31 Ekim 2024 Perşembe

mutlu gün

theo angelopoulos'un sonsuzluk ve bir gün'ü, filmi izlemeye başlamadan önce içimde yeşermeye başlamıştı. gelecekte olacak olan ve hayatımın geri kalanında etkisini devam ettirecek şeyin kipi nedir acaba, future perfect tense mi? baktım da varmış böyle bir şey, cümle içinde kullanalım:

"yirmi sene sonra şimdi gibi artık bu saçma sapan yerden ve işlerden kurtulmuş olacağım fakat yaşım da 62 olacak. 62 ile ne yapılır, tavşan mı?"

sonsuzluk ve bir gün'ün önce müziğini dinledim, sonra ufak tefek kesitleri önüme düşmeye başladı, başı ve sonu olmayan alıntıları ilgimi çekti, sisli bir yolda izlerini takip ettim ama izlemek ancak birkaç sene önce gerçekleşti. geç oldu diyemem ama erken de değildi. filmi bitirdikten sonra bunun ömürlük bir yol arkadaşlığı olduğunu biliyordum; her izlediğimde yeni bir şeyler keşfedeceğimi, başka bakış açılarıyla yeni bir film izleyeceğimi, bu açıların yaşlandıkça evrileceğini, olgunlaşacağını, diyaframımın açılacağını... eleni karaindrou'nun by the sea parçasında hep o piyano ritmini sanki bir kış ormanında ısıtmayan güneşe baktığım o öğleden sonrası gibi sonsuza dek ruhumda duyacağımı adım gibi biliyordum. 

bu sabah, filmin senaristi petros markaris'in filmin senaryo ve çekim sürecini anlattığı sonsuzluk ve bir günlük'ü bitirdim. her gün yarım saat ve sadece sabahları okuyordum. kerem'i servise 07:55'te bırakıyor, eve geri çıkıyor ve işe de 08:25'te gidiyordum ki yere dökülen soğanları 08:26 civarında toplayabileyim diye. soğanları toplamak bana iyi gelmişti, sanki ilk defa işe yarıyormuşum gibi hissetmiştim. 

filmin senaryo süreci 1996 yazı gibi başlıyordu, benim kız kaçıran patronum dükkana gelmediği için akşama kadar boş boş beklediğim o kutsal yazda yani. kızın babası gün aşırı geliyor ve cep telefonunun pek kimseler tarafından bilinmediği günlerde kızını kaçıran şerefsizi elle arıyordu. kız gönüllü kaçmıştı, çünkü anası babası benim patronu çulsuz olduğu için kızlarına layık görmemişler ve genç çiftimize başka çare bırakmamışlardı. petros ile theo, senaryoyu oluşturmak için saatlerce telefonda konuşup adım adım ilerler ve bazen ilk adıma geri dönerken, ben de ufak bir yazıhanede akşamı zor ediyordum. önceden günler ve mevsimler çok uzundu, haftalar bitmek bilmiyordu. cumartesi öğlene kadar çalışıyor ve patronun babasının gelip haftalığımı vermesini bekliyordum. haftalığımı alıp eve gururla yürürken, o sırada 62 yaşlarında olan theo angelopoulos da filmi için tüm ruhunu veriyordu.

demek ki, 62'den sadece tavşan yapılmıyormuş. hiçbir şey için ne geç ne de erkenmiş, olması gerekenler tam zamanında olurmuş. theo, bana bunu güneşli geçen bir ekimin son gününde, 2024 yılında bile öğretmeye devam ediyor. 

içimde sürekli bu filmle yaşıyor, gittiğim yerlere onu da götürüyorum. salı günü çıralı sahilindeydik. çocuklar yine taşlarla oynuyor ve yaşlılar da güneşten besleniyordu. hemen önümde seksen yaşlarında bir kadın, sararmış bir kitap okuyordu. kitap en az otuz senelik olmalıydı, belki de 1996 yazında almış ve bir gün okurum diye diye o günü beklemişti. kısa gümüş saçları olan kadını ursula k. le guin'e benzettiğimden kitabı da yerdeniz büyücüsü olarak gördüm. Bir teoriye göre de kadın kitabı 22 yaşındayken almış fakat bir türlü bitirememişti. 

soğuk birayı, termos bardağıma doldurup üzerinde de iki parmak köpük bıraktım. altın saçlı çocuklar taş kuleler yapıyorlardı, denize girenler bile vardı. o sırada adı çıralı olan bir tekne yaklaşık elli metre açıktan geçiyordu, teknenin üst katında 5-6 tane genç kadın, bee gees’in stayin alive’ı eşliğinde dans ediyordu. Güneşin altında, denizin üstünde sanki çok uzak bir gelecekten tek günlüğüne gelmiş de akşam döneceklermiş gibi bir tutkuyla hoplayıp zıplıyorlardı. Tek bir anda, 80 yaşında yaşlı bir kadın, 41 ile 42 arasında bir yerde bira içip etrafı izleyen bir adam, 20’li yaşlarında tekne turunda hayatın tadını çıkaran bir grup kız, 9 yaşındaki kerem vardı. Yaşlı kadın kitabını kapattı, çantasını toplayıp Olympos tarafına yürüdü. Tekne gözden uzaklaşıp kayboldu. Ben kalkıp denize koştum. Kerem ise mayosunu getirmediğimiz için küsüp arkasını döndü.

Mutlu gün, daha önce olduğu ve sonra da olacağı gibi; yaşanıp biteceği ya da henüz yaşanmadığı gibi kendi kanunlarıyla var oldu ve yok oldu...


 


Hiç yorum yok: