Kocası
seneler evvel evden kaçmış fakat bunun farkına aylar sonra varmış Nevriye
Hanım’ın iki oğlu vardı. Oğullarından büyüğü astronottu ve pencere kenarından
gökyüzünü izleyerek kırk yaşına gelmişti. Kocasının akrabaları başta olmak
üzere insanlardan pek hoşlanmayan Nevriye Hanım’ın babadan kalma müstakil evine
çok nadir de olsa Amerika’dan mektuplar gelir ve her seferinde, oğlunu sonunda
yolculuğa çağırdıklarını düşünüp endişelenirdi. Büyük oğlu hangi işe girse,
öğleden sonra istifa edecek kadar onurlu bir çocuktu. Nasa’dan gelecek bir
teklifi kabul edeceğini söyleyip dururdu ve sadece, geceleri gökyüzünü kaplayan
yıldızların çoktan ölmüş olabileceğini ancak onların ışığın yavaşlığı yüzünden yeni
görülebilmesine öfkelenirdi. Işık hızını aşmanın ise mümkün görünmediğini,
ancak kara deliklerle bir noktadan girip diğer noktadan, zamanı hiç
karıştırmadan çıkılabileceğini mırıldanırdı. Zamandan ve onun dakikada atmış
saniyelik yavaşlığından hoşlanmazdı büyük oğlan. Nevriye Hanım ne zaman
soyulmuş meyve tabağıyla odasına girse, ışık hızına ulaşsak bile bir insan
ömrünün başka galaksiye gitmeye yetmeyeceğini, başka galaksiye kaplumbağa
yollamanın ise diğer kültürlerde ağır hakaret olarak görüleceğini savunurdu.
Elmalar her geçen saniye paslanırken, tanrının varlığının belki de tek ispatı
olan mandalinaları yerdi. Belli bir inancı ya da inançsızlığı yoktu. Küçük
kardeşinin ya da babasının nerede olduğunu da hiç merak etmezdi.
Evin
küçük oğlu ise liseden sonra okumamış, hatta veli toplantısında söylenenlere
bakılırsa, lise esnasında ve liseden önceki dönemde de okumamıştı. Kafası
sadece kanunlardaki açıklardan faydalanmaya çalışır, belediyenin üç yıllığına
kiraya verdiği büfeleri belli bir komisyonla başkalarına kiralardı. Belediye
başkanları ve encümen üyelerini delirtecek kadar utanmaz, paradan para
devşirecek kadar kurnazdı küçük oğlan. Askerden geldiği gün, kantinde
çalışırken biriktirdiklerinden ikinci el şahin alacak kadar da ticarete
yatkındı. Abisine akıl vermeye, büfenin başında durmaya ikna etmeye çalışsa da
yıllar içinde boş vermişti. İğne oyasıyla akşamı eden annesi ayrı, gezegenle
yıldızla sabahı eden abisi ayrı manyaktı. Kiranın kirasıyla gelen parayı atlara
yatırır, kolunun altında gezdirdiği ajandasında atların soyağacını çıkarırdı.
Bazı günler seyis vurmak için ilk otobüsle istanbul’a gider birkaç hafta
gözükmez, bazı günler de seyislerin onu vurmak için geldiğini söyleyip evin
çatı katında saklanırdı. At kaçırmaya çalıştığı için dört ay içeride kalmış, at
sahibinin davadan vazgeçmesi üzerine de serbest bırakılmıştı. Çatı katında
saklandığı günler kamu ihale kanununu okur, resmi gazeteyi incelerdi.
Gazetelerin orta sayfalarındaki ihale ilanlarına mercekle bakar, kendisine yarayacak
bir açık var mı diye ince eleyip sık dokurdu. Mahallede top oynayan çocukların
arasına karışır, herkesi çalımlayıp gol attıktan sonra topu balkona fırlatırdı.
Haftada bir kavgaya karışır, ayda bir de güzelinden dayak yerdi. Hiç sevgilisi
olmadığı gibi onu görüp de karşı kaldırımdan yoluna devam etmeyen bir kız da
görülmemişti. Bir ortak bulup inşaat şirketi açmak ve yapsatçılıkla köşeyi
dönmek istiyordu; atlar eskisi gibi kazandırmıyor, belediyeler de büfe
ihalesine çıkmıyordu.
Yıllar
önce ekmek almaya gidiyorum diye pijamayla çıkıp bir daha dönmeyen baba ise,
merkezi Nevriye olan bir çember çizmiş ve insanın yaşayabileceği en uzak nokta
neresiyse, büyük ve az salak oğlunun dünya atlasında orayı işaretledikten sonra
evden çıkmıştı. İki oğlanın en iyi özelliklerini alsa bile ortaya çıkan
yaratık, bir tam oğlan etmiyordu. Bir şeylerin düzelmesini beklemekten ve küçük
oğluyla evin içinde karşılaştığında ense köküne giren ağrıdan bıkmıştı. Belki de
tüm hata kendisindeydi, genleri bir sonraki nesle aktarılmamalı ve sülalesinin
yedi düvelde atlattığı badireler kendisiyle son bulmalıydı. Bir süre Gürcistan
sınır kapısında keşif yaptı, kamyoncularla dost oldu, bir karton sigarayla
başladığı kaçakçılık macerasına iki sene sonra kendi kamyonuyla devam etti. Sınırdan
her geçişinde yaşadığı tedirginlik, ona yaşadığını hissettiriyor ve Nevriye
başta olmak üzere yıllarını heba eden herkesten intikam almak istiyordu. Freni patlayan
kamyonun, yokuşun başındaki iki katlı bir evi yıktığını gazetenin üçüncü sayfasında
okuduğunda, yeni partiden çıkan malt viskinin de desteğiyle genlerine ve
döllerine son vermenin yolunu buldu. Plan basitti, zaten detaylı planı hak
etmiyordu evdekiler. büyük oğlu muhtemelen yine zamanın yavaş aktığını
savunuyor; küçük olan da at ajandasıyla, belediye ihalelerinin açığını
kovalıyordu. Nevriye de, başka kimsede olmayan iğne oyası battaniyesiyle pencere
kenarında oturup yokuşa bakıyordu. O yokuştan inen kamyonun imgesi, kaçak viski
ile birleşip mutluluktan gözlerini yaktı. Kamyonun kasasına kaç dinamit
sığacağını sarhoş kafayla hesaplamaya çalıştı; dinamitlerin yarısı patlasa yine
de tüm mahalle, mahalleli ve mahallelinin yaz boyunca çay çekirdek
zıkkımlandığı balkonlar havaya uçardı. At ajandasının metal tokası evden dört
kilometre ötede bulunduğunda, iğne oyası battaniyenin külleri atmosfere
karıştığında kendisi de hayatta olmayacaktı ama ruhu kahkahalarla gülecekti.
Azerbaycan’daki
taş ocağına götürülmek üzere istasyona istiflenen vagonlar dolusu dinamitin bir
kısmını, üst düzey kaçakçılık içgüdüsü ve doğru kişilere dağıttığı rüşvetlerle
kamyonuna yükledikten sonra, bir bahar sabahı pijamayla terk ettiği şehrine doğru
yola koyuldu. İki oğul ve bu ejderhaların anası olacak Nevriye’nin aynı anda
evde olacağı eşsiz anda frenleri elleriyle kesecek; pencere kenarında oturan
karısı yokuşu izler, büyük oğlu yıldızlar arası mesafeleri dert eder ve seyis
dayağından kaçan küçük oğlu çatı katında saklanırken de bu aileyi bitirecekti.
Yıllar
sonra şehrine döner dönmez, düğün organizasyon şirketinin önüne park ettiği
kamyonunun kasasını maytaplarla ve havai fişeklerle süsledi. Soranları da
damadın özel isteği bu diyerek geçiştirdi. Kamyoncu kasketinin altına gizlediği
yüzü, eski evinin etrafında kolayca keşif yapmayı sağlıyordu. Küçük oğlu horoz
dövüştürmeye başlamış, koltuğunun altından at ajandasını çıkardıktan sonra
boşalan yere iki horoz sıkıştırmıştı. Çok yakındaki büyük patlamadan sonra,
hayvanların çektiği zulüm de bitecekti. Nevriye ve büyük oğlan evden pek
çıkmıyor fakat küçük de eve pek girmiyordu.
Horozuna
dövüş antrenmanı yaptırmak için başkalarının horozunu çalan küçük oğlanın,
dayak yememek için eve kapandığı o mübarek perşembe akşamında, adam kamyonunu
kız gibi süsleyip yokuşun başına çekti. Son parti maldan kalan son şişe
viskisini açıp saldırı planını bir kez daha gözden geçirdi. Önce, güdümlü havai
fişekleriyle eve saldıracak ve ev ahalisi pencereye çıktığında yıllar sonra eve
dönen, daha doğrusu eve girmek üzere olan babalarını görecekti. Zamanın yavaşlığından
şikayet eden büyük oğlan kamyonun hızına şaşıracak, küçüğü horozu pencereden
atmaya çalışacak, Nevriye Hanım da kocasının uzun zamandır evde olmadığını o
anda anlayacaktı.
Havalı
korna ve boş vitesle yokuşun başından inmeye başlayan kamyon yavaşça
hızlanırken, olacaklardan haberi olmayan ahali de evin farklı odalarında farklı
hayatlarına devam ediyordu. Küçük oğlan, korna sesini duyduğunda horozu paket
lastiğiyle kırbaçlıyor ve ondan bir ölüm makinesi yaratmaya çalışıyordu. Büyük
ise tamamen paslanmış elmaların yanındaki teleskopunun merceğini kadife bezle
siliyor ve ara sıra dışarıya bakıyordu. Nevriye, havai fişekleri gördüğünde
daha önce nasıl oldu da akıl edemediğine şaşırdığı yeni bir deseni işliyordu.
Kamyonun
evin bahçesine girmesine birkaç saniye kala, evden çıkarken giydiği pijamasını
bu tören için yeniden giyen evin reisi fren sistemine bağladığı ateşleme
tesisatını harekete geçirmek için son gücüyle frene bastı. Kamyonun ön camını
çıkarttığından, frenin gücüyle kamyonun şoför mahalinden fırlayıp Nevriye’sine,
bin yıllık lanetine ve bu aşktan doğan çocuklarına uçmaya başladı. Adam havada,
ailesi evde ve tüm mahalleli balkondayken dinamitler birdenbire patladı. Adamla
nevriye’nin arasında dövüş horozu kaldı, büyük oğlanı ise kamyondan kopan büyük
bir demir parçası ikiye böldü. koltuğunun altında çoğu zaman ajanda, mevsimine
göre de hayvan taşıyan ihaleci küçük oğlana da havai fişek rastgeldi. Babadan kalma
ev, kaçaktan kalma kamyon ve yedi nesilden bu yana süren lanet de güzel bir
bahar akşamı, tüm mahalleli ile birlikte son buldu.
3 yorum:
oh captain my captain'
sen ne güzel insansın patron ya.
esteban/kırmızı tuborg önderliği/kararsızlık kıyıları.
bu hikayede çeşitli çap ve markalarda hayvanlara zarar verilmiştir
"savaşi kaybeden gibi gozuken, aslinda savaşmaya yeni başlamiştir" demişti birisi buda sayende muhteşem donuşu olmuş ...
Yorum Gönder