalınca sırra kadem basmak ve save etmeden çıktığım programlara bir daha dönmemek istedim. kaleköy'de yaşamanın bir yolunu bulmalı ve her sabah ileride gömüleceğim kaya mezarına gitmeliydim. voice of the soul'dan sonra da paranoid android başladı, rastgele tanrısı üzerime oynuyordu. çok katmanlı bulutlar daha da yaklaştı, kulaklığımın birisini isteyecek gibilerdi sanki. gri, kimsenin olmadığı bir parkı ele geçirmek üzereydi.
hemen sağ tarafımda uzanan bakir dağlara bir kez daha baktım, yüzyıl önce benimle aynı noktada durup da içinin sıkıntısıyla bir yerlerden kaçan başka insan olup olmadığını merak ettim. ne vardı yazsaydı her şeyi, aklından geçenleri, sıkıntısını ve beklentilerini. aynen benim şu anda yaptığım gibi o da kaydetseydi gündelik hayatını. bir sonraki yüzyıla miras bıraktığı tek şey, elinin terlediği ve bazen kaçıp gitmek isteği olsaydı.
parktan ofise geri dönerken biraz hafiflemiştim, bu sefer de jeff buckley "lover you should've come over" diyordu. müzik bana oyun oynuyor ve haftanın orta yerinde beni kışkırtmak istiyor gibiydi. yemek yemeyi unuttuğum için midemin bulanmış olabileceğini düşündüğüm de, çorba bulabileceğim bir mekanın da önünden geçiyordum. içeriye girdim ve ne çorbası olduğunu sordum. tarhana ya da brokoli dedikleri an ortalığı cehenneme çevirecek ve sonrasında polise teslim olarak hapislerde çürüyecektim. genel af çıkar umuduyla yıllarca beklerken zamanla beklentilerimi asgariye indirecek ve yazıldıktan yıllar sonra keşfedilecek bir kitap yazacaktım. fakat mercimek çorbası olduğunu öğrenince öfkelenmek yerine köşede bir masaya oturdum. televizyon açıktı ve dünya her zamanki gibiydi: birbirine girmiş. benzin fiyatları zamlanmış ve kaddafi manyağı çığrından çıkmıştı. ev yemekleri yapan lokantanın mercimek çorbası rezervleri, benim için petrol rezervlerinden daha önemliydi. araba kullanmıyordum ve benzinle çalışan herhangi bir şeyle doğrudan ilişkili değildim. elektrik olmadan bile idare edebiliyordum bazı akşamlar.
mercimek çorbası gayet güzel ve yoğundu ama annemin çorbasının yanından bile geçemezdi. dünkü berbat tavuk deneyiminden sonra çorba iyi gelmişti, gelecek ay eve çıktığımda mercimek çorbası yapmayı öğrenmeye karar verdim. canımın sıkıntısı ve radiohead'in üzerime saldığı kara bulutlar, bir kase mercimekle sona ermişti.
lokantadan çıktım ve ofise geldim, mesainin bitimine bir saat kalmışken otel odası yerine yazı yazmanın, yüzyıl sonra başka canı sıkılan bir mimarı oyalayabileceğini düşündüm. ve her düşündüğümde yaptığım gibi, nefesimi beş saniyeliğine tutarken bunu benden başka yapan olup olmadığını düşündüm.
5 yorum:
nasıldı bir laf vardı..."depresyondayım diyen 3 kişiden 2'si yalan söylüyordur, geri kalan 1 kişi de temiz bir dayaktan sonra depresyondan çıkar"...senin dayak da mercimek çorbası olmuş...
bugün de mercimek terapisine devam. iddaa resmen hakaret etti dün. her maç tuttu, bi liverpool handikapı aşamadı. handikapı bırak ibneler gol atamıyordu.
şeytana uyup olmayacak bir şeyi istedik, olmadı da nitekim :) bjk maçı 2-0 iken uyumuşum. alt sayılmaz mı?
bir sonraki beşiktaş maçına ofisin tapusunu basacağım. bu istikrarı yakalamışken değerlendirmemek olmaz. hem galip gelirlerse de ofisten kurtulurum. her türlü ben kazanıyorum
zaten antalya'ya geliyorlar pazartesi. bu fırsat kaçmaz.
Yorum Gönder