16 Mayıs 2014 Cuma

haberin yok

Mesaim başladığında hala evdeydim; üzerimi bile giyinmemiş ve boş gözlerle telefonuma bakıyordum. Sanki, toprağın altında kalan madencilerden biriydim ve kanıma karışan karbonmonoksitin beni o kahrolası bilirkişilerin de canlı yayınlarda utanmadan söylediği gibi tatlı bir ölüme götürmesini bekliyordum. Rüyamda sabaha kadar yüzünü seçemediğim birileriyle dövüşmüş ve büyükçe bir deponun köşesinde onu sıkıştırıp tam da öldürecekken de saatin çalmasından yarım saat önce uyanmıştım. Muhtemelen dövüştüğüm kişi, insan suretine bürünmüş devletti çünkü bir insana duymayacağım bir öfke ile ona doğru koşarken uyanmıştım.

Sabahın ilk saatlerinde durgun bir göl gibi gözüken denize ve birkaç gündür açıkta bekleyen yaklaşık on metrelik yelkenliye bakarken, beni bu iyilerin kaybetmekle kalmayıp öldüğü lanet olası ülkeye bağlayan şeyin ne olduğunu düşündüm. adını hatırlamadığım bir yazar, bir yere aidiyeti oraya ölülerini gömmüş olmakla bağdaştırmıştı fakat Tezer Özlü’nün de dediği gibi burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesiydi. Kıyıda sönümlenen dalgaları izledim, sular biraz çekildiğinden olsa gerek ufak bir kum adası ortaya çıkmış ve martılar sabahı orada karşılamıştı. Martı olsam, uyurken de uçmanın bir yolunu bulurdum. Doğru bir hava akımı yakalar ve gözümü açtığımda nerede olduğumu kestirememenin, çocukluğumdan kalan o tadını anımsardım. Martı olsam, en kötü günümde bile “en azından insan değilim” diye kendimi teselli ederdim.

Denize yüzünü dönmüş koltuğumdan yavaşça kalkıp üstümü giyindikten ve kedi yavrusu gibi yumuk gözlerle uyuyan Ceren’i uyandırmadan öptükten sonra evden çıktım. İşe gitmek istemiyordum; içimde çöken bir ocak vardı ve elimden neredeyse hiçbir şey gelmiyor, elinden bir şey gelebilecekken küstahça açıklamalar yapan pislik siyasetçilere lanetler ediyordum. Her halk, hak ettiği şekilde yönetilirdi belki ama bu kadar kötülerini, vicdansızlarını hak ettiğimizi düşünmüyordum. Hala kurtarabilecekleri madenciler içerideyken, ölenlere cuma hutbesi, ailelerine maaş müjdesi veren yaratıklara, bağlı oldukları inanç sistemine, bunları yaratana, yaratılmasına vesile olanlara küfürler ederek yolun kenarından ilerledim. Hükümet konağına kara gözlerini dikmiş bir sokak köpeği vardı, belli ki olanları duymuş ve intikam almaya karar vermişti. Bayrakların yarıya indirilmesi ve üç günlük yas riyakarlığından daha gerçekti köpeğin kara gözleri. Üç günlük yasın son günündeydik, üç günlük dünyanın da son gününe gelmeyi ve hesaplaşmanın bir an önce başlamasını istedim. Bakanların, patronların, kenelerin hesabını tanrı değil madenciler, döverek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın hesabını da ailesi sormalıydı. Bu çürümüş ülkenin mahkemeleri artık yoktu, muhtemelen de hiç olmamıştı. Yaşı büyütülüp asılan çocuklar, yerin binlerce metre altında ölüme gömülen çocuklar, tecavüz edilen, darp edilen, her gün bu ülkede doğmuş olmanın bedelini yeniden ödeyen çocuklar.

Geçen sene bu zamanlar, gezi parkı olayları başlamamış ve özgürce yaşamak isteyen arkadaşlarımız dövülerek, gaz fişeğiyle, mermiyle, tomayla ve mümkün olan/olmayan tüm imkanlarla henüz öldürülmemişlerdi. şimdi her duruşmalarında devletin başka bir rezilliğini görüyor ve lanet okuyoruz. Öldürüp üzerimizde tepinen, geride kalanlara teselli vermek yerine onları kışkırtan, tüm organlarıyla bizi yok etmeye yemin etmiş bir devlete karşı hayatta kalmaya çalışıyoruz.


Sokak köpeğini geçtikten sonra adımlarım daha da yavaşladı, içimde beni boğan bir ateş yükseliyordu ve ellerim sanki arkadan kelepçeliydi. Aldığım nefes, içimdeki ateşi harlıyordu sadece. Odama girdim, bilgisayarımı açıp telefonuma biraz daha baktım. Bu ülkeden gitsem bile arkamda bırakmaya çalıştıklarım peşimi bırakmayacaktı. Okyanusun ortasındaki bir teknede, katmandu’nun dağlarında, bir yağmurun sırtında ya da bir ormanın en karanlık köşesinde bile olsam, yüreğime kazınmış bu acıyı, bu nefreti ve intikam alma güdüsünü söküp atamayacaktım. Ödeşme planlarıyla ömrümü geçirecek belki de ömrümü bitirecektim…

2 yorum:

emel dedi ki...

Yağmurlu bir cumartesi akşamında yarım şişeden fazla şarapla tüm bloğunu okumak ne iyi geldi bir bilsen, keşke daha çok yazsan....

Keyfî Sabit dedi ki...

Belirsiz aralıklarla bloğu yoklayıp yeni yazı görememenin hala hayal kırıklığına uğrattığı takipçilerin var sevgili Mies. Hayatından ya da paralel hayatlarından bahsetsen yine, birkaç kelam etsen hiç fena olmaz, sen ve elf hanımın sevgiyle kalın.