iki üç gün önce şikayet ettiğim konular, eve gidip gelmekle ve bir saklama kabı dolusu yaprak sarmasını ofisin buzdolabına zula etmekle azalmadı. bu, sürekli tekrar eden bir sancı gibi oldu artık, aklımın köşesindeki yerini her geçen dün daha da fazla arttırıyor. yer kaplıyor. rahatsız ediyor. öyle ki yazmak bile vicdan azabına benzer şeyleri tetikliyor. sanki ödevim varken başka işlerle oyalanıyormuşum gibi hissediyorum. başka ne işle ilgilenirsem ilgileneyim, iş bazında geldiğim noktadan memnun değilim fakat bunu yapmak zorunda hissediyorum kendimi. işi gücü bırakıp interrail ile avrupa'yı gezmek, daha önceki yaşlarımdan birisinin yapması gereken bir serüvendi fakat o da yapmadı. muhtemelen 24 yaşımın da başında bir bela vardı ve 22'nin de. öyle belirsizlik ki, yazamadığımı bile bile, çizim dosyasına geri dönmemek için bu ekranda kalmayı tercih ediyorum. yazmaya devam edersem üçüncü paragrafta kendime geleceğimi ve cümlelerimin bir bütünlük oluşturacağını kestirebiliyorum fakat dwg'de bu olmuyor. zoom in zoom out yapıyor ve kapı doğramasından vaziyet planına kadar değişen ölçekte renkli çizgilere siyah beyaz bir ruh hali ile bakıyorum. bugünü başarıyla atlatsam bile yarın var ve görünüşe göre yarınlar pek bitmeyecek. tek bir tatil gününün ardından geleceğim yer yine burası ya da burasına benzer bir yer olacak. geçen gün böyle-şöyle ve öylenin duyduğum en aptal trio olduğunu düşünmüştüm fakat burası-şurası ve orasının da aşağı kalır bir yanı yok. yoldayken, deniz kenarındayken, koyu gölgelerin altında kalan patikalardan tepeye tırmanırken aklıma gelen güzel şeyler, bilgisayar başında oturup bir sorumluluğun tehditkar bakışları altındayken teker teker kayboluyor. göz göre göre kayboluyor hem de. elim kolum bağlı, oturduğum yerden kaçamak yapmaya çalışıyorum. kesik başlı cümlelerim, kurbanlık koyunlar gibi sağa sola bilinçsiz tekmeler atıyor. içim biraz daha sıkılıyor. şizofren yanımı biraz ehlilleştirip eğitim verdikten sonra, bütün işleri ikinci kişiliğime yaptırmak istiyorum. gerekirse bir üçüncü daha yaratırım, kesitleri o halleder. hafta sonları da dördüncü kişiliğimi alır ve kahveye okey oynamaya giderim. hesabına oynarız, kaybeden ve kazanan ben olurum.
şimdi de öyleyim, kaybeden ve kazanan her halükarda ben oluyorum. para kazanırken huzurumu kaybediyorum; pazartesileri yok olmaya çalışırken de tüm mevcudiyetimle ofiste yer işgal ediyorum. mouse çıtırtıları, bulutlu bir hava, uzaktan gelen çocuk sesleri, yanımda ağzına kadar ölçü dolu bir rölöve, ne zaman içtiğimi bilmediğim bir kahvenin mor desenli kupası ve boğazımı saran bir sıcaklık. sanki ölmüşüm de mezar diye beni buraya gömmüşler. tüm isteksizliğim ve bıkkınlığımla, sadece çalışmamak için yazı yazıyorum. alan parson's project'in "old and wise"ını dinlerken, bir şeylerin ben olmadan da devam ettiğini, başka bir yerlerde yolculukların olduğunu, bir okyanus kenarını, bir çadırı, yağmur esnasını, gelidonya feneri'ni ve hayatın, insanlardan uzakta daha anlamlı devam ettiğini biliyorum.
sen bana sabır ve katlanabilme kudreti ver ulu zeus. dayanma katsayımı arttır, korozyona uğratma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder