"on yıldır her gün aynı günü yaşıyorum sanki. sabah gel, akşam geri dön."
sırtında zabıta yazan adam ile servisten inip binaya doğru yürürken, adamın sıkıntısı şakaklarından bile belli oluyordu. odasına varmak istemediğinden olsa gerek hem yürüyüp hem duruyor; schrodinger'in kedisine, üzerinde zabıta yazan süperkahraman kıyafetiyle öykünüyordu. günün, dünün aynısı olmasına bir nebze katlanabiliyorduk fakat bizi yıpratan, yarının da bir kopyası olacağını daha bugünden görebilmek oluyordu.
karbon kağıdı bulaşmıştı her tarafımıza,
belki de geri kalan günlerimiz
benim adabıyla bağlayamadığım
kravatımdan bile kısa.
binaya girdik, o zemin katın ucundaki küçük ve havasız odasına alabora olmuş bir tekne gibi sürüklendi. ben de birinci katın merdivenlerine davrandım. beş kişi ve onların telefon melodileriyle paylaştığım (üçünün nokia melodisi) odama adım attım. vakit nakittir ilkesiyle önce bilgisayarımın açma tuşuna bastım. windows sofrayı kurarken de ceketimi askıya asıp, masayı biraz toparladım. anlam bütünlüğünden istifasını vermiş resmi yazıları bir kenara yığdım ve ilk çaya yer açtım. ilk çay, dünün ve yarının ilk çayının aynısıydı ama yine de en sevilendi. çay daha tazeydi, su çekilmemişti.
iş arkadaşım "onur bey, imzanız var" deyip, dört nüsha yapı kullanma izin belgesi uzattı. onur bendim fakat bey kimdi, bilemedim. dolmakalemimin beyaz kapağını çıkarıp, dostane bir imza attım "mimar" yazan yerin altına. dünden dört kolon loto oynamıştım, bir hevesle baktım. 2+1 bilmiş ve 3 liraya 4.85 almıştım. para parayı çekiyordu demek ki, parasız geçen uzun öğrencilik yıllarımı tebessümle hatırladım.
2 yorum:
Abi eğer vakit bulabilirsen kesinlikle bi kitap yazmalısın...tebrikler
Son yazını yazalı bir yıl olmuş...
Yorum Gönder