29 Ekim 2011 Cumartesi

hoşçakal

yaklaşık bir ay önce, masanın üzerinde duran motorumun anahtarını almış ve evden çıkmadan önce de bizimkilere arkadaşımın yanına uğrayacağımı söylemiştim. annem yanağımın tekinden öpmüş, babam da dikkatli olmamı söylemişti. yeni aldığım tam korumalı montumun ve kaskımın içinde güvendeydim, yıllar boyu hayalini kurup posterini de duvarıma astığım yamaha fazer'ım ise aşağıda beni bekliyordu. abimle her hafta sonu çıktığımız yolculuklar, çalışmakla geçen hafta içinin tüm sıkıntısını alıyor ve kendimizi rüzgarın içinde, bir gün batımının kızılında buluyorduk. yol, bazen bir ayçiçek tarlasının kenarından bazen de bir koyun sürüsünün ortasından geçiyordu. bir zeytin ağacının altında piknik yaptıktan sonra, kasklarımızı takıp yola devam ediyorduk. nereye vardığımızın pek bir önemi olmuyordu, gün tamamen batmadan ya bir pansiyonda kalıyor ya da eve dönüyorduk. motorumla çok mutluydum, hayattaki en büyük hayalim buydu ve kendimi onun üzerinde tamamlanmış hissediyordum.

aşağı indim ve anahtarı son kez çevirip yola çıktım, işte yeniden sonsuz bir özgürlük duygusu. arkadaşımın evi beş kilometre ötede de olsa fark etmiyordu, her saniyesini seviyordum bu duygunun. kırmızı ışıkta durdum, huzurluydum. gün içerisinde müdürle yaptığımız görüşmelerin zerresi kalmamıştı, motorun üzerinde özgür bir kuştan farksızdım. motor, benim kanatlarımdı. yeşil yandı ve birden öne atıldım. arabayla binlerce kez geçtiğim yol bile motorun üzerinde bir başka geliyordu, yıldızlar arası yolculuk yapar gibi büyük bir heyecanla bakıyordum yola. 

arkadaşımın evine varmadan önceki son kavşakta ters giden bir şeyler oldu, önümdeki beyaz şahin sinyal vermeden aniden önüme kırdı. hızım çok fazla olmamasına rağmen, motorum aracın yanına çarptı ve dengemi kaybettim. bir eylül akşamında, çok sevdiğim yamaha'm kontrolden çıktı ve ben kafamı yol boyunca ilerleyen refüje çarptım. şimşek çakmasına benzer bir şey duyduğum son ses oldu ve bana çarpan aracın farlarını söndürerek yan yola saptığını gördüm. bir şeylerin sonuna geldiğimi hissediyordum.

boylu boyunca yerde uzanan benim bedenimdi fakat ben en ufak bir acı duymuyordum. koruma montum ve kaskım hala üzerimdeydi fakat ben, o bedenin içinde değildim. her şeyi biraz yukarıdan izliyordum ve hafiftim. biraz zaman geçtikten sonra bir ambulans geldi ve beni aldı, ilçe hastanesi durumumun acil olduğunu söyleyip antalya merkeze yönlendirdi. ambulansta babam da vardı, annem ise arkadaki araçta, dayım ve kuzenlerimle birlikteydi. onlara kendimi iyi hissettiğimi söylemek istedim ama duymadılar, hemen yukarılarındaydım fakat babam sürekli sedyede uzanan bana bakıyordu. ben dikkatliydim baba fakat önüme kıran herif dikkat etmedi. hastanenin acil servisine ulaştığımızda, abimi de arkadaşlarıyla birlikte beni bekler buldum. abim, beni anlardı ve dinlerdi. yargılamaz ya da nasihat etmezdi, desteklerdi. şimdi de beni duyacağını biliyordum fakat ilk şokun etkisiyle biraz daha beklemem gerekiyordu. ambulanstan sedyeyle çıkardılar, o beden benim değildi artık. abim yüzünü duvara dönüp ağlarken, onun omzuna dokundum fakat o anki telaşla hissetmedi.

ameliyatıma giren doktor, durumun epey ağır olduğunu ve sadece gençliğime güvenerek bu ameliyatı yaptığını söyledi. bir mucizeden bahsediyorlardı fakat ben iyiydim, bedenimin ve yerçekimin ağırlığından kurtulmuştum. ameliyatım saatlerce sürdü ve sabaha karşı bittikten sonra beni uyuttular. bir gün sonra belli olacakmış her şey fakat doktor pek umutlu konuşmadı. yaşarken de inatçı olduğum için, ölüme de kafa tutacağımı düşündüler. motor almamamı söylemişlerdi fakat almıştım, tekvando yerine derslerime çalışmamı söylemişlerdi fakat 68 kiloda bölge birincisi olmuş ve altın madalya ile dönmüştüm, klasik gitar yeter demişlerdi ama ben elektrogitarımla fade to black'in solosunu atmış ve konserler vermiştim. içimdeki ateşi takip ettiğim için ben olmuştum ve seçimlerimi kendim yapmıştım, eğer birisi bana nasıl ölmek istediğimi sorsaydı, muhtemelen motorumun üzerinde derdim. kör bir kurşunla, malzemesinden çalınmış bir binanın enkazında ya da tüm yaşlılığım ve hareketsizliğimle bir yatağın üzerinde hayata veda etmek istemezdim. belki de erken gideceğimi bildiğim içindi dolu dolu yaşama arzum. başkasının bir ömre sığdıramayacağını 24 seneye sığdırmış ve döngümü tamamlamıştım. en büyük hayalim evlenmek ya da çocuk sahibi olmak değildi, sadece motosiklet ve gitar çalmaktı. 27 eylül akşamı da evde biraz gitar çaldıktan sonra motoruma atlamıştım. çemberimi tamamlamıştım ve abim de bunun farkındaydı. 

ameliyattan bir tam gün sonra, doktor hiçbir umut olmadığını ve beyin ölümünün gerçekleştiğini söyledi. kalbim hala atıyor ve göğüs kafesim inip kalkıyordu fakat ben onun içinde değildim artık. ne çok sevenim olduğuna şaşırdım, hastaneye akın akın insan geliyordu. annem ve babam çok bitkindi, onlara söylemek istediklerim ise çığlıklar nedeniyle duyulmuyordu. ben iyiydim, istediğim gibi bir hayat yaşadıktan sonra zamanımı doldurup gitmiştim sadece. hastanenin uzak bir köşesinde yere bağdaş kurup oturan abimin yanına gittim, antalya'daki arkadaşları bir an olsun yanından ayrılmamıştı. bir işaret vermeliydim herkese, toprağın altına girecek olan ben değil beni bir süreliğine taşıyan bedenimdi. ben yukarıda olacaktım, bedenimden kalanlar ise başkasına umut olacaktı. birisine nefes, diğerine ışık olacaktı organlarım. 

acil servisteki odada, bizimkiler organlarımı bağışladıklarını söylediler ki zaten, ben de çok önceden bunu belirtmiştim. benim artık hiçbirisine ihtiyacım yoktu. görmek için göze, nefes almak için ciğere ve geri kalan her şeye. ben hala vardım, ruhumun özgür olduğunu hissediyordum ki motor sürerken bile bu kadarını hissetmemiştim. hastanenin üst katlarındaki bir odada abim, annem ve babamın arasında durarak benim artık cennette olduğumu ve huzurlu olduğumu hissettiğini söyledi. insanların istediklerini sürekli erteleyip yarım yamalak yaşadıkları bir hayatta, ben ne istediysem yapmıştım. kimseyle dargın ayrılmamış ve onların hayatında bir iz bırakmıştım. 

aradan bir gün geçti ve cansız bedenim, hastaneden çıkarılıp bir araca bindirildikten sonra yıkanmak için mezarlığa götürüldü. oradan sonra da hayatımı geçirdiğim ilçeye doğru konvoyla yola çıktık. 10 temmuz 1987'de bir cuma günü geldiğim hayattan, 30 eylül 2011'de yine bir cuma günü gidiyordum. iyi olduğuma dair bir işaret vermemin zamanı yaklaşıyordu. abimle en sevdiğimiz şarkı rajaz, bize her şeyi zaten söylemişti şu dizelerle:

the souls of heaven
are stars at night.
they will guide us on our way,
until we meet again
another day.

tabutum, araçtan çıkarılıp musalla taşına kondu. camii'nin bahçesine sığmayan insanlar göğüslerinin üzerinde benim fotoğrafımla yola taştı. hemen en önde babam ve abim vardı, babamın yüzüne düşen gölge beni üzüyordu fakat biraz sonra, artık gökyüzünde olduğumu göstermenin sırası gelecekti. cenaze namazım bittiği an hava kapandı ve gök gürledi. tabutum, camiden çıkarken de yağmur başladı. yağmur olup benim için orada olan insanların üzerine yağdım ve mezarlığa kadar dinmedim. insanların omuzlarında giden bedenim artık benim değildi, ben artık yukarıdaydım ve abim gökyüzüne baktığına göre bunu yeterince anlatabilmiştim. tabutun kapağı açıldı ve kefene sarılmış bedenimi çukura indirmeye başladıkları an yağmur da dindi. bulutlar dağıldı ve güneş açtı. sırılsıklam olmuş insanlar açan güneşte ışıldarken benim, toprağın altına giren değil, bulutların arasında dolaşan özgür bir ruh olduğuma emin olmuşlardı. hemen mezarımın ardındaki tepede dikildim ve kalabalığa baktım, abim de kafasını çevirip bana baktı. yaşarken beni en fazla anlayan adam, ben gittikten sonra da yalnız olmadığımı anlatmıştı. olimpos'un pek kimseler tarafından bilinmeyen köşelerinde bira içerken hemen her şeyden konuşmuştuk ve ölüm de buna dahildi. söylenmemiş sözler canımızı acıtmayacaktı, ne var ne yoksa anlatmıştık birbirimize. ceneviz kalesinin arkasında kalan  küçük bir taş köprünün üzerinde yine konuşurken, 26 kasım'da olimpos'ta kalmak üzerine birbirimize söz vermiştik. sözümüzden dönecek değiliz, ikimiz de orada olacağız. ben gökyüzünde bir kartal gibi süzüldükten sonra abimin omzuna ineceğim, o da her gün yaptığı gibi benimle konuşup ben bir şey anlatınca da dinleyecek. kardeşliğimiz sonsuza kadar devam edecek.

ölünce bir şeyin bittiği yokmuş, sadece geride kalanlara ara sıra mesaj vermem gerekiyor. burada da çok güzel insanlar var, geçen hafta marco simoncelli diye birisi geldi; aynı yaştaymışız ve ikimiz de motosikletin üzerinde veda etmişiz hayata fakat o motogp'de yarışıyormuş. onunla bıkmadan motosikletler hakkında konuşabiliyoruz, gitar tekniği konusunda da inanılmaz adamlar var. zamanım bol, artık işe gitmek ya da teslimat ve raporlarla uğraşmak da yok. burada mutluyum, abim aracılığıyla bunu bizimkilere de söylüyorum. ara sıra onun rüyalarına giriyorum; eskiden yaptığım gibi gitarımla bir şeyler çalıyorum. ilk gitarımı bana o almıştı; ben de son gitarımı, yamaha pacifica'mı ona veriyorum. yıldızlara bakıp rajaz dinlediği zaman onunla aynı notaları duyuyorum.

...

kardeşim, can dostum daha güzel bir yere gideli bir ay oluyor. hayatımın en uzun ayı, en zor günleri oldu fakat geçirdiğimiz güzel günleri düşündükçe üstesinden geliyorum. ölümü kabullenmek, nereden baktığıma bağlı olarak sürekli değişiyor. bazı günler aynı şeyi yüzlerce kez kabullendiğimi fark edince, bunda başarısız olduğumu görüyorum. bir varmış bir yokmuş derler ya hani masallar, onun ne kadar gerçek olduğunu geriye sadece anların kaldığını fark ettiğim için görüyorum. geriye sadece güzel anlar kalıyor. motosikletle eve dönerken ardımızda batan güneşi hatırlıyorum. cennette gibiydik. sabahın köründe yayladan geçerken bir ayçiçek tarlasının kenarında, evde hazırlayıp folyoya sardığımız sandviçleri yemiş ve yüzümüzü, aynı çiçekler gibi güneşe dönmüştük. sedir kaplı ormanların arasından geçip, deniz kenarına indikten sonra denize koşmuş; bazen de yağmurun altında kalmıştık. birasına pes oynamış, bir keresinde de bira alacağımız parayla gidip muhabbet kuşumuz panpa'yı almıştık. iki iyi dost olduk zamanla, beraber çok zaman geçirdik. şimdi düşününce, hayatımda aldığım en iyi kararın istanbul'dan dönmek olduğunu görüyorum. başka bir şehirde ya da ülkede de olabilirdim, kardeşimle yoldaş olmadan da onu uğurlayabilirdim oysa şimdi beraber geçirdiğimiz son günü hatırlayınca bile içim huzur dolu oluyor. çemberini tamamlamış ve istediği gibi bir hayatı yaşamış güzel yüzlü çocuğu, dalyan gibi delikanlıyı yukarıda bir yerlerde beni beklerken düşünüyorum.

huzur içinde uyu canım kardeşim, günün birinde tekrar buluşacağız. seni seviyorum.




21 yorum:

Adsız dedi ki...

Hayır hayır, ağlamıyorum Çağlar. Gözüme bir şey kaçtı..

Aşkolsun sana çocuk! Aşkolsun...

Adsız dedi ki...

WHOM THE GODS FAVOR DIE YOUNG (PLAUTUS)

Adsız dedi ki...

...

*Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yerde her şey o kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var... "Bir kez daha güldü."

**Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!

*Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.

**Anlamıyorum...

*Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...

**Ne demek bu?

*Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak. “Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.“ Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Ve zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”

...

kendini tüketme... artık ikinizin yerine gezeceksin olimpos'ta.
dualara inanır mısın bilmem; ama ben senin için edeceğim...

Adsız dedi ki...

daha geçen yaz kardeşimle arşınladığımız kaputaş yollarındaki fotoğraflarınızı görmek, kardeşimin de inatçı bir motosiklet sürücüsü olması, haberi alır almaz gözyaşları içinde onu aramam, uzakta bir abla olup sadece "dikkat et" diyebilmek, elden başka bir şeyin gelmemesi...

acını içimde hissettim... dayan. başka ne diyebilirim bilmiyorum... dayan.

h. dedi ki...

bir aydır her gün beni tanımayan bir adamın bloguna bakıp kötü bir haber gelmemesi umudunu taşıdım. twitter dan tanıdığını anladığım kişilere ulaşıp aptal muamelesi gördüm, yine tanımadığım saçma sapan insanlara "mies/tuborger/o iyi mi" diyerek.

sana birşey olmamış mutluyum demek isterdim ama ciğerin yanmış senin be mies. ağladım, ağlamışsındır da, bilirim. içinden söküp alabilsem acını keşke. ah be mies.

turkuaz dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

İçin acıdı...içim acıdı...

turkuaz dedi ki...

Acını yürekten hissediyorum. Sabır diliyorum...

Mine dedi ki...

senelerdir yazıklarını okuya okuya hayatımdaki insanlardan biriymişsin gibi geliyor artık. ve inan hayatımdaki insanlardan biri gökyüzüne çıksa kardeşin gibi, en fazla bu kadar üzülebilirdim. başın sağolsun türü bir şey değil bu, biliyorum sağ olamaz başın. sadece hiç bilmediğin bir yerde hiç bilmediğin insanların da senin acını paylaştığını bil istedim, seninle benzer duygular içinde olduğunu, sen anlatırken ağladıklarını.
umarım içindeki dayanma gücünü hiç kaybetmezsin..until you meet again, another day.

otomatik alice dedi ki...

ne de güzel uğurlamışsınız.siz onu yolcu ederken o, çoğalarak geri dönmüş,hepinizin yanağına öpücük kondurmuş.

uğurlar olsun kardeşine.
iyi kal.

Erol dedi ki...

4 Ekim 2011 de halam hayata gözlerini yumdu. 15 gün önce dizin ameliyat olmuştu, 2 haftanın dört günü hastanede on gününü evde geçirdi, o kadar çok eziyet çekti ki bazen bunu kendini kendine yaptığı için kızdım ona. Eksiğiyle, hatasıyla halamdı o benim. 4 Ekim sabahı kalbinin gece üç kere durduğunu ve sonuncusunun 45 dakika sürdüğünü öğrendiğimde ölümünü kabullenmeye başlamıştım. Hastaneye vardığımda aileminde yorgun ve umutsuz olduğunu gördüm. Hastaneden uzaklaşmak istedim o an. Babam telefonda ağlayarak bana "halanı kaybettik oğlum" dediğinde ise hastaneye hiç gitmemek. Hayatta ağlamalarını hiç ummadığım insanlar o gün, o akşam ağlıyordu ama ben ağlamadım. Üzülmedim. Çünkü ölürken mutluydu, iki çocuğunu evlendirmiş, görmek istediği mekke'i görmüş, tarikat liderinin bir kaç gün önce öldüğünü öğrenmiş ve onun yanına gittiğini düşündüğü için mutluydu. Ben ise bunları düşünerek öldüğünü bildiğim için ve öldüğü için üzülmedim.

Müslüman değilim, dini inancım yok bu yüzden öldüğünde hayatını boşa harcadığını düşündüğüm için kızmıştım ona, dizini büküp yürümeye çalışırken sürekli allaha yalvarması beni üzüyordu. Bu kadar aciz bir şekilde öldüğü için ölümüne değil acizliğine üzüldüm bir ay boyunca bugün sabah bloguna bakan bir arkadaş söyledi bana herşeyi, üzülerek açtım blogu ve kendime kızarak okudum. Ölümün acı yüzünü hiç bir zaman anlayamacağım galiba...

Bunları niye buraya yazdığımı bilmiyorum, kardeş kaybetmenin ne olduğundan da bihaberim ancak abime olduğunda kendimi nasıl hissettiğimi biliyorum. O acıyı ancak yaşayanlar bilir. Kardeşin anılarımızda yaşayacak!

ima dedi ki...

"badem ağacına dönüşen oğullarının altında otururken, beyaz çiçeklerin arasında kuşların sesi geldi kulaklarına. kuş yuvası bile vardı bir tane küçüğünden, oğulları başkasına hayat verirken, hayatta olanların kendisi için hayattan vazgeçmesini istemiyordu belli ki. ağacı izlediler saatlerce, kuşlar geliyordu, etrafında kelebekler uçuşuyordu. oğulları, koca ovanın tek ağacı olarak, tüm kuşlara kucak açıyordu. beyaz çiçekler madalya gibi boynunu süslerken, yıllar öncesinden bahsettiği şey gerçekleşmişti. annesi babası uzaktan ona gururla bakıyorken hayata tekrardan tutunmaya da başlamışlardı. uzun süre baktılar güzel oğullarına, tüm hayvanların sevgilisi olmuştu güzel yüzlü çocuk. hayatın kaynağı olmuş; annesine ve babasına bile hayat vermişti."- mies.

güzel kardeşinin şu an çok daha iyi bir yerde olduğuna eminim. acını derinden paylaşıyorum. sabır ve dayanma gücü diliyorum..

Adsız dedi ki...

zor, çok zor olmalı kabullenmek... acını dindirmek kabil olsa keşke... ama elden sabır dilemek geliyor sadece. bırakma kendini...

kardeşin rüzgar, kardeşin deniz şimdi...

Adsız dedi ki...

6 ay once annemi kaybettigim zaman ilk kez olumun uzaktan gorundugu gibi olmadigini gordum, ne gorundugunden kolay ne de daha zor...sadece cok farkli. Yazdiklarin da tam da bunun tasviri - olumun aslinda bir son olmadigina ve o kadar korkunc olmadigina dair. Acinizin tahmin bile edemeyecegim buyuklugune ragmen yazdiklarin o kadar ic rahatlatici ki...cunku olum sadece bizim gozumuzde yokluk. Onlar belki bizden daha cok "var"lar.

Insanin icini kemiren tek sey firsat varken doya doya yasanmamis anlar. Istanbul'dan kosarak ailenin yanina geri donmen Tanri'nin sana bir lutfu galiba...Ne mutlu ki kardesinle doya doya vakit gecirmissin, belki de bu yuzden bu kadar icin rahat.

Onu cok ozledigin, neden diye isyan bile edecegin anlarda bu yazdiklarinin kalbinden hic cikmamasini diliyorum. Aklindan demiyorum, cunku bu yazdiklarin sadece kalple hissedilebilir...

Adsız dedi ki...

mies. mies. çok üzgünüm..

bir ay geçmiş. bir acı dolu ay. inşallah anneniz ve babanız iyidir, inşallah biraz da olsa artık iyi ve metanetlisinizdir. bütün kalbimle iyi olmanızı diliyorum.


...

kardeşiniz. huzurla uyusun, huzurla uyusun, huzurla uyusun.


..toprağa, suya, yıldızlardan dökülen geceye sızan o naif bilgiyle, sevgiyle.

Adsız dedi ki...

Biliyorum, söylenenler yazılanlar "tamamıyla" gerçeklikten uzak ve anlamsız geliyor. Bu nedenle defalarca bir şeyler karalayıp sildim.

Bu acı sanki hepimizin acısı oldu, mies. Bilmeni isterim.

Hiç kimse için değilse bile, annen ve baban için sabır ve metanet diliyorum sana. Kardeşinin de aynı şeyi dilediğinden eminim..

Sevgiler

Esin

Adsız dedi ki...

bu gece canım o kadar sıkkındı ki son zamanlarda ne zaman keyiflensem sen gelmeye başlamıştın aklıma. yanlış anlama hemen ben de erkeğim. gittim sen ben ve yalnızlığım içeriz diye 2 kırmızı tuborg aldım geldim, sigaram yanımda. kardeşinin ölümünü öğrendim, ağlamadım, ben babamın ölümüne dahi ağlayamadım. şimdi kardeşime içiyorum benim güzel kardeşim.

hevesli bardak dedi ki...

Başınız sağolsun.

sözlükten biri:) dedi ki...

bu yazıyı paylaştığın gün okumuştum ama hala ne yazacağımı bilmiyorum. bugünkü yazdığında dediğin gibi hep bir yerlerde birazcık kalacak o acı ama ne kadar şanslısın ki o acıya eşlik eden güzel hatıralarınız, doyasıya yaşanmış bir kardeşliğiniz var. seni ve kardeşini hiç tanımadan çok iyi tanıyorum, acını yürekten paylaşıyorum.
mekanı cennet olsun.

Adsız dedi ki...

the decision of fazer

kredi için olumlu sonuç aldığını ve akşama antalya'ya gelip motora bakacağını söyledi. uzun zamandır istediği, posterini duvarına astığı, sesini çok uzaklardan ayırt edebildiği fazer'ine kavuşmak için kimsenin fikrine, öğüdüne ve oyalamasına ihtiyacı yoktu. ben de, sadece fikir bazlı özgürlük savaşçısı olarak, motosiklet alma fikrine karşı çıksam da sonradan yaptığım şeyin ne kadar büyüklere özgü bir aptallık olduğunu fark etmiş ve desteklemeye başlamıştım. motosiklet sürmek istiyorsa sürerdi, benim gibi belirsiz geleceğe dair belirsiz planlar yapmasına gerek yoktu. iyi bir sürücüydü, motorun ruhundan anlıyordu ve bir motosikleti olsun istiyordu. içindeki ateş onu 600cc'lik bir makinenin xenon farlarının önüne bırakmışken, belki de motosiklet için en doğru zamandayken onu yolundan çıkartmak kimsenin hakkı değildi. ertelenmiş planların insanın üzerinde bıkkınlık ve her şeyi boşvermek gibi yan etkileri olduğunu biliyordum, sadece içimde yükselen endişeyi bastırmaya çalışıyordum.

tek problem, bizimkilerin bu fikirden henüz bir haberlerinin olmaması. babam belki biraz hissediyordur fakat annemin devasa bir tepki gösterip çok sinirleneceğine neredeyse eminim. o da haklı, kardeşim de haklı; kaç kere yaşıyoruz ki? peki evlat sevgisi, onun hakkında endişelenmek? olanın önüne geçilemez, son beş senedir marketinde oturup sadece sabahları cipsleri dışarı çıkarmak için hareket eden genç marketçimiz kalp krizinden bir anda gitti. kötü şeyleri akla getirmek, anın değerini sakatlıyor. o yüzden, kim ne karar alırsa alsın onu desteklemek benim yapabileceğim yegane şey. neyse hayırlı olsun, hayırlısı olsun.




zaman: 09:26 0 yorum
28 Temmuz 2011 Perşembe

gregory dedi ki...

rajaz dinliyorum yaklaşık 2 saattir, şarkı hala çalıyor arkada ben yazıları tekrar tekrar okuyorum ardından bu yazıya dönüyorum. fotoğraflara bakıyorum uzun uzun. gözümden akacak yaş kalmadı, ağzım kurudu... çok büyük bir insansın, ellerinden öperim abi. büyük insansın.