dar bir koltukta gözlerimi kapamadan önce son gördüğüm, minibüsün tavanına asılmış bir avrupa siyasi haritasıydı.
ileri alınan saatlerin ve güneş ışığından daha fazla faydalanmak isteyen sinsilerin gezegeninde, yine bir pazartesi evden ofise dönüyordum. bu sefer yaprak sarması yoktu, annem biraz börek yapmıştı sadece. evden çıktıktan sonra yolun ortasında yürüyen üç kara köpekle karşılaşmamak için yolun diğer tarafına geçmiş ve siyah sırt çantam-siyah montum ile devriye atan polisin dikkatini çekmiştim. patlamaya hazır suçluluk psikolojimin fitili, polisin korna çalıp beni durdurması ile ateşlendi. arabanın yanına yaklaştım, polis camı indirdi. ne iş yaptığımı sordu, mimarım dedim. nerede oturuyorsun dedi, hemen evin önünde olduğumdan evi gösterdim. nereye gidiyorsun? antalya'ya gittiğimi söyleyip soru-cevap düellosunu bitirdim. kara köpekler denize doğru uzanan yolun ötesinde bir yerde kaybolmuşken, yoluma devam ettim. geçen hafta ve ondan önceki muhtelif zamanlarda altında beklediğim çam ağacının yanına giderken de minibüs geldi. içerideki herkes uykunun kurbanı olmuştu, ben de yarım kalan uykuma devam etmek için doğru şarkıyı ayarlayıp gözlerimi kapattım. deep purple, soldier of fortune söylerken, ülkeleri birbirinden ayıran çizgilere baktım. martın yirmi sekizine varmıştım ve bırak başka ülkeyi, başka bir şehire bile gidecek durumda değildim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder