13 Ocak 2012 Cuma

gömlekliler arasında

ya deli gömleği giymiş adamların arasında, sedyede uzanan kıraç gibi geçirecektim günlerimi ya da belediyeye girip mimar bey olarak günlerime devam edecektim; seçenekler çok değildi boncuğum ve ben ikincisinde karar kıldım. aldım cv'mi, gömleğimi, v yaka trikosal kazağımı, kunduramsıları ve montumu, vardım belediyenin kapısına. nerede okuduğumu ve nerelerde çalıştığımı gösteren bir kağıt, son on senemi özetliyordu. amatör olarak yazılar yazdığımı ve adsızların omuzlarında yükseldiğimi, geçen senenin en beğenilen entrylerine dört tane entry soktuğumu, kardeşimi anlattığım fakat bir kez daha okumadığım yazıyı on binlerce insana ulaştırdığımı söylemedim. mimarlık okumuş, ardından çalışmaya başlamış ve ailesinin yanına dönmeye karar vermiş birinden fazlası değildim. saçlarım yana taralıydı, top sakalım yoktu ve alnımdaki dikiş izi, kırmızı tuborg içip duvara geçirdiğim bir geceden değil de sanki küçüklüğümden kalma bir iz gibiydi. ruhumda kalan izler yüzümdekilerden fazlaydı fakat tanrı'ya şükürler olsun ki bunlar dışarıdan belli olmuyordu. 

cv'mi bıraktıktan üç gün sonra arayıp başkanın benimle saat 9'da görüşeceğini söylediler. daha önce hiçbir belediye başkanıyla görüşmemiştim ve ne demem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. belediyecilik bizim işimiz bakışını gözlerime yerleştirir ve her ne diyorsa onu can kulağıyla dinlersem belki bir şansım olabilirdi. insanları dinleme istikrarım yoktu, eğer akıcı anlatmıyorsa daha ikinci cümleden itibaren çıkışımı alıyor ve uzaktaki portakal ağaçlarına bakmaya başlıyordum. saat 9'daki görüşme, başkanın işleri nedeniyle 11'e sarktı. imar işleri ofisinde sakince oturup memurlara baktım. birisi ne yazık ki iktidar yalakalığı virüsüne tutulmuş ve başkanım da başkanım frekansından yayın yapıyordu. böyle adamları iyi bildiğimden, hafifçe tebessüm edip kürk yakalı mantosuyla memurları izleyen atatürk'e baktım. kimin ne olduğunu biliyor gibiydi. biraz daha beklerken yanlışlıkla üç çay daha içtim, sehpanın üzerinde duran yerel gazetelere baktım ve kıs kıs güldüm. kaymakamın serüvenleri manşetleri süslüyordu ve haber değeri taşımıyordu. belediyenin rutininde işler, olması gerektiği gibi ilerliyordu. cumanın rahatlığı herkesin etrafını kuşatmıştı ve insanlar, şalterleri daha akşam olmadan kapatmıştı.

saat 11'i biraz geçerken, başkanın sekreteri geldi ve başkanın beni beklediğini söyledi. ayağa kalktım, siyah gömleğimin yakasını çekiştirdim ve odaya doğru hareketlendim. ilk defa bir belediye başkanıyla konuşacak ve bir şey sorarsa da cevaplayacaktım.

beklettiği için özür dileyerek başladı bıyıklı başkan, ben de önemli olmadığını söyledim. bir görsen beni beyaz kuğum, başkanı ben sanardın. deri koltuklara oturduk, kış güneşi hemen saçlarıma vuruyor ve jölenin verdiği yalancı parlaklığı kutsuyordu. yıldız teknik mezunu oluşum ve çalışma deneyimlerimin haneme artı yazıldığı bir öğlen vaktinde, başkanın odasında yaklaşık yirmi dakika konuştum. oldukça olumlu geçti, eğer tüm inisiyatif başkanın elinde olsa, giy şu kravatı da başla hadi bile derdi fakat belediye meclisine de danışması gerektiğini söyledi. mimarsız belediye olmazmış ve görünüşe bakılırsa, belediyede tek mimar ben olacaktım. meslektaşlarım hangi cehennemdeydi acaba? kendi ofisini açanlardan, başkasının yanında sömürülenlere dek bir şeylerle uğraştıklarına emindim fakat benim artık faydasız işlerle uğraşacak sabrım kalmamıştı. mesai saatlerimde iyi çalışıp, akşam beşte çıktıktan sonra da aklımda işe dair bir şey bırakmayacaktım. cuma akşamından pazartesi sabahına dek özgür olacak, haklarımı devlet güvencesi altına alacaktım. asgari ücretten sigorta yatırıp beni cumartesi de çalıştıran yavşak patronlarım olmayacaktı artık, zevksizliğe kurban edilmiş yatak odalarının renderlarını da başkası alacaktı. belediye ve evrak işi iyiydi, daha iyisini yapacağımı bildiğim halde başkasının arzularına göre mesaimi harcamaktan çok daha iyiydi hem de. mevzuat, kanun ve yönerge; her neyse işte. kanun ne diyorsa oydu, mimarlık aşkımı da hobi statüsünde devam ettirebilirdim. yıllık iznimde yurtdışına bile gidebilirdim, kiram ya da faturam olmayacaktı. ailemin yanında kalacaktım. onları yalnız bırakmayacaktım, bir arada kalmamız lazımdı. sorumluluklarım vardı ve bunları ömrümün sonuna dek göğüslemeye hazırdım. iki oğul gücünde olmalıydım.

başkanla olumlu geçen görüşmeden sonra deniz kenarındaki belediye binasından çıktım. bir süre denizi izledim, kumların üzerinde kumaş pantolon ve gömleğimle dikildim. çok uzaktan geçen bir kotra dışında deniz kimsesiz ve durgundu. dolmuşun gelmesini beklerken, bankta oturup başımdan geçenleri düşündüm. son üç senedir hep başka yerdeydim. geçen sene antalya merkezde, ondan önce diyarbakır'da kolordunun kışlasında ve ondan da önce istanbul'da metrosuna beş dakikada. gelecek sene nerede olacaktım durgun su balığım? 

bilinmezlerimle bindim dolmuşa, halihazırda dolmuştu zaten. ayakta dikildim ve bir an önce ehliyet alıp kendi arabamla işe gidip gelmeye karar verdim. artık başka insanlar ne yapıyorsa ben de aynısını yapmalıydım. birikimin, taksitlerim, planlarım ve ödemelerim olmalıydı. bir yaprak gibi savrularak yeterince vakit kaybetmiş ve kullanılmıştım. araba az yakmalı ve tepesinde sunroof'u olmalı dedim içimden. belki tamamen cam tavanlı olursa, yaz gecelerinde boylu boyunca uzanır ve kayan yıldızları izlerken rajaz dinlerdim. cennetteki ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara dönüşürken de tek bir kişiyi, abisi olduğum için gurur duyduğumu daha birkaç gece önce rüyamda söyleyip sımsıkı sarıldığım canım kardeşimi düşünürdüm.


2 yorum:

Adsız dedi ki...

süpersin.hep yaz.

Adsız dedi ki...

Eger bu ise girersen her ne kadar cumartesi calismanin bunyeye etkileriyle ilgili yazilarini okuyamayacak olsak da, belediyedeki maceralarini okumayi simdiden sabirsizlikla bekliyoruz. Ruhsuz mimarlik ofislerinde yasadiklarina kiyasla cok daha fazla malzeme cikacagi kesin...

...ve canin kardesin. Tum kabimle inaniyorum ki ruyanda gercekten gelmistir.