26 Şubat 2012 Pazar

north was wrong

bir adı da tahtalı olan efsanevi olympos dağının güneye bakan eteklerinde başlayan yürüyüşe, kar toplamış sedirlerin arasında devam ettikten sonra dağın kuzeyindeki çukuryayla'da ara verirken, her şey yolunda gidiyordu. ortalık sakindi ve gökyüzü az önce maviye boyanmış gibiydi. bizim olmadığımız zamanlarda düşen yıldırımlar bazı ağaçları ikiye bölmüş ve zeus'un hala yaşadığını ilk elden göstermişti. kar kalınlığını ölçmek mümkün olmasa da, ağaçların üzerinde biriken kısım biraz fikir veriyordu. belli ki haftalarca kar yağmıştı; ben ciddi adamlarla toplantılara girip üzerimdeki sorumluluğu sırtlanmaya çalışır ve tek şekerli bir çay daha içerken, kar dinmemiş ve yağmaya devam etmişti. kış uykusuna yatan hayvanlar hiçbir şeyi umursamazken ağaçlar devrilmiş, kış uykusuna yatmayıp çalışma ısrarında olanlar ise cuma yaklaşıyor diye sevinmişti. tüm işaretler karın altında kalırken, ben de o sırada yap-işlet-devret modeli için büyükşehir belediyesine, siyah plakalı bir mercedes ile gitmiştim. 


kafamı kaldırıp aynadaki aksimle karşılaşıyorum. her taraf karanlık ve sadece benim üzerime biraz ışık vuruyor. renkler kendilerini kaybetmişler gibi. her tarafı parçalanmış kostümüme bakıyorum, göğsümün üzerindeki batman armasının etrafı yırtılmış. yüzümdeki maskenin çeşitli yerlerinden de kan sızıyor ama iyiyim. elimi vücudumda gezdirip hasar olup olmadığını kontrol ediyorum. sert bir ışık, yüzümde derin gölgeler oluşturuyor. karanlıklar içinde kalıyorum fakat sakinim.


çukuryayla'daki tek eve ulaşıp ateşi yaktıktan sonra, paçalarından içeri kar girdiği için ıslanan ayakkabıları çıkarıp çoraplarımı değiştiriyorum. ekipmanları bir an önce tamamlamam ve doğa koşullarına daha dirençli olmam lazım. yaklaşık beş saatlik bir yürüyüşten sonra acıkmışız. ateşin üzerinde çevrilen sucuklar, daha önce yemediğim kadar lezzetli geliyor. uzaktaki ağılların sadece çatısı göründüğüne göre iki üç metrelik bir kar yüksekliğinden bahsetmek mümkün. evin penceresinden de tahtalı dağı'nın kuzey sırtı gözüküyor. güzel ve heybetli bir dağ bu, boynunda koyu yeşil ağaçları ve ruhunda da tanrıları barındırıyor. yemeklerimizi yeyip kahvelerimizi içtikten sonra tekrar yola çıkıyoruz. ayaklarım kuru, karlara bata çıka kuzdere'ye gidiyoruz. güneş yavaştan alçalmaya başladığı için gölgeler uzamaya başlıyor, kar sorun değil de buzlanma ciddi sıkıntı demek. on beş kişilik bir ekibiz ve birbirimizden kopmadan ilerlemeye çalışıyoruz. bir kartpostala saatlerce baktıktan sonra o manzaraya ışınlanmış gibiyim, güneşin yatay ışığı bakir coğrafyayı daha da cazip hale getiriyor fakat tamamen tehlikesiz bir patikada değiliz. özellikle güneş görmeyen ağaç altları, insana tutunma şansı tanımayıp sürtünmeleri önemsiz hale getiriyor. öss'de fizik sorularına çeviriyor ortalığı ki makara olsa onların da ağırlığını almayacağız. 


yüzümden maskeyi çıkarmaya çalışıyorum fakat olmuyor, belli ki kan kurumuş ve bağlayıcı harç gibi tutmuş maskeyi. sol bacağımda hafiften bir kesik var ve orası sızlıyor. hala karanlık fakat gözlerim ışığı emiyor, detaylar yavaştan belirginleşirken, her tarafımda yarasa işaretleri görüyorum. ben batman'im ve sanırım bir felaketten sağ kurtulmuşum.

patikanın sonuna ulaşıyoruz, yumuşak kar artık yok. her taraf gölgede kaldığından buzlanma var. kayalara ve ağaçlara tutunarak ilerlemek pek mümkün değil, burayı geçsek bile bir sonraki aşamanın ne durumda olduğunu bilemiyoruz. geri dönmek sonraki aşamada daha tehlikeli olabilir, güneşi kaybetmeyi göze alamayız. yaklaşık bir saattir boşa yürümüşüz, evin olduğu alana geri döndükten sonra diğer yolu denemeliyiz. zaman azalıyor ve hızlı kararlar alıp bunu uygulamamız gerekiyor. bir kez daha yanılma şansımız yok. geri dönerken buz tutmuş bir yüzeye basıyor ve birdenbire kaymaya başlıyorum. neyse ki ağaçlarla kaplı bir alan ve eğim fazla değil, yalnız sol bacağımın üstü kayaya çarptığı için pantolonum parçalanıyor. saatlerdir yürüdüğüm için acıyı hissetmiyorum, dallara tutunup tekrar patikaya çıkıyorum. pantolonum ve içliğim yırtılmış, batman amblemli boxerımın ise bir şeyi yok. bacağımın sol üstünde yaklaşık on iki santimlik bir kılıç yarası var sanki, ben bir süperkahramanım ve acıyı hissetmiyorum. eve varmamız gerek, güneş gittikçe alçalıyor.


iki saat önce bulunulan yere bir kez daha dönmek ve sıfırdan başlamak, grubun moralini bozuyor. insanların yüzündeki endişeyi izliyorum. işte gerçek kişilik testi. hangi okuldan mezun olduğun, ayda ne kadar kazandığın, evin, araban, yatırımın, statünün artık hiçbir önemi yok. sadece sen varsın, türlü badirelerin merhametsiz süzgecinden geçmiş kişiliğinden başka hiçbir şey sana yardımcı olamaz. arabanın ulaşamayacağı bir vadideyiz ve telefon da çekmiyor. kendine güvenmekten başka çaren yok artık panpa. ben ise endişeli değilim, dağa gelmeden çok daha önce endişelenmeyi bıraktım. herhangi bir şey beni ürkütmüyor, ihtimallerin en kötüsü bile yeterince kötü gelmiyor. bu tarafta annem ve babam, diğer tarafta ise kardeşim var ve nereye gidersem gideyim, yalnız değilim. bunun mutlaklığı ve yırtılmış pantolonumla adımlarımı biraz daha sağlam atıyorum. yolun nereden gittiği tam olarak belli olmasa da, hissediyoruz. güneş de bizimle birlikte ilerliyor; doğru yola sonunda girmiş olduğumuza birkaç saat sonra emin olunca, herkesin yüzü gevşiyor. birkaç saat önce çığ gibi düşen umutsuzluktan eser yok artık. herkes yatağında uyuyacak bu gece, evli çiftler birbirlerine sarılıp bir daha kahrolası yürüyüşlere katılmamak için sözler verecekler. paralarıyla rezil oldukları hususunda hemfikir olduktan sonra, uzun süren kahvaltılara katılacaklar. tahtalı dağı tüm görkemiyle yükselirken; adam bir tane daha kahve isteyecek ve unutmaya çalışacak. arabasının anahtarını yoklayıp beygir gücünü damarlarında hissedecek.


karlı yolları ardımıza bırakıp toprak yola ulaştığımızda, karda yürümenin ne kadar gürültülü ve yorucu olduğunu fark ediyorum. toprak yol, aşağıdan yukarı itiyor sanki bizi. adımlarım, legolas'ınkiler kadar olmasa da hafiflemiş ve karlı vadilerin ortasından tek sıra ilerlerken yüzük kardeşliğiyle birlikte aragorn'u hatırlıyorum. aragorn vardı ve hep olacak.


toprak yolun sonunda bizi dev bir çınar karşıladı, belki de iki bin yaşındaydı. ağacın altında durdum ve onu dinledim, o yaşıyordu ve duymasını bilene bir şeyler anlatıyordu. dalları, başka bir ağaca gövde olacak kadar kalınken; gövdesini kelimelerle anlatmak imkansızdı. gücü ve kadim lisanı hissettim, entleri ve isimsiz ormanların binlerce yıllık bekçilerini andım. bizden daha öte bir şeyler vardı ve insan olmak serüvenin çok küçük bir kısmıydı. ağacın bir ruhu vardı ve onun altında durup sessiz kalanlara görünüyordu. batan güneşin kızıllığı, tahtalı'nın zirvesini boyarken minibüsümüze sonunda ulaştık. yaklaşık 12 saattir yoldaydık ve oturmayı haketmiştik. sabahtan siparişini verdiğimiz biralar, serüven dolu günün madalyaları oldu. çok yorgundum, kardan dolayı yüzüm yanıyordu ve bira inanılmaz lezzetliydi. bacağımda hafif bir sızı vardı fakat iyiydim. 

eve varıp banyo yaptıktan ve ayakkabılarımı balkona kuruması için koyduktan sonra, derin bir uykuya daldım. rüyamda batman kostümü içinde ve karanlık bir odadaydım. her tarafım parçalanmıştı fakat ayaktaydım. 


3 yorum:

Adsız dedi ki...

Demek artık bir kulüple yürüyorsun! Aklıma on beş sene önce başladığım yürüyüş maceraları geldi. Umarım sen de bol bol biriktirirsin onlardan. ehie

Esin

PS: Adsız yorumlardan nefret eden biri olarak direkt kendi blog adresimden yorum yapamıyor oluşum da şahane bir his yalnız hea.
:)

mies dedi ki...

tam olarak kulüp değil aslında. sadece bu hafta sonu zirve dağcılıktan bir adam vardı, karda nasıl yürümemiz gerektiğini falan öğretti. sayıca çok olmak bu hafta sonu çok yavaşlattı, safraları atmamız lazım. güzel geçiyor, şimdiden bir sonraki yürüyüşü bekliyorum. vücudum bunu istiyor.

Adsız dedi ki...

Antalya bu konuda -İzmir gibi- şanslı bir kent. Tabi havalar ısınmaya başladığı an yürüyüş de hayal olur gibi geliyor. O nedenle şimdilerde tadını çıkar dude :)