31 Ocak 2012 Salı

at the end of the january

gerçek zamanlı otobiyografi serüvenimin yavaştan sonuna yaklaşıyoruz tuborgers, cümleten geçmiş olsun. otogara yaklaşırken mecburen uyandırılan ve nerede olduğunu anlamaya çalışan boynu tutulmuş tuhaf insanlar gibi gözükmüyorsunuz en azından, pencereden dışarıya baktığında kar görenleriniz bile vardır muhtemelen. işten gelir gelmez saatlerce anahaber izledim ve aklımda kalan yegane şey kara bir kışın insanlığı savurması oldu. son 33 yılın en soğuk kışında istanbul'da olup edirnekapı devlet yurdunda kalsam, biraları nasıl soğuk tutacağımı düşünmek zorunda kalmadığım için sinsice gülümser ve tıkanıp kalmış trafiğe bakardım. buz tutan saçaklar, bana yolumun hiç düşmeyeceği kuzey ülkelerini anımsatırken de yatağımda bağdaş kurar ve çok soğuk birayı dilimin üzerinde biraz bekletirdim. müzik dinler ve geleceği tahmin etmeye çalışırdım eğer şu anda istanbul'da hala öğrenci olsaydım. biranın boş kutularını alt katın çöplerine atar ya da sırt çantamda dışarı çıkarır ve iz bırakmamaya çalışırdım. 

aradan onca zaman geçtikten sonra, insan geriye bakmaya bile çekiniyor. zamanın kadim atlası ve onun anılardan oluşan eşyükselti eğrilerinden bahsediyorum; aslında böyle şeylerden bahseden bir insan değilim fakat gün boyu harita programı ve akabinde büyük bir projenin vaziyet planı ile uğraşınca, göndermelerim de ister istemez etkileniyor. evet, yaklaşık iki haftadır belediyede mimar olarak çalışıyorum. tam iki haftasonu geride kaldı ve cumartesi gelmem gerektiğini kimse tebliğ etmedi. cuma akşamının, yıllar öncesinden kalan tatlı esintisi tekrar yamacıma geldi fakat biliyorsun, eksiğim artık. hayatımın geri kalanında da tamamlanamayacağım. bir boşluk ki her zaman içimde kalacak ve bunu ancak, anne ve babamın daha iyiye gittiğini görmekle, bunun için elimden geleni yapmakla kısmen dolduracağım. neylersin, hayat böyledir deyip biraz daha mı yatıştırmak lazım gelir?

özel sektör denilen kölelik düzeninden sonra, devlet dairesi ve onun özlük hakları ikramiye gibi geldi. ölümü görüp sıtmaya razı gelmiş gibiyim, takım elbisemi giyip saçlarımı da hafiften yana doğru taradığım zaman iyi bile gözüküyorum. kravatı bağlamayı bile uzmantv'den öğrendim, sadece windsor tipi gibi bağlayabiliyor ve kimi yerel gazetelerin pek de güvenilir olmayan yazarlarına göre ingiliz kraliyet ailesine taş çıkartıyorum. ara sıra aynada kendime bakıyorum mesai saatlerinde. sinekkaydı bir tıraş ve jöleli saçlar. lacivert bir takım elbise ve alnımdaki iz. içki içip içmediğimi soranlara ara sıra derken, hemen onlara alay edercesine bakan alnımın sekiz dikişi. kutulardan duvar ördüğümü söylemiyorum, ben artık mimar beyim. sorumluluklarım fazla, ciddi olmam ve imzamın ebatlarını biraz büyütmem gerekiyor. gündüzleri sadece aynada karşılaşıyorum kendimle, göz kırpıp masama geri dönüyorum. iyi kotarıyor gibiyim, senelerimi burada geçirebilirim. pencereden bakınca portakal bahçeleri, binanın dışına çıkınca da engin bir deniz. ehliyet aldığım zaman babam arabayı da vereceğini söyledi. yıllar boyu ertelediğim şeyleri yavaşça yapıyorum, kaçak işçi gibi çalıştığım yılların ardından. birkaç ay sonra ehliyetim olacak, bir sene sonra da yirmi gün yıllık izin yapmaya hak kazanacağım ama eve gelince pes atacağım adam yok artık o yüzden anahaber izliyor ve erkenden uyuyorum. sabah erken kalkıp tıraş olmam gerektiğinden gece yarısına yetişemeden yatağa süzülüyorum.

memur olduktan sonra sıkıcı olduğumu söyleyen şeffaf şakaklılar haklıdır belki fakat hiçbir zaman eğlence ya da gül bahçesi vadetmedim. yazılarım karşısında bir allah kuruşu bile almadığımdan kimseye karşı da sorumlu hissetmedim kendimi. şaka maka iyi ki aidat sistemini getirmemişim, burnumdan getirirdiniz heralde "benim vergilerimle bu blogu döndürüyorsun, bir de yazmıyorsun" diye.  tamam bira ısmarlayanlarınız oldu ama günübirlik de yazılmaz ki bu meret. imza yetkim var diyorum; görevi kötüye kullanmaktan hayatım kayar diyorum. artık, azalarak biteceğim diyorum daha ne diyeyim. bir şeylerin sonuna iyice yaklaştık artık, hayat boyu sorduğum "ben ne olacağım" sorusunun cevabı yavaştan ortaya çıkıyor. daha da önemli bir soru olan "peki ya willy" nin bile bir cevabı var, hayat gerçekten tuhaf.

bundan seneler evvel, hayatta hiçbir amacı olmayan iki avare olarak willy ile, güneş güzel batar diye bostanlı'ya giderdik. sırt çantamda, içtikten sonra oynaması güzel olur diye basketbol topu, walkman ve hoparlör ile. ertesi günümüz yoktu, okulu bırakmak ve mimarlık okumak isterdim. bunun için de pek çaba göstermez, sadece haftada bir kez olmak kaydıyla posta gazetesinin verdiği deneme sınavlarından çözerdim. ne olacağımız hakkında ara sıra sorular sorar fakat hiçbirini bilemezdim.

on sene geçti ve willy ile memur olduk. dün öğlen aradığımda öğle tatilindeydi ve kravat bağlamak hususunda konuştuk. o da benim gibi üç takım elbise ile başlamış fakat iki senedir kravatı çözmemiş sadece gevşetip boynundan aşırmıştı. willy'nin lepiska saçları şafak tanrısı gibi kızıla çalar ve benim küpelerim gün geçtikçe artar iken, şirince'ye içmeye giderdik. eve dönünce içeriz diye aldığımız şarapları, daha akşam olmadan oradaki bir ağacın altında bitirir ve yolumuza devam ederdik. günün birinde d-slr makinelerimizin olacağını hayal ederdik ki hayallerimiz gerçekleşti. 

ve bütün bu olanların ardından ailemin yanındayım artık. çok fazla bir beklentim yok, hayal de kurmuyorum pek. bizimkilerin acısını biraz hafifleteyim, dikkatlerini dağıtayım yeter. dünya iyisi iki insanın yüzleşmek zorunda kaldığı bu imtihanda onların hemen arasında olayım, olmalıyım. bu da benim kaderim olsun, bir şeyleri dağıtmak yerine toparlamaya çalışayım. mimarlığımı sadece dayrede değil, hayatımızın birdenbire parçalanmış tüm odalarında kullanayım. kullanayım ki yıldız teknik'in bana verdiği yetki az biraz işe yarasın.

işbu sebeple, artık yazmak önceliğim değil. siz de kusura bakmayın artık, beleşin de bir sonu olmalı. yıllar boyu oku oku, elime geçen para masrafını kurtarmadı. cepten yedik, onlar da yetmedi öğrenim kredisi geri ödemesinin beşinci taksidini de babamızın cebinden ödedik. 

her şey bir yana, sabah takım elbisemi giyip evden dışarı çıkarken çağlar'ın behzat ç. tonlaması ile "sen ne yapyon la" dediğini ve kıs kıs güldüğünü hissediyorum, kafamı hafiften yukarı çevirip günaydın diyorum. 

"günaydın kardeşim, bizimkiler biraz daha iyi."




5 yorum:

Adsız dedi ki...

sen de mi mies... memur olacak en son insana yeni memuriyet hayatında başarılar diyelim:) level 2: öğretmen eş, biliyorsun. annnene sor bakalım kolejde çalışanından oluyor muymuş, yoksa illa da devlet dayresinde olandan mı lazım?:)...

Adsız dedi ki...

kızma mies memur olduktan sonra sıkıcı olmadın, yolu hiç düşünmediği halde devlet dayresine düşen , kendini birden memur bulan ben belki de hayatının bu tarafından sıkca bahseden mies'e o yüzden öyle dedim:)ama en çok da yazman içindi belki de. şurda birbirini hiç tanımayan yüzlerce insanız, nasıl zorlayabiliriz ki seni. yazdıklarını okumak çok keyifli evet, çok yeteneklisin, kafan farklı çalışıyor sanki. ama asıl bu değil aslında, seni okuyunca, hatta sadece yazdığını görünce bile kendimi daha iyi hissediyorum. saçma sapan rutinin içinde, herşeyi mantıklı yaşayan, hayatla çok barışık, ne bileyim işte normal, standart insanların içinde boğulurken, öyle olmayan birisi biraz nefes oluyor belki de. tanımadığın ama bildiğin birisi. yazmaya devam etsen iyi olurdu, mutlu olurduk:) ama evet kimsenin kimseye böyle bir vaadi yok, keşke ben ya ya da biz boş beleşe seni okuyanlar senin için bişey yapabilseydik, senin aslında arkadaşımız olduğunu sana hissettirebilseydik ama işte sanal alem ancak senden yazmanı talep edip, bencilce davranacak kadar karşılıklı iletişime izin veriyor. ya da ben ancak bu kadarını becerebiliyorum.
sevgilerimi sunuyorum, iyi ki yazdın:)

Adsız dedi ki...

sevgili mies,
yazmayı bırakmayı aklından bile geçirme lütfen. "sakınca"lı şeyler yazıyormuşsun gibi bir de. anladık memur oldun, imza yetkin var vs.. pek çok şairin de para kazanma gibi amaçlarla zamanında memurluk yaptıgını unutmayalım lütfen. belki de senin gibi yetenekliler delirmemek icin memurluk gibi sakin bir liman arıyor. senin için en iyisi oldu bu arada. hep yaz, hep paylaş.

turkuaz dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

bir yazında dediğin gibi modern dünyanın gerçekleri içinde canım sıkılırken, iyi gelen yazıların ve rajaz'la tanıştırdığın için sağol sevgili mies. keşke hep burda olsan.