24 Eylül 2025 Çarşamba

elli yıllık yalnızlık

on yaşlarında, yalın ayak başı kabak iki oğlan çocuğu, gölgelerin bile ortalıkta görünmediği bir öğle vakti, taşköprü'ye kadar yürüyüp cılız akan suyu uzun uzun izledi. karınları açtı fakat her zamanki gibi paraları yoktu, o yüzden bir kebabı ikiye bölecek durumda değillerdi. bir gün çok paraları olacak ve şehrin en iyi kebapçısında masaya oturup adam başı bibuçuk söyleyeceklerdi. siyah takım elbise giyecekler ve arabayla geleceklerdi. cüzdanları paradan kapanmayacak, garson çocuğa da bahşiş vereceklerdi. çocuk, onları kapıya kadar uğurlayacak ve kebapçıda çalıştığı müddetçe birbirlerine benzeyen bu iki adamın yolunu gözleyecekti.

taşköprü'den geçip nehrin diğer yakasına yürüdüler, onları orada bekleyen bir şey yoktu. herkes yabancıydı, herkes birbirine benziyordu. atlar bile aynı güneşin altında kavrulmaktan sahiplerine benzemeye başlamıştı. arabacının kırbacı parlak mavi göğün altında yükseliyor ve sonra atın boynunda şaklıyordu. hiç kimsede para yoktu, sanki dünyanın tüm zenginliği başka bir coğrafyaya göçmüş ve adana'ya sıcak, toz ve öfke bırakmıştı. sadece seyhan usul usul akıyordu ama o da dellendi mi önünde kimse duramıyordu. selin izleri aradan yıllar geçmesine rağmen evlerin duvarlarında asılı kalmıştı. hurdacıların, eskicilerin, çaputçuların arasında dolaşmaya devam ettiler. evdekiler onları merak etmez, ne yaptıklarını da sormazdı. herkes sabah erkenden işlere dağılır, akşam da bitmiş tükenmiş gelirdi.

bir simidi ikiye bölüp aynı yolu geri yürüdüler, ayrana kuruşları kalmamıştı o yüzden mahalle çeşmesinden kana kana su içtiler. bir gün ikişer simit ve buz gibi ayran da içecekler, simitçinin tüm simitlerini de satın alıp dağıtacaklardı. simitçi, bu birbirini andıran iki delikanlıyı adana'nın sokaklarını arşınladığı sürece hatırlayacaktı.

her biri sahibine benzeyen iki katlı evlerin önünden geçtiler, mahalleler iki ana cadde arasına kebap şişleri gibi paralel uzanmışlardı. bebekler analarının memesinde, çocuklar sokakta, kadınlar kapı önünde, yaşlılar ise ölüm döşeğindeydi. iki arabanın sığamayacağı dar sokaklarda, hayat tüm gürültüsüyle, sanki yüksekten düşen bir şelale gibi çağlıyordu. her evin rengi, evin her duvarı farklıydı. para buldukça tamamlanmış ve inşaat zamana yayılmıştı. bazen dedesinin başladığını torunu bitirmiş, bazen de her düğünden sonra allah'a emanet bir kat daha eklenmişti. yıkılmıyorlardı ama tam ayakta da değillerdi. kendi mahallelerine vardılar, demir kapının parmaklığından ince bileklerini geçirip kapıyı açtılar ve avluya ulaştılar. tulumbadan çektikleri suyla güneş geçmiş kel kafalarını, tozlanmış ayaklarını yıkadılar ve bahçedeki turunç ağacının gölgesindeki kerevite kuruldular. 

1975 eylülünde bir gün, onlar için böyle bitti. tam elli sene sonra onlara nerede olacaklarını söylense, buna adana'da tek bir kişi inanmazdı. sadece, söyleyenin sıcaktan dellendiği ve olur olmaz şeyler gördüğü arkasından konuşulurdu. ne söyleyen kalırdı zamanla ne de söyledikleri.

elli sene sonra... 2025 eylül. ingiltere.

babam ve dayım, siyah takım elbiselerini giyip yakalarına da unutma beni çiçeklerini iliştirdi. ingiltere vizesi son anda hallolmuş, hemen uçak bileti ayarlanmış ve babam, 23 eylüldeki cenaze törenine yetişmişti. dayımın, kadim dostunun bu en zor gününde yanında olmayı başarmıştı. ikisinin yüzünde asılı bir hüzün, fotoğrafta çok güzel gülen bir kadını çevrelemişti. artık kafaları kel değildi, saçlarına ak düşmüştü. taşköprü'nün kemerlerinin arasından elli yıl akıp geçmişti.

bazen yıllar, sel baskını gibi her şeyi silip süpürmüş ve geriye kesif bir acı bırakmıştı. düğünler, cenazeler, erken gidenler, kısa zaman sonra öleceğini herkesin bildikleri, güzel sofralar, kavuşmalar, ayrılıklar, geleceğe dair planlar derken kardeşten öte bu iki adam, yine bir araya gelmişti. takım elbiselerini düzelttiler, evden çıkıp siyah bir arabaya binerek uzaklaştılar. 


2025 eylülünde bir gün, onlar için böyle bitti. tam elli sene önce, turunç gölgesinde bitirdikleri günün üstünden yarım asır geçmişti. bir süre sonra türkiye'ye, alison'un külleriyle döneceklerdi. bir hikaye zaman içinde oluşmuş, sürmüş ve bitmişti ama etkisi biz yaşadığımız müddetçe devam edecekti. unutma beni çiçekleri her ne diyorsa, o olacaktı.



Hiç yorum yok: