bundan neredeyse yirmi sene önce, aynı anda aynı yerde olmak üzerine bir şeyler yazmış ve bunu satma imkanı bulamadan kaybetmiştim. hikayede, 22 yaşında bir mimarlık öğrencisi, arkadaşının evinde sabahlayıp projesini yola koyduktan sonra kaldığı yurda dönerken istiklal caddesi'nde dünyayı gezen bir turist ile yan yana geliyordu. dünyayı gezen sırt çantalıda, kendini gerçekleştirmiş olmanın, piramidin zirvesini görmenin ışıltısı vardı. proje için sabahlayanda ise kör kuyular gibi bir yorgunluk. ayağını kaldıracak gücü bile kalmamış sabahladığı için, adımlarını sürüyerek yatağına doğru gidiyordu. sabahın erken saatlerinde istiklal caddesi nispeten boştu ve çok uzaktan bakıldığında, gezgin ile öğrenci tam olarak aynı anda ve aynı noktada görülüyordu. yorgunluktan bayılmak üzere olan öğrenci, tomtom sokağı'na sapıp yurduna girdi. dünya'yı gezen ise dinç adımlarla yola devam etti. yan yana oldukları kısacık sekans, aklımda yer etmiş olsa gerek şimdi hiçbir kopyası olmayan bu hikayeciği yazmıştım. başlığı ise "yan yanaydık" idi. bundan eminim. oradaki öğrenci bendim, istiklal caddesi üzerinde bir yurtta kalıyor ve bir gün eve çıkmanın ve dünyayı gezmenin hayalini kuruyordum fakat okulun bitmesine daha vardı. uzatmalarıyla, düzeltmeleriyle ve oynanmayan süresiyle neredeyse 3-4 sene daha isterdi. gezgini ise hatırlamıyorum, rastalı genç bir kadın mıydı yoksa orta yaşlı ve yuvarlak gözlüklü bir adam mı bilmiyorum. belki de dünyayı gezmeyi bırakmış, şu an güneşli bir kasım sabahında ofisinin penceresinden dışarıya bakıp kahvesini yudumluyor ve eski günlerini düşünüyordur. benim onu gördüğüm günün akşamı ölmüş olması bile ihtimal dahilinde. ailesi yurt dışından gelmiş ve çocuklarının cenazesiyle dönmüşlerdir birkaç gün sonra. alp dağlarını gören bir mezarlıkta, soğuk bir taşın altında yatıyor olabilir tam şu an. birisinin nerede olduğunu merak edip bakmadığımız sürece, herkes her yerdedir. fazla merak iyi değildir, bırakalım insanlar özgürce dolaşsın.
20 sene sonra... 9 kasım 2024 cumartesi...
evden çıkıp limana yürüyorum, saat tam 10:00'da limandaki balıkçı barınağında demişlerdi. genelde öğlenleri gidip teknelere bakarken bir kahve içtiğim, hayaller kurduğum yerde bu sefer Fatih Aksu da olacak. beş yıl süren yelkenliyle dünya turunu birkaç ay önce tamamladı ve bu serüvenin her safhasına tanık oldum. bazı sabahlar kahvaltı ederken, bazı öğlenler mavi göğün altında, bazı geceler yatağımda uykuya dalmadan hemen önce. fatih kaptan'la yedi denizleri aştım, tropik adaların etrafına demirledim, fırtına yaklaşırken tedirginlik hissettim, bazı geceler yıldızların evim olduğunu ve oradan geldiğimi düşündüm. iyi insanların ayrı bir millet olduğunu ve bu milletin dünyanın her yerine ve her zamanına yayıldığını anladım. karşılık beklemeden yardım edenler, gülümseyenler, iyi niyeti gözlerinin içinden belli olanlar. pasifik seyrini, hint okyanusunu, güney amerikayı, kolombiya yat kulübünü, bozulan otopilotu, çeşitli ölçekteki sorunları, bunların çözümlerini, cesareti ve serüven duygusunu sanki bir jules verne kitabında ya da sadun boro'nun pupa yelken'indeymiş gibi yaşadım. şimdi de fatih aksu, dünya turunu tamamladıktan sonra antalya'ya bir kongre için gelmiş, ertesi gün de yaşadığım yerde bir çay molası için duracağını instagram'dan söylemişti.
tam vaktinde oradaydım, masanın başında fatih aksu vardı. gülümseyerek yaklaştım, o da yerinden kalktı ve el sıkıştık. verdiği ilham için çok teşekkür edip, kendisinin videolarını şu an tam oturduğu yerde oturup yıllardır izlediğimi söyledim. birleştirilmiş iki mavi masa etrafında bir grup insan oturduk, hayranlıkla dinledik. sanki 10 metrelik teknesinde bizi de götürmüştü, kendisinin bile hatırlamadığı şeyleri sanki oradaymış gibi anlatanlar oldu. kaptan, bu kadar sevildiğine ve takip edildiğine şaşırdı, mutlu oldu ve kendini gerçekleştiren insanlardaki parıltıyla çayını içti. çok az insanda vardı bu ışıltı, ne için dünyaya geldiğini fark edip bunu ne pahasına olursa olsun yapanlarda ve bunu sadece kendisi için gerçekleştirenlerde olurdu. milyonda birdi, bahaneleri ya da ertelemeleri olmazdı. vakit geldi mi, sanki galaktik bir saatin tiktaklarıyla harekete geçerler ve durmazlardı. dağları aşar, okyanusları devirir, gidilemez denen yerlere gider, yenilemez denen canavarları yenerlerdi ve eve geri dönerlerken değiştiklerini, eskisi gibi olmadıklarını bilirlerdi. yol öğretirdi, yolu ise yoldayken öğrenirlerdi.
fatih kaptan'la aynı anda aynı yerdeydik; ben son beş senedir aynı odanın aynı pencere kenarındaydım; o ise tüm dünyayı on metrelik blue horizon'uyla dolaşmıştı. ufak bir sahil kasabasında, ev ile işim arasındaki 350 metrelik yolda mekik dokuyordum, o ise pasifik'te haftalarca yalnız başına kalmış ve yıldızların ve güneşin altında sürekli ilerlemişti.
fotoğraf çekmeyi severim ama çektirmeyi hiç sevmem fakat bu sefer rica ettim; ne iş yaptığımı sordu. belediyede mimar olduğumu söyledim. çok güzel dedi, yelken kulübüyle mutlaka temasa geçmemi ve resmi kurumların desteğinin çok önemli olduğunu söyledi. kendisi dünya turuna çıkmadan ve belki de yelkenlisini almadan önce, bir yelken kulübü projesi çizmiştim. rüzgara kanat açmış bir martı gibiydi fakat siyasi iklim, karar alıcıların basiretsizliği yüzünden hayata geçmemişti. oğlumun da kendisini izlediğini ve çok sevdiğini ekledim. mutlaka ama mutlaka optimist'e başlamasını, yelkeni erken yaşta öğrenmesini söyledi. tanıştığımıza memnun oldum onur dedi, ben de öyle fatih abi dedim. bir masal kahramanıyla, asırlar öncesinden gelen mitolojik bir tanrıyla, olimpos'un binlerce yıl öncesinde yelken açan kaptan eudemos'uyla görüşmüş gibiydim. tüyler diken, gözler hafiften nemli. bir kitap yazmak için eve kapanacağını, mayıs sonuna kadar yazması gerektiğini söyledi ve ege'ye doğru yola devam etti. gerçekti, kendisini gerçekleştirmişti ve hayatın kadim takviminde izlerini silinmeyecek şekilde bırakmıştı.
cumartesi sabahı fatih aksu'yla yan yanaydık; o yola devam etti ben ise deniz kenarında biraz yürüyüp eve geri döndüm.