13 Şubat 2012 Pazartesi

poor choice of words

başlıkları winamp seçsin, paragrafları ben bulurum. belli bir anlam bütünlüğü oluşturmak ve günaşırı yazmak zorunda değilim nasıl olsa; paşa gönlüm ve bağlı bulunduğum mevzuatın ilgili bentleri nasıl isterse. bütün gün yaklaşık maliyet hesapları ve metrekareler arasında hesap makinesiyle dolaşınca, kelimeler bir kenara sayılarla bile bir şeyler ifade edebileceğime inandım. sayıların kesinliği hoşuma gitti, yoruma açık değillerdi. hangi tür yapı ve metrekaresi ne kadar? bayındırlık bakanlığının bu konu hakkındaki düşünceleri ve görüşleri, heyetler ve dedeler. bir ara muhasebe müdürünün yanına çıkıp, istediğim bilgisayarın özelliklerini söyledim. bundan beş sene önce olsaydı, kasanın nasıl soğuması gerektiğine kadar bir sürü gereksiz bilgiyle ortalığı cehenneme çevirmesini bilirdim fakat bugün sadece, "ekran büyük ve işlemci iyi olsun" dedim. "hp'nin son modeli hangisiyse, o yeterli gelir". ocz'nin ömür boyu garantili sinir hastası ramleri, overclock yemekten kusma raddesine gelmiş işlemciler, rpm'si yüksek harddiskler, 64bit işletim sistemleri... artık hepsi geride kalmıştı, önemli değillerdi. internet bağlantısı olan bilgisayar işimi görürdü, çok gerekli olmadığı sürece model yapma fonksiyonumu devreye sokmayacaktım nasıl olsa. 

hava denize giren insanları yadırgatmayacak kadar ılıktı,  dalgalar kıyıya kadar zahmet etmeden geliyor ve eriyip  gidiyordu. panama bandıralı gemiler başka körfezlerin ufuklarında dolaşırken, bizim denizimiz sakindi belki balıklar bile yoktu. saçlarım hafiften uzamış ve jöleyle iktidar mücadelesine girişmişti, kravatımın düğüm noktası ise hafiften kontrolden çıkmıştı. odama dönmeden önce aynaya bakıp, kravatımı teraziye aldım. bir uçurtmanın ipi nasıl onun yerle bağlantısını sağlıyorsa, kravat da beni büyüklerin şaka kaldırmaz dünyasına bağlıyordu işte. şaşıracak bir şey yoktu, mesai saatlerim belliydi ve haftanın iki günü tatil yaptığım için keyfim yerindeydi. cumartesi günü sevgilimle star wars 3d'ye gidip öncesinde big mac yemek, pazar gününün neredeyse tamamını yatakta uyuyarak geçirmek kadar güzeldi. bir zamanlar anadolu'nun sanıyorum ki ilk yarım saatinde uyumuş kalmış ve film bittikten bir süre sonra uyanmıştık. nuri bilge ceylan filmleri asıl amacından çıkıp bize bir kez daha ninniler söylemişti. 

winamp, a day in the life ile devam ederken; örtüşmelere ve tesadüflere artık pek şaşırmıyorum. anlamadığım şeyler olmaya devam ediyor ve diğer birçok insandan farklı olarak, bunların farkına varıyorum. quantum seviyesinde kanat çırpan karanlık kanatlı kelebekleri gördüğüm doğru, bazen odanın içine dolsunlar diye pencereleri açıyorum. printer'ın önüne taze kağıt koyuyor, kurşun kalemlerin ucunu açıyorum. cep telefonlarına bakıyor ve ayın hallerini gösteren bir kol saati için piyasa araştırması yapıyorum. dolunayın ne zaman geleceğini önceden bilirsem gardımı almak için zamanım olur, galaktik bir meydan dayağı yemekten kurtulurum. htc evo 3d, beni çileden çıkartacak kadar karmaşık bir telefona benziyor. fotoğrafı kaç boyutlu çekeceğime karar verirken bile saatler geçer ve şafak bir gün daha atar. yaşama serüvenimin geçici olduğunu biliyorum, bir düşten bir saniye bile uzun değil. o yüzden tüm acıları yüreğime hapsetmek yerine, gözlerimi açıp etrafa bakıyorum. üzerinde impossible yazan sırt çantam ve alabildiği kadar soğuk bira ile başka bir boyuta geçmeden önce, bu dünya'da kusura bakmazsanız aranızda dolaşıyor, suyunuzdan içiyorum. kadronuzda görev alıyor, vergilerinizle kendime bir şeyler alıyorum. hepinize teşekkürler.


1 yorum:

ka' dedi ki...

buraya aitsizliğini dan diye böyle, dan diye ve öre öre yazışını her gördüğümde seviyorum