3 Ocak 2012 Salı

filmin kadar kötü olma: 2012

bilirsin akşamları pek yazmam. güneş ışığıyla çalışan fotoselli bir beynim var ve güneş gidince ben de devreleri kapatırım. eğer illa ki yazmam gerekiyorsa ve yazmadığım takdirde tazminat ödeyeceksem, gün ışığı veren ampüllere yarım saat bakar ve kör olduğuma emin olduktan sonra da aklımdan geçenleri sadık hizmetkarım esteban'a yazdırırım. fakat bu akşam öyle olmadı.

haberlerde bülent ersoy çıkıp da deniz gezmiş'e gazoz karşılığında şarkılar söylediğini beyan edince televizyon izlemek çileye dönüştü, ben de bilgisayarı açıp kulaklığı takarak anahaber lanetinden kurtulmaya karar verdim. bülent ersoy'dan korkarım, çekinirim. özellikle allah diye bağırdığı vakit en yakın sığınağa iner, perde duvara sırtımı dayarım. bülent ersoy'a direk bakamam, araya perde isterim. perde duvar isterim.

ülkemdeki tuhaf  insanlar kafalarındaki parlak ve sikko külahlarla ondan geriye doğru saymadan yaklaşık 1.5 saat önce uyumaya başladığım için 2012'ye girişim çaktırmadan oldu. günün bu saatinde cümle kurmak gerçekten zor, özellikle cayır cayır yanan bir sobanın yanında. evin diğer odaları ise bir horozun ibiğini çivi gibi yapacak kadar soğuk. takırdayarak bir şeyler yazmak istemiyorum çünkü yazdıklarımın, bu rezilliği karşılayacak bir değeri yok. kiloyla satsam ancak iki ekmek alırım, yayınevine götürsem belki bir kasa bira verirler ki aynı miktarı, tuborg ile iş görüşmesine gittiğimde almış ve fabrikadan dünya'yı fetheden genç bir kumandan gibi çıkmıştım. saatlerce beni bekleyen willy elimde bir kasa birayla yaklaştığımı görünce gülümsemiş, tuborg şapkası ve carlsberg tişörtü de kapınca iyice şenlenmişti. o gün 16 temmuz'du ve resmi kayıtlara göre doğumgünümdü.

şimdi ise 2012'nin 3. gününü bitirmek üzereyim. bana bile bol gelen dev bir enine çizgilinin içinde, bir sobanın bıktıran sıcağında miskinim. panpa ve onun sonsuz aşkı ciku, odanın en uzak köşesinde. sıcaktan hoşlanmayan tropik bir çete lideri bu kuş, sevgilisinin gözünün kenarından, gagasının pik noktasından öpüyor. biraz sonra yerimi değiştirmek zorunda kalabilirim çünkü şarj sorunu baş gösterecek. telefonumun ekranı günün uzun saatleri boyunca bir gelip bir gidiyor, çağlar'ın telefonu olduğu için değiştirmeyi düşünmüyorum. isterse hiç çalışmasın, telefona pek de ihtiyaç duymuyorum. bir şeye ihtiyacım yok, işe girmek konusunda da pek çaktırmasam da ölümüne isteksizim. param bitti bitecek, daha bu ayın kirasını vermedim, ay sonunda öğrenim kredim var fakat ne bileyim, bütün bu olanları sanki bir sayfada okuyorum. başımdan geçenler, bir yazarın parmaklarının ucundan sayfaya dökülenler. hiçbir şey gerçek değil, bir düşün içinde başka bir düşüz işte.

yaptıracağım dövmeyi ve yerini belirliyorum ara sıra, sonra aynaya bakıyorum. kendime yabancılaşıncaya kadar bakıyor ve sonra da başka bir odaya geçiyorum. aynadaki yansımam olduğu yerde kalıyor ve benim için endişeleniyor. evde mutluyum, evde beyinsizim. patron ve mesai yok, başkasının seksine oda çizmiyorum. elmas dişli at kafasının gömülü olduğu mağarayı bulmak ve ganimeti elime geçirdikten sonra macera romanları yazmak istiyorum. kafası çalışan bir kahraman yaratmak için en azından kahramanımınki kadar kafamın çalışması gerektiğini fark ediyorum. her fark ettiğimde yaptığım gibi, mutfağa gidip tahinli kabak tatlısı yiyorum. rejimdeyim. şekersiz kahve içiyor, kahvesiz şeker yiyorum. az az ve sık sık.

2012 bana bir şey getirmesin. bir şey de götürmesin. kravat takabileceğim bir işim olsun, 5'te çıkayım. cuma akşamının eski anlamı gelsin, o anlamları da denize savurayım. hafta içi insan taklidi yapayım, hafta sonu kimselerin bilmediği bir koyda çıplak denize gireyim. kamp yapayım, sisin içinden doğan güneş bana ulaşmaya çalışırken onu fotoğraf makinemle karşılayayım. su geçirmez çadırım ve ayakkabılarım olsun. bazen yağmurun altında soyunayım. kimseler olmasın. denizin soğukluğu bana bir şey yapmasın, bir balığın peşinden dolaşayım bir süre. ait olduğum türü unutana kadar suda durayım, çıkınca bir şeyler yazayım. ganimetimle 15. yüzyılı satın alıp derebeyi gibi yaşayayım. atım, kılıcım ve okey oynadığımda taşları benim için dağıtan asil bir uşağım olsun. sabah olmadan sabahlığımı giyeyim, ben istedim diye dolunay olsun her gece. paramın yirmide üçüyle teleskop yaptırayım. dolunay salonumun başköşesine kurulsun, şarap kavımın kapısındaki mühürden yansısın.

hayal ettikçe özgürüm, çalıştıkça tutsak. yazdıkça omzumda kanatlar çıkıyor, paragraflara tutunup yüksekte süzülebiliyorum. diğer yarımkürenin yazını, bir başka ülkenin sisli sabahını kıskanıyorum. minibüslerden nefret ediyorum. dosya kapaklarından, evraklardan, yürümeyen merdivenlerden, barkodlardan ve altyazısını bir türlü ayarlayamadığım filmlerden. uzanarak da tamamlayacağım bir ömrü, sağa sola koşturarak heba etmek beni gerçekten yoruyor. bugün, alt komşuya kısır ve börek götürdüm annemin zoruyla. sonra fotoğrafçıya gidip vesikalık çoğalttım. fotoğrafçı, kardeşimin motosiklet arkadaşı olduğundan para almadı. bir dahaki sefere mutlaka alacağını söyledi, karşılıklı ısrarlaştık ve sonunda paramın geçmediği konusunda anlaştık.

bu sırada sevindirici bir gelişme oldu, laptopun kablosu fazlasıyla yetti. genelde on santim kala biter hayatımdaki kablolar. kabloya yetişeceğim diye koltuğu çeker ya da duvarı sökerim. bu sırada bir sevindirici gelişme daha oldu ki haberler bitti, türkmax diye bir kanalda tarık akan'ın gençlik filmi başladı. beyazıt meydanında, meşhur kapının önünde. hani 7. basamağına gönderme yaptığım merdivenler vardı bir karşılaşmak entrysinde. filmi izleyeyim, bu yazının bir yere varmasının mümkünatı yok. dev bir hörgücüm olsa onu yağmur suyuyla doldurduktan sonra titicaca çölüne giderdim kargo uçağıyla.

aslında yazsam kralını yazarım da, dikkatim hemen dağılıyor. yeni bir yılın daha üçüncü gününde, pek de umutlu olmadığımı kabulleniyor ve geride kalan 363 güne öylesine bakıyorum.


10 yorum:

Adsız dedi ki...

gerçeklerden bunalıp, hayallerimle mutlu olurken, bunun bir yetişkine (peh!) yakışmadığını hissettiren, kendi gerçeklikleriyle çok mutlu mesutların sinir bozulucuğu içerisinde seni okumak bana iyi geliyor.

h. dedi ki...

ehe bi gün arayla. sen ne desen ne yazsan güzel olur cancağızım. ama işler canını sıktığın gibi olmayacak bunu umuyorum.

Adsız dedi ki...

"şimdi çok geç olmadan, önceliklerimin farkına varmış bulunduğumu hissediyorum".. bunu, 2009 yılında "kardeş" başlığına yazmışsın. ne desem bilemedim..

mies dedi ki...

belki de hissetmişizdir. çağlar, erkenden gideceğini bildiği için hayatını alabildiğine doldurmuş ve ne isterse yapmıştır; ben de ona bu macerada yolculuk yapmak için istanbul'dan koşarcasına gelmişimdir. belki ölüm bize mesajlar vermiş, biz de o mesajları anlamışızdır.

Adsız dedi ki...

kitap yazsan keşke be esteban.. boşver denetçiliği falan, yapma demiyorum bak hobi olarak yine yap ama yaz, yazabildiğin kadar yaz.. hem sana hem bize iyi gelecek, inan..

adonisas dedi ki...

Hala daha neden bir kitap yazma konusunda bu kadar tereddüt var anlamış değilim. Benim 2000 yılında başladığım ama betimlemesi bitmeyen bir kitabım var, yoksa anında basacağım. Gönüllü editörün olacak adam bile dünya kadardır. Şu piyango bi çıkmadı, çıkaydı bi kitap bi A5 bendendi sana (gerçi ehliyette yok sende değil mi)
Hayırlı seneler dudaklarımıza tebessüm yüzümüze hüzün bulaştıran yazar ;)

adonisas

Adsız dedi ki...

sen de yaz yaz yaz bir kitaba yaz bütün sözlerini :) hadi durma artık, yaz! kıvrandırma milleti

Adsız dedi ki...

Damıtılmış sevgi bu bulaşan içimize.. Ve... Hapsoldugumuz monotonluğa renk kartelasından seçkiler sunar gibi yazıların. Hüzün siyahı, günbatımı turuncusu, deniz mavisi, tuborg kırmızısı... Kitabı falan bilmem; ama en azından burda yazmaktan vazgeçme :)

müptela 1 dost (;

Adsız dedi ki...

yerinde olsam adsızların yorum yapmasını engellerim. saçmalıyorlar.

Adsız dedi ki...

yaz yaz yaz, yeni bişiler yaz!! bu arada kız arkadaşınla tekrar başlaman, sanki hayata tekrar tutunma çabası gibi olmuş. çok sevindik biz buralarda :)