"antalya'da iki kebapçı varsa, biri benim allah'a şükür" dedi. hemen yan masamda yemek yiyen adamlardan birisiydi ve kendine güveni had safhadaydı. kendisini nasıl pazarlayacağını çok iyi biliyordu, işverenlerin gözüne "işte aradığımız usta bu" bakışını daha onuncu dakikadan yerleştirmişti. ben ise yüne tüm paspallığımla bir masaya çökmüş şimdi hatırlamadığım bir yemek yiyordum. kendime güvenmek ya da güvenmemek konusunda en ufak bir planım yoktu, sadece acıktığımın farkına varıyordum. bir kebapçı ustasının kendisine olan güveninin yarısı bende olsa, kent meydanına çıkar ve "antalya'da iki mimar varsa, biri benim ulan" diye haykırırdım. kulak misafirliğini seviyordum, bu bana başka hayatlardan başı ve sonu bilinmeyen cümleler getiriyordu.
işte dört tane adam, üçü mekan sahibi birisi de usta. usta, yevmiye usülü çalışmak; patron ise ay başında toplu para vermek istiyor. günde on iki saate yakın bir mesai söz konusu olacak ve adamın istediği para günlük atmış kağıt. patron, "hele işler yoluna girsin de parayı sonra konuşuruz" diyor. işler umduklarından iyi giderse maaşın daha da fazla olacağından dem vuruyor. göz göre göre yalan söylüyor, antalya'nın en iyi iki kebapçısından birisini bulduğu halde hala üçün beşin hesabını yapıyor. akşama kadar kasada oturup hesapları alacak bir adam için fazlasıyla sinsi ama yine de ustayı elinden kaçırmak istemediğinden temkinli davranıyor. o sırada, yemeğimi ağır ağır çiğniyorum. hepsinin tadı aynı geliyor artık. damağım istifa etmiş sanki, sadece hayatta kalmak için yiyorum.
dört kişi, çaylarını içtikten sonra el sıkışıyor ve kalkıp gidiyor. ben ise diğer kebapçının kim olduğunu merak edip yemeğime devam ediyorum. mekanı nerede açacaklarını bilsem, oranın belki de müdavimi olacağım ama artık çok geç. ustanın yüzüne de bakmadım, patronun sinsi bıyığını nerede görsem tanırım ama. gözleri hafiften çekik ve bu ona net bir "cengiz" havası veriyor. bir an önce haftanın yedi günü kasanın başında oturmak ve hesapları kesmek istiyor.
yemeğimi bitirip kalkıyorum, ne zaman şimdiki zamanla cümleler kurduğumu bilmeden kalkıyorum hem de. uzayan günler ve mesainin son saatlerinde bile ışıl ışıl olan ortalık, yazı yazma isteğimi engelliyor. konsantre olamadığımı düşünüyor ve "antalya'da konsantre olamayan iki insan varsa, biri de benim allah'a şükür" diyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder