18 Mart 2011 Cuma

evi özlemek

yaklaşık olarak haftada bir gitmeme rağmen, portakal bahçesi manzaralı evimizi ve bunun herbir odasını özlüyorum. geniş mutfak, mermer tezgah, buzdolabı, soba ve köşesinde panpa olan oturma odası. sırt çantamı kapının önüne bıraktıktan sonra eve dönmüş olmanın yüreğimi ısıtan merhametiyle odalarda şuursuzca dolaşmayı seviyorum. gerçek bir ev çünkü, odaların her biri, kullanım amacına göre düzenlenmiş. öğrenci ya da bekar evi gibi değil, tezgahın üstünde bir tek kirli bardak bile olmaz. koltuklar rahat ve odalar ılıktır. bu ılıklık, klimanın sağladığı yalancı ılıklıktan değildir, bir sonraki sabaha kadar devam eder. eve girdikten yarım saat sonra tamamen yerleşik düzene geçerim. bilgisayarımı açmak aklıma gelmez, internet ya da blog da ev hayatımın bir zerresini bile oluşturmaz. yazmak, çalışırken zehirlenmemek için yediğim yoğurttan fazlası değildir. bir türlü işperest olamadım, tüm iştahımla işe sarılamadım. gereği yok çünkü, bir şeyi değiştirmiyor. tüm bu maceradan sonra bir otel odasının banyo ölçülerine bakmamak için yazıya sığınıyorum. bu ilk değil, son da olmayacak. bunları bilmek de beni çoğu zaman yatıştırmıyor. zaman, özellikle askerlikten sonra günleri önüne katarak ilerliyor. hafta sonları çabuk gelirken, 30 da çok uzakta gözükmüyor artık. 30 ha? bakalım ne değişecek ve ev, her hafta sonu dönebileceğim kadar yakınımda mı olacak?

kulağımda iron maiden-coming home, yarını bekliyorum. son iki cumadır yaptığım gibi big mac yemeye gitmeyeceğim. hava kapalı ve biraz soğuk, çorba içmek ve deniz kenarına inip gri denize bakmak istiyorum. hayattan şimdilik tek beklentim yine bir mercimek çorbası ve eve dönmek. bir portakal bahçesi, ucunda gözüken deniz, belki yine olimpos, hava sıcak olursa da denize girmek. dolunay yaklaştığından beri içimde bir şeyler uyanıp beni kışkırtıyor yine, eve gidip battaniyenin altında oturmak ve patlamış mısır yemek istiyorum. bira içmesem de olur.


Hiç yorum yok: