zamanın bölünmesi ve buna saniyeden yıla, asırdan milenyuma kadar geniş bir yelpazede isim verilmesine her zaman karşı çıktım fakat bunu yüksek sesle dile getirmedim. zamane polisleri, yüksek sesli karşı çıkışları ne zaman duysa köpürdüğünden, köpük partisiyle uğraşmak istemedim. siyasi ya da köpüklü fark etmez, partilerden her zaman nefret ettim. partilerin yöresel izdüşümü olan düğünlerden de koşarcasına uzaklaştım. doğum günleri ya da yılbaşı fark etmez, hayatın olağan akışını bozmaya meyleden ne varsa ona cephe aldım. aldığım cepheler çeşitlenince de mimar olmaya karar verdim. şimdi bir otelin kompozit cephesini modelliyor ve geçimimi bu işten sağlıyorum. bir şeyler satın almak için değil, hemen hemen herkesin çalıştığı bir dünyada boş durmamak için çalışıyorum. aykırı bir ses değilim, hiç olmadım. on sene önce ettiğim tek dua, annemin babamın benimle gurur duyması ve hayırlı bir evlat olmaktı; haftanın altı günü sakince çalışıp hafta sonları da eve giderek bunu kısmen başardığımı düşünüyorum. uzun ve rüzgarlı bir yol muydu geride kalan? pek değildi.
pazartesi ve salıyı hayattan hiçbir şey beklemeyerek geçirmeye karar verdiğimden beri, haftanın hızı alabildiğine arttı. gözlerimi çarşambadan itibaren açıp 3.5 gün çalıştıktan sonra cumartesi akşamının bira köpüğü kadar hafifliğine bırakıyorum kendimi. pazartesi ve salı kapalıyım, öyle ki dün akşam 20:30'a kadar ofiste oturup çalıştım. kahve yapmak için yerimden her kalktığımda, anne mamülü yaprak sarmasından da yeterince aşırdım. bitmeyecek kadar çok yapmasını istemiştim, o da bitmeyecek kadar çok yaptığını söylemişti fakat son desteye geldim bile. bu yazıyı gönderdikten sonra yaprak sarması bağımlılığımla savaşmaya karar verdim. sürekli oturursam sorun olmaz, akşam yemeğimden de olmam.
ne zaman odanın penceresini açık unutsam öğlen olmadan kara bulutların toplandığı ve yağmurun inmek için sabırsızlıkla titrediği bir yıl yaşıyorum. bu bana kötü bir yılın güncesi kitabını anımsatıyor. kitap bütçemi yeşil sahalardan çıkardığım bir ekonomik modelin ilk çizgilerini çiziyorum. tutunamayanlar'ı faouzi adlı bir futbolcunun golüyle almıştım, galip tekin'in tuhaf hikayeleri ve diary of a bad year'ı da bugün yarın çıkarırım. bir sürü maç var ve doğru kombinasyonlar beni, ne zaman sırasının geleceğini bilmediğim kitapları almak için kitapçıya yollayacaktır. yine de kitaplar pahalı. yine de zaman kısıtlı.
aklımda, böğründe kaşık taşıyan bir yeniçeri öyküsü var. balkanlarda ilerlerken aklından geçenlerin ve yaprak sarması özleminin tutarlı ve günümüzle bağlantılı bir hikayesini tüm arsızlığım ve cahilliğimle yazmak istiyorum. çünkü ofiste çatal-kaşık olmadığından ben de yakında çatalımı yanımda getirecek ve ofisin dolabında muhafaza ettiğim yaprak sarmalarını ebediyete uğurlayacağım. sonuçta yeniçeriyi balkanlara beni de ofise gönderen, geçim değil midir?
bugün şubatın son salısı, gelecek haftadan itibaren mart başlıyor. zaman üzerine planlarım, şubatın hızlı biteceği yönündeydi; şimdilik nemçeli saat ustalarının saatleri gibi, tıkır tıkır işliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder