27 Şubat 2012 Pazartesi

fuckin' responsibility

ingilizce öğrenmeye ortaokulda başlamış ve responsibility'nin söylemesi en güzel kelime olduğunu daha o zaman anlamıştım. ağzımı doldura doldura, her harfin üzerine basa basa responsibility demek hoşuma gidiyordu. bugün de dayreden çıkıp dişçiye, bana birkaç gündür hayatı zehir eden dişimin icabına baktırmaya giderken önüne fuckin' koyup öyle söyledim en güzel kelimemi. in bruges'deki colin farrell gibi, fockin' elephants'taki merhametsizlik gibi, onur'la atları şaha kaldıracak kadar içtikten sonra gecenin bir yarısı tekrar tekrar izlediğimiz sahnelerin ta kendisi gibi.

gün boyu yağmur yağmış ve yeni gelen bilgisayarıma, kullanacağım programları sırayla kurdurtmuştum. serial yapıştırmak ya da çeşitli madrabazlıkları bilgisayara tanıtmak artık benim problemim değil; çağırıyoruz bir tane bilgisayarcı, o sırasıyla hallediyor. ben de o sırada tek şekerli çayımdan bir yudum alıp dağların üzerine çöken bulutları izliyorum. sol bacağımdaki kesik hafiften acısa da tekrar yolda olmak ve yürümek istiyorum. bileğine kadar çamura bulanmış ayakkabılarımı özlüyorum, kardan çıkan sesi ve berrak maviyi. dağ beni ele geçiriyor, bunu biliyorum. 

ahşap gövdeli lacivert şemsiyem ile dişçiye giderken, çocukluğum ve ilk gençliğimin geçtiği caddelerden geçtim. işte, yaz tatillerinin tamamını geçirdiğim halk kütüphanesi ve jules verne dolu rafları. enid blyton ve afacan beşler,  türlü türlü serüvenler. lisede gittiğim dersane, sayısalcı olduğum halde utanmadan sözel birincisi olduğum için dersaneye vereceğimiz parayla ilk bilgisayarımı aldığımız bilgisayarcı. eskiden oturduğumuz ev, milli bayramları tatbik ettiğimiz ve bir köşesinde pastane olan meydan. ah meydan, seninle bu düzlemde kesişmek istemezdim.

- hangi düzlem abi?
- yazının sonunda bahsedeceğim esteban, sen bu sırada bir bardak daha bitki çayı getir. 

elimdeki şemsiyeyi baston gibi kullanarak dişçiye vardım, takmaya çalışırken hunharca parçalayacağıma emin olduğum galoşları alıp bekleme salonuna geçtim. ilk iki galoş, çıplakken bile 46 numara gösteren ayaklarıma küçük gelip infilak etti. ikinci çifte biraz daha merhametli davrandım ve sıramın gelmesini atlas dergisi okuyarak bekledim. yamaca kurulmuş rengarenk çadırlara bakıp iç geçirdim, ekipmanları parmağımın ucuyla sevdim ve bunun bağımlılığa dönüşmesine engel olamayacağımı fark ettim ki yeni bir şey değildi. bundan on yıl öncesine bakarsam, dağcılık dergilerini ege'nin kütüphanesinde defalarca okuyan bir çocuk göreceğime eminim. sıra bana geldi. dergiyi bir kenara koyarken, sahafın tekinden bir koli dergi almaya karar verdim. istanbul'da olsam işim kolaydı, iki saat içinde dergi dolu mukavva bir koli ile eve gelir ve hiç taşınmayacakmış gibi mutlulukla sayfaları çevirirdim fakat ilçede bunlar olmuyordu. 

koltuğa uzandım, dolgu yaptıktan sonra "sakın lokum yeme" diyerek beni kışkırtan dişçim saçı sakalı bırakmış ve müşterilerine progresif rock dinletmekten vazgeçmişti. dişimin durumu hiç iyi değilmiş. bunu biliyordum evet, su içmek bile fiziksel bir deneyim gibi oluyordu bazı saatlerde. beyne direk seferler başlamıştır, bornova metrodan kalkan 525'ler benim beynime uğradıktan sonra kampüse gidiyordu. kanal tedavisi için cumartesi öğlene randevu verdi. panama kanalına bile daha insaflı bir zamanda başlamışlardır, cumartesi öğlen de neydi? ne dağ yürüyüşü ne de güzelciğin yanına gitmek, ikide sıfır. geçici dolgu ile dişçiden çıkıp ingiliz kraliyet ailesinden kız almış arşidük gibi elimde şemsiye ile babamın arabasına doğru yürüdüm. sorumluluklar bitmiyordu ve ehliyet almam gerekiyordu. jack aklıma geldi bir kez daha, ne demişti:

"neredeyse tüm hayatım boyunca seyahat ettim ve yazdım. günlük kaygılarla ömür tüketen insanlar gördüm. otuz dört yaşına kadar araba kullanmadım, hiç ehliyetim olmadı. çocukluğundan beri araba kullananlar ve ilk fırsatta ehliyet sahibi olanlar tüm ömürlerini ev-iş arasında yol yaparak harcarken ben dünyayı gezdim."

ehliyet kursuna ilk başvurumu yaparken, haftanın kaç günü gelmem gerektiğiyle birlikte devamsızlık hakkımı öğrenmek istedim. babam, daha kurs başlamadan bu pazarlıklara giriştiğim için kızdı. haftanın her günü (buna pazar da dahil) olduğunu söylediler, onlara bu kursun kahrolası bir toplama kampından daha beter olduğunu söylemek istediysem de sustum, bu yaşa kadar ehliyet almamış olmamın bir bedeli olmalıydı. hafta içi beşte işten çıktıktan sonra kursa gelecek ve üç saat ders dinleyecektim. at üstünde kılıç kuşanmanın ve hareket halinde ok atmanın bile eğitimi bu kadar uzun süremezdi. babama çaktırmadan kurstan kaçma ve portakal bahçeleri arasında sigara içme planları yaparken, babam da gerekli belgeleri öğrendi. motor ehliyeti de alacak mıydım peki? günün birinde motora tekrar bineceğim ve o binişin bir geri dönüşü olmayacak, o yüzden acele etmedim. sadece b almak istediğimi söyledim. debriyajdan yavaşça çekerken, gaza hafiften yüklenmek ve yeterince yüklenince de vites değiştirmek. işte hepsi bu, kimlerin araba sürdüğünü hatırla ve artık sen de aralarına karış yırtık bacak, toplu taşımayla yıldızların altında uzanan bir sahilde sabahlayamazsın. 

eve dönmeden önce son bir şey daha kalmıştı ve poseidon da şahitlik edecektir, en fazla canımı sıkan şey de buydu. bir meydan vardı ve meydanın köşesinde de işlek bir pastane. bu pastanenin sahibi mekanını genişletmek ve meydanın bir kısmını, kendi pastanesi sınırlarına dahil etmek istiyordu. belediye başkanını ikna etmesi için iyi bir sunum yapması gerektiğine karar vermiş ve tanıdıklarından, bu emele kimin alet olabileceğini düşündükten sonra da beni bulmuştu. adamın eşi, annemin arkadaşıydı ve annem, oğlunun bu gibi konularda elinden geldiğince yardımcı olacağını iddia eden bir melekti. annemin hatrı için adamın yanına gittim ve fazla zamanımın olmadığını, hafta içleri ehliyet kursumun olduğunu, ancak birkaç fikir verebileceğimi söyledim. beni dinlemek yerine hayalinde çizdiği projeyi anlattı. bunu yetiştirmemiz lazım dedi, eliyle tarif ederken sigarasından bir nefes daha çekti ve uzaklara daldı. başımda patlayan bir iş daha ve ödemeyi birkaç tepsi lokum ile alabilirdim. dişlerimin tamamı sökülünceye kadar lokum yiyebilir ya da bir sene ücretsiz yaş pasta desteği kazanabilirdim. pastanelerden hayatım boyunca hoşlanmadım. bir nalbanta bile daha fazla işim düştü, ne doğum günü münasebetsizliği nedeniyle pasta organizasyonuna girdim ne de pastanelerin vitrinlerine kafamı çevirip baktım. kurupastadan hasmım gibi nefret ettim. ve quantumun dengeleri, beni bir pastane meydanı güzellemesinin önüne bıraktı, bırakırken de sol bacağımın üstüne tekme attı. o kadar hevesli anlatınca adamı reddedemedim ve tamam dedim, ben bir şeyler çizmeye çalışayım. lila sandalyeler ve beyaz masalar olsun, kahrolası perforjeden de korkuluk patlatalım sağa sola. başkan görünce şahlansın, bıyıkları sallansın. duyan duymayan kalmasın, ilçemize bir mimar gelmişse çok ucuza danışmanlık hizmetlerine başlasın.

bir kez daha yürürken, fockin' responsibility dedim. emniyet kemerini takmamı söyleyen ısrarkeş biplemenin de anasına sövdüm. yaptırmam gereken bir kanal tedavisi, her gün gitmemin istendiği bir ehliyet kursu ve pastanenin meydanla olan ilişkisi vardı. artık büyümüş ve kuşatılmıştım. kuşatılmasının amısına koyarım deyip asansörü çağırdım, bir gün daha bitmeye yaklaşmıştı.





8 yorum:

zaphod dedi ki...

O kadar derse gidilmez kitabı al ezberle, manyak mısın sen?

Adsız dedi ki...

Eğer yeni bi kural cikmadiysa derslere devam zorunluluğu yok, boşuna vakit harcama, sınavdan iki üç gün önce kitabı oku yeter de artar bile esteban ;)

mies dedi ki...

kursa gidiyorum diye evden çıkacağım, sonra da internet kafeye kaçacağım. umarım birileri half life oynamaya devam ediyordur. uzun zamandır böyle bir firar imkanı yoktu, iyi oldu.

zaphod dedi ki...

Omfg bombalı yine yeniden. Gitmişken dünyanın en yüzeysel adamı Arif'e bak belki oralardadır.

zaphod dedi ki...

Bir de bu yazıların başlıklarının neden İngilizce içeriklerinin Türkçe olduğunu bir zahmet açıklayabilirsen. Hazırlık terk de değil ama neden böyle oldu acaba.

Adsız dedi ki...

döviz kurlarını en doğru şekilde öğrenmek ve yatırımlarını yönlendirmek için altinkaynak.com'a gir. öperim.

Adsız dedi ki...

kitabı bile çalışmana gerek yok son iki yılın çıkmış sorularını çözsen, yeter. evet, yine çıkmış sorular:D unutmaman gereken şey direksiyon sınavında emliyet kemeri takmayı unutmamak, ben ettim bunu panpa, sen etme

mies dedi ki...

ehliyet alma sürecine siz değerli tuborger'ları da dahil etmek istemiyorum, bence de her derse gitmek zorunlu değil fakat zorunlu eğitime inanan bir ailem var. neyse en azından bir yerlerden kaçmayı özlemiştim, bu iyi bir fırsat oldu.

başlıklar neden ingilizce de yazılar türkçe peki? onu ben de bilmiyore.