cuma günü olsa gerek, ruhsata aykırı yerleri olan rezil bir gazinoyu yıkmaya gitmiş ve mülk sahibi bilbo baggins'in "yıktın da rahatladın mı?" sorusunu, rahatlamak için yıkmadığımı söyleyerek cevaplamıştım. her türlü soruya verilecek cevabım vardı fakat çoğu zaman üşeniyordum, önce lafa bakmıyordum laf mı diye; sonra da söyleyene bakmıyordum adam mı diye. açıkçası yaptığım işi pek umursamıyordum. insanlardan ziyade nesneler ilgimi çekiyordu. bilbo etrafımda bir şeyler gevelerken, yarısı tavanda, yarısı yerde aynalı bir disko topunun etrafında dolaşıyor ve disko topuyla ilk defa nerede karşılaşmış olabileceğimi düşünüyordum. gördüğüm her şey, daha öncemle ilintiliydi ve bunları pek uğraşmadan görebiliyordum; duvarları yıkan sarı greyder "otostopçunun galaksi rehberi" ile, disko topu "90'ların ortalarına doğru didim" ile, mülk sahibi de "yüzüklerin efendisi" ile...
öğlen yemeğine kadar yıkımı bitirip, ekipler amiri boncuk gözlü cüneyt arkın gibi de tutanağı imzaladıktan sonra öğlen yemeğine çıktım. insanla muhatap olmadan sade bir yemek yiyebileceğim köşe ararken, bana doğru toprağım diye bağıran bir cüce ile karşılaşmak hoşuma gitmedi. cüce, bir dönercinin frontman'i olup ikna konusunda gerçek bir lannister'dı. "toprağıma torpilli olsun" dedikten sonra beni içeri itti, saatlerdir deli tavuklar gibi güneşin altında, greyderin yanında dolaşmaktan nevrim dönmüştü ve sabah kahvaltı da etmemiştim. cücenin gözlerine bakmadan uslu uslu yemeği yeyip hesabı ödedikten sonra koşarak uzaklaştım. tatar elflerinden güzel sevgilim o sırada antalya'ya doğru gelen otobüste olmasa, gerçekten iğrenç bir gün geçirdiğimi düşünebilirdim. fakat memuriyetin güzel taraflarından birisi de, hiçbir şekilde özel hayatına müdahale etmiyor. herhangi bir şeyin pek acelesi yok, yazışmalar bile aylarca sürüyor. gazinonun yıkım süreci başladığında, sürekli sıcak yerlere göç etmeyi alışkanlık haline getirmiş antipatik kuşlar bile henüz gelmemişti. mülk sahiplerine tanıdığımız süreleri uc uca eklesen, bir aşkı memnu daha çıkar ve milyonları ekran başına kilitlerdi.
yukarıdaki iki paragrafın bana verdiği yetkiye ve en sevdiğim on yazardan birisi olan cyrano'nun entrylerini geri getirmesine dayanarak, tahmin edilemez ve bir bütünlükten fersahlarca uzak yazı hayatıma devam etme kararı aldım. çünkü, hayatta karşıma çıkan tüm saçmalıkları bir yere yazmazsam onlardan kurtulamıyorum. bir yere yazmalı derken, cüceler ve bilbolarla köşe kapmaca oynuyorum. onları bu yazıya hapsedip, zihnimde yer açacağım çünkü yer kalmadı amk. hemen her şeyi yazmaya değer buluyorum, bu beni adeta kışkırtıyor. delal arya'nın pera günlükleri'ni de henüz yeni bitirmiş olmanın verdiği serüven duygusuyla, daldan dala atlamak ve bir şeyler keşfetmek istiyorum. bir yandan okumam gereken onca kitap, devam etmem gereken iş, hafta sonu yolculukları, almam gereken adam gibi bir geniş açı lens ve sırt çantası, belediyelerin birleşmesi, kamusal entrikalar ve insanların hırsları derken bir sürü kavram etrafımda uçuşuyor. ülkenin gidişatının "yarrağa yan basmak" teması üzerine şekillenmesine bile pek ses çıkarmıyorum. baktım olmuyor, cerenimi de alır giderim başka ülkeye. izlanda ya da kanada fark etmez, beni bu ülkeye bağlayan şey kan ya da milliyet değil, sadece birkaç insan. kim bu cennet uğruna olmaz ki feda? ben olmam. keşkem de norveç'te doğsaydım demiyorum, o zaman nelere sahip olmadığımı da bilemezdim.
edebiyat kariyerime kürek kürek kömür attığım bu gecede, artık derli toplu bir şeyler yazmak istemekteyim. yazdığım her şey, birinci tekilin ağzından çıkmamalı, benimle ilgili olmamalı. belki binasını yıkmaya gelen mendebur belediyecileri lanetleyen bir gazinocu, belki de primle çalışan dönerci bir cücenin yaşadıkları. aşk hikayesi de yazmak isterdim fakat bunu anlatabilecek kadar kelime bilmiyorum. galadriel'imin büyüsüne kaptırdım gidiyorum. suya dönüştüm sanırım en sonunda, akışına bıraktım ve geldiğim noktayı seviyorum.
her neyse, haftada bir yazı yazmaya çalışırım. beni her mecrada ısrarla takip edenlerden birer çeyrek almak gibi planlarım var, teraziye tıklama zamanınız geliyor. sizin de katkınız olsun lan biraz. sevgiler, sevgiler.
(çalışırken çektiklerimdir, izinsiz kullanılabilir; yapabiliyorsanız şantaj yapın)
4 yorum:
:))) "sen yazmayi secmezsin; yazmak seni secer" demistim.
seni bir kez secmisse artik kurtulamazsin ondan. seni okumaya devam etmek guzel olacak...
Lan at çükü, tekrar yazıyorum manevranı Teoman'ın müziğe dönmesinden daha samimiyetsiz buldum. Hadi başladın 2 ay geçmiş gerisi gelmemiş.
Yorum Gönder