29 Ekim 2011 Cumartesi

hoşçakal

yaklaşık bir ay önce, masanın üzerinde duran motorumun anahtarını almış ve evden çıkmadan önce de bizimkilere arkadaşımın yanına uğrayacağımı söylemiştim. annem yanağımın tekinden öpmüş, babam da dikkatli olmamı söylemişti. yeni aldığım tam korumalı montumun ve kaskımın içinde güvendeydim, yıllar boyu hayalini kurup posterini de duvarıma astığım yamaha fazer'ım ise aşağıda beni bekliyordu. abimle her hafta sonu çıktığımız yolculuklar, çalışmakla geçen hafta içinin tüm sıkıntısını alıyor ve kendimizi rüzgarın içinde, bir gün batımının kızılında buluyorduk. yol, bazen bir ayçiçek tarlasının kenarından bazen de bir koyun sürüsünün ortasından geçiyordu. bir zeytin ağacının altında piknik yaptıktan sonra, kasklarımızı takıp yola devam ediyorduk. nereye vardığımızın pek bir önemi olmuyordu, gün tamamen batmadan ya bir pansiyonda kalıyor ya da eve dönüyorduk. motorumla çok mutluydum, hayattaki en büyük hayalim buydu ve kendimi onun üzerinde tamamlanmış hissediyordum.

aşağı indim ve anahtarı son kez çevirip yola çıktım, işte yeniden sonsuz bir özgürlük duygusu. arkadaşımın evi beş kilometre ötede de olsa fark etmiyordu, her saniyesini seviyordum bu duygunun. kırmızı ışıkta durdum, huzurluydum. gün içerisinde müdürle yaptığımız görüşmelerin zerresi kalmamıştı, motorun üzerinde özgür bir kuştan farksızdım. motor, benim kanatlarımdı. yeşil yandı ve birden öne atıldım. arabayla binlerce kez geçtiğim yol bile motorun üzerinde bir başka geliyordu, yıldızlar arası yolculuk yapar gibi büyük bir heyecanla bakıyordum yola. 

arkadaşımın evine varmadan önceki son kavşakta ters giden bir şeyler oldu, önümdeki beyaz şahin sinyal vermeden aniden önüme kırdı. hızım çok fazla olmamasına rağmen, motorum aracın yanına çarptı ve dengemi kaybettim. bir eylül akşamında, çok sevdiğim yamaha'm kontrolden çıktı ve ben kafamı yol boyunca ilerleyen refüje çarptım. şimşek çakmasına benzer bir şey duyduğum son ses oldu ve bana çarpan aracın farlarını söndürerek yan yola saptığını gördüm. bir şeylerin sonuna geldiğimi hissediyordum.

boylu boyunca yerde uzanan benim bedenimdi fakat ben en ufak bir acı duymuyordum. koruma montum ve kaskım hala üzerimdeydi fakat ben, o bedenin içinde değildim. her şeyi biraz yukarıdan izliyordum ve hafiftim. biraz zaman geçtikten sonra bir ambulans geldi ve beni aldı, ilçe hastanesi durumumun acil olduğunu söyleyip antalya merkeze yönlendirdi. ambulansta babam da vardı, annem ise arkadaki araçta, dayım ve kuzenlerimle birlikteydi. onlara kendimi iyi hissettiğimi söylemek istedim ama duymadılar, hemen yukarılarındaydım fakat babam sürekli sedyede uzanan bana bakıyordu. ben dikkatliydim baba fakat önüme kıran herif dikkat etmedi. hastanenin acil servisine ulaştığımızda, abimi de arkadaşlarıyla birlikte beni bekler buldum. abim, beni anlardı ve dinlerdi. yargılamaz ya da nasihat etmezdi, desteklerdi. şimdi de beni duyacağını biliyordum fakat ilk şokun etkisiyle biraz daha beklemem gerekiyordu. ambulanstan sedyeyle çıkardılar, o beden benim değildi artık. abim yüzünü duvara dönüp ağlarken, onun omzuna dokundum fakat o anki telaşla hissetmedi.

ameliyatıma giren doktor, durumun epey ağır olduğunu ve sadece gençliğime güvenerek bu ameliyatı yaptığını söyledi. bir mucizeden bahsediyorlardı fakat ben iyiydim, bedenimin ve yerçekimin ağırlığından kurtulmuştum. ameliyatım saatlerce sürdü ve sabaha karşı bittikten sonra beni uyuttular. bir gün sonra belli olacakmış her şey fakat doktor pek umutlu konuşmadı. yaşarken de inatçı olduğum için, ölüme de kafa tutacağımı düşündüler. motor almamamı söylemişlerdi fakat almıştım, tekvando yerine derslerime çalışmamı söylemişlerdi fakat 68 kiloda bölge birincisi olmuş ve altın madalya ile dönmüştüm, klasik gitar yeter demişlerdi ama ben elektrogitarımla fade to black'in solosunu atmış ve konserler vermiştim. içimdeki ateşi takip ettiğim için ben olmuştum ve seçimlerimi kendim yapmıştım, eğer birisi bana nasıl ölmek istediğimi sorsaydı, muhtemelen motorumun üzerinde derdim. kör bir kurşunla, malzemesinden çalınmış bir binanın enkazında ya da tüm yaşlılığım ve hareketsizliğimle bir yatağın üzerinde hayata veda etmek istemezdim. belki de erken gideceğimi bildiğim içindi dolu dolu yaşama arzum. başkasının bir ömre sığdıramayacağını 24 seneye sığdırmış ve döngümü tamamlamıştım. en büyük hayalim evlenmek ya da çocuk sahibi olmak değildi, sadece motosiklet ve gitar çalmaktı. 27 eylül akşamı da evde biraz gitar çaldıktan sonra motoruma atlamıştım. çemberimi tamamlamıştım ve abim de bunun farkındaydı. 

ameliyattan bir tam gün sonra, doktor hiçbir umut olmadığını ve beyin ölümünün gerçekleştiğini söyledi. kalbim hala atıyor ve göğüs kafesim inip kalkıyordu fakat ben onun içinde değildim artık. ne çok sevenim olduğuna şaşırdım, hastaneye akın akın insan geliyordu. annem ve babam çok bitkindi, onlara söylemek istediklerim ise çığlıklar nedeniyle duyulmuyordu. ben iyiydim, istediğim gibi bir hayat yaşadıktan sonra zamanımı doldurup gitmiştim sadece. hastanenin uzak bir köşesinde yere bağdaş kurup oturan abimin yanına gittim, antalya'daki arkadaşları bir an olsun yanından ayrılmamıştı. bir işaret vermeliydim herkese, toprağın altına girecek olan ben değil beni bir süreliğine taşıyan bedenimdi. ben yukarıda olacaktım, bedenimden kalanlar ise başkasına umut olacaktı. birisine nefes, diğerine ışık olacaktı organlarım. 

acil servisteki odada, bizimkiler organlarımı bağışladıklarını söylediler ki zaten, ben de çok önceden bunu belirtmiştim. benim artık hiçbirisine ihtiyacım yoktu. görmek için göze, nefes almak için ciğere ve geri kalan her şeye. ben hala vardım, ruhumun özgür olduğunu hissediyordum ki motor sürerken bile bu kadarını hissetmemiştim. hastanenin üst katlarındaki bir odada abim, annem ve babamın arasında durarak benim artık cennette olduğumu ve huzurlu olduğumu hissettiğini söyledi. insanların istediklerini sürekli erteleyip yarım yamalak yaşadıkları bir hayatta, ben ne istediysem yapmıştım. kimseyle dargın ayrılmamış ve onların hayatında bir iz bırakmıştım. 

aradan bir gün geçti ve cansız bedenim, hastaneden çıkarılıp bir araca bindirildikten sonra yıkanmak için mezarlığa götürüldü. oradan sonra da hayatımı geçirdiğim ilçeye doğru konvoyla yola çıktık. 10 temmuz 1987'de bir cuma günü geldiğim hayattan, 30 eylül 2011'de yine bir cuma günü gidiyordum. iyi olduğuma dair bir işaret vermemin zamanı yaklaşıyordu. abimle en sevdiğimiz şarkı rajaz, bize her şeyi zaten söylemişti şu dizelerle:

the souls of heaven
are stars at night.
they will guide us on our way,
until we meet again
another day.

tabutum, araçtan çıkarılıp musalla taşına kondu. camii'nin bahçesine sığmayan insanlar göğüslerinin üzerinde benim fotoğrafımla yola taştı. hemen en önde babam ve abim vardı, babamın yüzüne düşen gölge beni üzüyordu fakat biraz sonra, artık gökyüzünde olduğumu göstermenin sırası gelecekti. cenaze namazım bittiği an hava kapandı ve gök gürledi. tabutum, camiden çıkarken de yağmur başladı. yağmur olup benim için orada olan insanların üzerine yağdım ve mezarlığa kadar dinmedim. insanların omuzlarında giden bedenim artık benim değildi, ben artık yukarıdaydım ve abim gökyüzüne baktığına göre bunu yeterince anlatabilmiştim. tabutun kapağı açıldı ve kefene sarılmış bedenimi çukura indirmeye başladıkları an yağmur da dindi. bulutlar dağıldı ve güneş açtı. sırılsıklam olmuş insanlar açan güneşte ışıldarken benim, toprağın altına giren değil, bulutların arasında dolaşan özgür bir ruh olduğuma emin olmuşlardı. hemen mezarımın ardındaki tepede dikildim ve kalabalığa baktım, abim de kafasını çevirip bana baktı. yaşarken beni en fazla anlayan adam, ben gittikten sonra da yalnız olmadığımı anlatmıştı. olimpos'un pek kimseler tarafından bilinmeyen köşelerinde bira içerken hemen her şeyden konuşmuştuk ve ölüm de buna dahildi. söylenmemiş sözler canımızı acıtmayacaktı, ne var ne yoksa anlatmıştık birbirimize. ceneviz kalesinin arkasında kalan  küçük bir taş köprünün üzerinde yine konuşurken, 26 kasım'da olimpos'ta kalmak üzerine birbirimize söz vermiştik. sözümüzden dönecek değiliz, ikimiz de orada olacağız. ben gökyüzünde bir kartal gibi süzüldükten sonra abimin omzuna ineceğim, o da her gün yaptığı gibi benimle konuşup ben bir şey anlatınca da dinleyecek. kardeşliğimiz sonsuza kadar devam edecek.

ölünce bir şeyin bittiği yokmuş, sadece geride kalanlara ara sıra mesaj vermem gerekiyor. burada da çok güzel insanlar var, geçen hafta marco simoncelli diye birisi geldi; aynı yaştaymışız ve ikimiz de motosikletin üzerinde veda etmişiz hayata fakat o motogp'de yarışıyormuş. onunla bıkmadan motosikletler hakkında konuşabiliyoruz, gitar tekniği konusunda da inanılmaz adamlar var. zamanım bol, artık işe gitmek ya da teslimat ve raporlarla uğraşmak da yok. burada mutluyum, abim aracılığıyla bunu bizimkilere de söylüyorum. ara sıra onun rüyalarına giriyorum; eskiden yaptığım gibi gitarımla bir şeyler çalıyorum. ilk gitarımı bana o almıştı; ben de son gitarımı, yamaha pacifica'mı ona veriyorum. yıldızlara bakıp rajaz dinlediği zaman onunla aynı notaları duyuyorum.

...

kardeşim, can dostum daha güzel bir yere gideli bir ay oluyor. hayatımın en uzun ayı, en zor günleri oldu fakat geçirdiğimiz güzel günleri düşündükçe üstesinden geliyorum. ölümü kabullenmek, nereden baktığıma bağlı olarak sürekli değişiyor. bazı günler aynı şeyi yüzlerce kez kabullendiğimi fark edince, bunda başarısız olduğumu görüyorum. bir varmış bir yokmuş derler ya hani masallar, onun ne kadar gerçek olduğunu geriye sadece anların kaldığını fark ettiğim için görüyorum. geriye sadece güzel anlar kalıyor. motosikletle eve dönerken ardımızda batan güneşi hatırlıyorum. cennette gibiydik. sabahın köründe yayladan geçerken bir ayçiçek tarlasının kenarında, evde hazırlayıp folyoya sardığımız sandviçleri yemiş ve yüzümüzü, aynı çiçekler gibi güneşe dönmüştük. sedir kaplı ormanların arasından geçip, deniz kenarına indikten sonra denize koşmuş; bazen de yağmurun altında kalmıştık. birasına pes oynamış, bir keresinde de bira alacağımız parayla gidip muhabbet kuşumuz panpa'yı almıştık. iki iyi dost olduk zamanla, beraber çok zaman geçirdik. şimdi düşününce, hayatımda aldığım en iyi kararın istanbul'dan dönmek olduğunu görüyorum. başka bir şehirde ya da ülkede de olabilirdim, kardeşimle yoldaş olmadan da onu uğurlayabilirdim oysa şimdi beraber geçirdiğimiz son günü hatırlayınca bile içim huzur dolu oluyor. çemberini tamamlamış ve istediği gibi bir hayatı yaşamış güzel yüzlü çocuğu, dalyan gibi delikanlıyı yukarıda bir yerlerde beni beklerken düşünüyorum.

huzur içinde uyu canım kardeşim, günün birinde tekrar buluşacağız. seni seviyorum.