12 Eylül 2011 Pazartesi

i know what you are

gerçek hayatım ile internetteki kimliğim epey birbirine karışınca buna bir önlem alma gereği duydum. kapısının önüne kırmızı tuborg bırakılan bir adama dönüştüm sonuçta, bir de kuzenim bulunca blogu artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını düşünüp ince dudaklı bruce willis gibi gülümsedim. fazla ortalıkta dolaşmanın getirisi sac kavurma olmayacaktı tabii, biraz uğraşan herkes gerçek kimliğime ve adımla soyadıma dahi ulaşacak, polise ihbarda bile bulunabilecekti. neyse ki ihbar edilecek kadar önemli şeyler yazmıyorum. en fazla dalgınlıktan yatarım iki yıl, onda da şanım yürür. ergen kuzene, bu blogu başkasına söylerse alev almış bir köy tavuğuyla kafasına vuracağımı ve tavuk sönene, şafak sökene kadar bundan vazgeçmeyeceğimi söyledim. neyse ki akıllı bir kız, açmayın dedeler'den kap şukunu panpa'ya kadar bilmemesi gereken ne varsa biliyor. yazdıklarım onun ufkunu genişletecektir, tevhid-i tedrisat koysaydım keşke blogun adını. tuborger'ı daha bir sene ancak olmuşken tükettik. iyi bu salaklıkla illuminati'ya falan alınmadım, asırlık sırlar belediye hoparlöründen yayınlanırdı artık.

önlem olarak, blogu okuyuculara kapatmaya çalıştım. sonra da bloga altı saat boyunca giremedim. tüm yazdıklarımı kaybettiğime inanıp atlar gibi kişnedim ve çoklu hesaptan dolayı bu sorunun kaynaklandığını fark edip kendime tekrar açtım blogu. kim okursa okusundu, saklanmaya çalıştıkta devekuşuna dönüşmeye çalışıyordum. kafamı gömmekle saklandığımı sanıyordum 21. yüzyılın çok işlemcili ve multi taskingli dünyasında. gelecek haftadan itibaren boydan fotoğraflarımı, baktım ipin ucu kaçtı çıplak fotoğraflarımı yayınlayacağım artık. ne kadar rezil olursak o kadar iyi. vesikalıklarımı tarattırır, el ilanına bastırdıktan sonra şehrin tüm direklerine basarım gerekirse. arayan bulsun, bulmak istemeyen bile "kimsin kardeşim sen" deyip ofisi bassın. 

artık ne yaptığımı falan da mecbur kalmadıkça yazmayacağım, dün öğlen kırmızı tuborg'la başlayıp kemer-olimpos güzergahı boyunca içtikten sonra finali ulupınar'da enfes bir yemekle noktalamanın ve rusların neden bu kadar güzel olduğunu, henüz çıkmış bir dolunayın altında, eflatun bir akşam üstünde sorgulamanın yazmaya değer bir yanı yok. kamuflaj desenli şort ve parmak arası terliklerim olmasa, inna konseri için disko kapısına dayanacak ve fetih için viyana kapısına dayanan yeniçerilere başka bir yüzyıldan selam gönderecektik ama yorgunduk. gündüzleri içince, geceler mezara giriyor. eve nasıl geldim bilmiyorum, resmen yatağa yığıldım.

artık bu yazıların gençlerin gelişimine olumlu katkı sağlaması lazım. son paragraf faydalı bilgi vermeye alışayım: bira içecekseniz, yüzde yüz malt'tan dolayısıyla tuborg'tan şaşmayın. ne içtiğinizi ve ne kadar içmeniz gerektiğini bilin. iki biradan sonra daha iyi biri oluyorsanız o zaman için. ayık olmak için yeterince berbat bir hayat zaten. şaka lan, ergenlik yapmayın hemen. bakın keyfinize.


Hiç yorum yok: