11 Eylül 2024 Çarşamba

dahi anlamındaki de

dün, oğlumun sekizinci yaşı için onun otuz üç yıl sonra okuyacağı bir yazı yazmak istemiştim fakat işler ve işlemler her zaman benim istediğim gibi olmuyor. teftiş kurulunda bir müfettişe savunma vermem gerektiği için şehre indim, benden kaynaklanmayan bir sıkıntının payıma düşeni için tam 13:30'da oradaydım. ışık alsın diye galeri boşluğu camla örtülmüş bir binaydı ve butik bir cehennemi andırıyordu. antalya zaten yeterince ışıklı ve sıcak bir şehirdi, bir de bu ışığı ve ısıyı binanın yüreğine sokmak hangi manyağın işiydi bilemedim, kendi götümü kurtarmam gerekiyordu. yine üçkağıtçı bir müteahhit ortalığı dağıtmış ve galeyana gelen halk, herkesi her yere şikayet ederek reaksiyon göstermişti. 

binada sadece müfettişler, katipler ve özel güvenlik vardı. holde sıramı beklerken on dakikada yirmi kilo vermek istemediğim için sigara içilen terasa çıktım. başka odadan başka bir müfettiş de geldi, sigarasını yaktı ve hiçbir şey demeden caddeyi izledi. daha önce aynı şeyi binlerce kez yaptığı belliydi, her şeyi otonomdu. sanki bir insan değildi de insan kabuğuydu, içi boştu. ruhunun olduğuna dair bir iz bulamadım, sıcak bir rüzgar beni de kabuğa çevirmek üzereyken müfettişin elçisi geldi ve beni içeri davet etti.

bir insan durduk yere neden müfettiş olur ve sınırlı ömrünü böyle tüketir diye merak ederek koltuğa oturdum. mimarlık jürilerinden şerbetliydim, stres altında paniğe kapılmak yerine zaman ve mekanın dışına çıkabiliyor, kendime dışardan müdahale edebiliyordum. sanki her şey çoktan yaşanmış, bitmiş ve sonuçlarının etkisi zamanla kaybolup gitmiş gibi geliyordu. müfettiş ifademi alıp eşzamanlı olarak katibe yazdırmaya çalışınca cümlelerin başı iran sineması, sonu ise amerikan gençlik filmleri gibi oldu. uzun cümleler, araya serpiştirilen bonuslar, noktalar, noktalı virgüller, özel isimler, genel cisimler, kanunun ilgili maddeleri derken bir aşure kazanının başında 1.5 saat kaldım. katip ifademin çıktısını aldı ve imzalamam için önüme uzattı. adım ve soyadımın altında "inşaat mühendisi" yazıyordu. o kadar da değildi, mimarlıktan bile bıkmışken bir de mühendis olarak iftira atılmasına dayanamadım ve yazıyı baştan sona okudum.

katip yazmayı, müfettiş de yazdırmayı pek bilmiyordu. bir önceki cümleyi katip "müfettiş'te yazdırmayı bilmiyordu" şeklinde yazardı, durum o kadar vahimdi. mimar olduğumu ve bazı imla hatalarını, onları sinirlendirmeden ifade ettim. cümlelerin anlamı değişiyordu, yarın bir gün hakim okuyacak olsa, kendimi ifade edemediğimi düşünüp olumsuz bir yargıda bulunabilirdi. soruşturmanın başında bunlara göz yumamazdım, müfettiş "sayısalcı olmanıza rağmen bunlara böyle dikkat etmeniz çok ilginç" dedi. okumayı sevdiğimi söyledim, yazmaya bayıldığımı ise eklemedim. ifade yeterince uzun sürmüştü, başıma türlü belalar gelmeden eve dönmeli ve minik kralımın doğum gününe yetişmeliydim. 

adım ve soyadımın altında mimar yazıyordu, hatalar düzeltilmişti ve ifadem fena değildi, tutarlı ve masumdu. zaman-mekan kurgusuyla oynamamış ve akışa çok müdahale etmemiştim. geniş zamanla başlayıp öyle bitirmiştim. görelilik ve kuantumu aklımın köşesinden bile geçirmedim, ifademi imzalayıp müfettişler cehenneminden çıktım.

bir yeri terk ederken son kez dönüp bakarım, istanbul'da ve askeriyede aynısını yapmıştım. nizamiyenin kapısından son kez çıkmanın o ferah tadını hala anımsarım. ayaklarım yere bile değmemişti, sanki kemiklerinde hava boşluğu olan kara ve parlak tüylü bir kuş gibi on metrede bir konarak havaalanına gitmiş ve antalya'ya kendi imkanlarımla uçabilirmişim gibi hissetmiştim. beni bekleyen resmi plakalı araca yürürken binaya döndüm baktım, müfettiş de kabuğuyla bana baktı ve içini dumanla doldurdu. atlasam kaç saniyede yere çarparım diye düşünüyordu belki, müfettişlerin tercihlerini sorgulamak haddime değil. 

arabaya bindim, doğum gününe yetişecektim. annemlerin balkonu yine birleşmiş milletlerin ana salonu gibiydi. ingiltere'de yaşayan dayım, yarı ingiliz dayımın oğlu ve tam ingiliz sevgilisi vardı. bir köşede, kocasını kırk gün önce kaybetmiş nenem, mutfakta hanım ile anam çikolatalı pastanın başında, ev yapımı limonata sürahide, oğlum ise televizyonun karşısındaydı. beni görünce koştu, sarıldı, kralına bağlılık yemini etmiş bir şövalye gibi dizlerimin üzerine çöküp günü bitirdim:

"iyi ki doğdun oğlum, seni seviyorum."