8 Mayıs 2014 Perşembe

nevriye: bir cinnetin anatomisi

Kocası seneler evvel evden kaçmış fakat bunun farkına aylar sonra varmış Nevriye Hanım’ın iki oğlu vardı. Oğullarından büyüğü astronottu ve pencere kenarından gökyüzünü izleyerek kırk yaşına gelmişti. Kocasının akrabaları başta olmak üzere insanlardan pek hoşlanmayan Nevriye Hanım’ın babadan kalma müstakil evine çok nadir de olsa Amerika’dan mektuplar gelir ve her seferinde, oğlunu sonunda yolculuğa çağırdıklarını düşünüp endişelenirdi. Büyük oğlu hangi işe girse, öğleden sonra istifa edecek kadar onurlu bir çocuktu. Nasa’dan gelecek bir teklifi kabul edeceğini söyleyip dururdu ve sadece, geceleri gökyüzünü kaplayan yıldızların çoktan ölmüş olabileceğini ancak onların ışığın yavaşlığı yüzünden yeni görülebilmesine öfkelenirdi. Işık hızını aşmanın ise mümkün görünmediğini, ancak kara deliklerle bir noktadan girip diğer noktadan, zamanı hiç karıştırmadan çıkılabileceğini mırıldanırdı. Zamandan ve onun dakikada atmış saniyelik yavaşlığından hoşlanmazdı büyük oğlan. Nevriye Hanım ne zaman soyulmuş meyve tabağıyla odasına girse, ışık hızına ulaşsak bile bir insan ömrünün başka galaksiye gitmeye yetmeyeceğini, başka galaksiye kaplumbağa yollamanın ise diğer kültürlerde ağır hakaret olarak görüleceğini savunurdu. Elmalar her geçen saniye paslanırken, tanrının varlığının belki de tek ispatı olan mandalinaları yerdi. Belli bir inancı ya da inançsızlığı yoktu. Küçük kardeşinin ya da babasının nerede olduğunu da hiç merak etmezdi.

Evin küçük oğlu ise liseden sonra okumamış, hatta veli toplantısında söylenenlere bakılırsa, lise esnasında ve liseden önceki dönemde de okumamıştı. Kafası sadece kanunlardaki açıklardan faydalanmaya çalışır, belediyenin üç yıllığına kiraya verdiği büfeleri belli bir komisyonla başkalarına kiralardı. Belediye başkanları ve encümen üyelerini delirtecek kadar utanmaz, paradan para devşirecek kadar kurnazdı küçük oğlan. Askerden geldiği gün, kantinde çalışırken biriktirdiklerinden ikinci el şahin alacak kadar da ticarete yatkındı. Abisine akıl vermeye, büfenin başında durmaya ikna etmeye çalışsa da yıllar içinde boş vermişti. İğne oyasıyla akşamı eden annesi ayrı, gezegenle yıldızla sabahı eden abisi ayrı manyaktı. Kiranın kirasıyla gelen parayı atlara yatırır, kolunun altında gezdirdiği ajandasında atların soyağacını çıkarırdı. Bazı günler seyis vurmak için ilk otobüsle istanbul’a gider birkaç hafta gözükmez, bazı günler de seyislerin onu vurmak için geldiğini söyleyip evin çatı katında saklanırdı. At kaçırmaya çalıştığı için dört ay içeride kalmış, at sahibinin davadan vazgeçmesi üzerine de serbest bırakılmıştı. Çatı katında saklandığı günler kamu ihale kanununu okur, resmi gazeteyi incelerdi. Gazetelerin orta sayfalarındaki ihale ilanlarına mercekle bakar, kendisine yarayacak bir açık var mı diye ince eleyip sık dokurdu. Mahallede top oynayan çocukların arasına karışır, herkesi çalımlayıp gol attıktan sonra topu balkona fırlatırdı. Haftada bir kavgaya karışır, ayda bir de güzelinden dayak yerdi. Hiç sevgilisi olmadığı gibi onu görüp de karşı kaldırımdan yoluna devam etmeyen bir kız da görülmemişti. Bir ortak bulup inşaat şirketi açmak ve yapsatçılıkla köşeyi dönmek istiyordu; atlar eskisi gibi kazandırmıyor, belediyeler de büfe ihalesine çıkmıyordu.

Yıllar önce ekmek almaya gidiyorum diye pijamayla çıkıp bir daha dönmeyen baba ise, merkezi Nevriye olan bir çember çizmiş ve insanın yaşayabileceği en uzak nokta neresiyse, büyük ve az salak oğlunun dünya atlasında orayı işaretledikten sonra evden çıkmıştı. İki oğlanın en iyi özelliklerini alsa bile ortaya çıkan yaratık, bir tam oğlan etmiyordu. Bir şeylerin düzelmesini beklemekten ve küçük oğluyla evin içinde karşılaştığında ense köküne giren ağrıdan bıkmıştı. Belki de tüm hata kendisindeydi, genleri bir sonraki nesle aktarılmamalı ve sülalesinin yedi düvelde atlattığı badireler kendisiyle son bulmalıydı. Bir süre Gürcistan sınır kapısında keşif yaptı, kamyoncularla dost oldu, bir karton sigarayla başladığı kaçakçılık macerasına iki sene sonra kendi kamyonuyla devam etti. Sınırdan her geçişinde yaşadığı tedirginlik, ona yaşadığını hissettiriyor ve Nevriye başta olmak üzere yıllarını heba eden herkesten intikam almak istiyordu. Freni patlayan kamyonun, yokuşun başındaki iki katlı bir evi yıktığını gazetenin üçüncü sayfasında okuduğunda, yeni partiden çıkan malt viskinin de desteğiyle genlerine ve döllerine son vermenin yolunu buldu. Plan basitti, zaten detaylı planı hak etmiyordu evdekiler. büyük oğlu muhtemelen yine zamanın yavaş aktığını savunuyor; küçük olan da at ajandasıyla, belediye ihalelerinin açığını kovalıyordu. Nevriye de, başka kimsede olmayan iğne oyası battaniyesiyle pencere kenarında oturup yokuşa bakıyordu. O yokuştan inen kamyonun imgesi, kaçak viski ile birleşip mutluluktan gözlerini yaktı. Kamyonun kasasına kaç dinamit sığacağını sarhoş kafayla hesaplamaya çalıştı; dinamitlerin yarısı patlasa yine de tüm mahalle, mahalleli ve mahallelinin yaz boyunca çay çekirdek zıkkımlandığı balkonlar havaya uçardı. At ajandasının metal tokası evden dört kilometre ötede bulunduğunda, iğne oyası battaniyenin külleri atmosfere karıştığında kendisi de hayatta olmayacaktı ama ruhu kahkahalarla gülecekti.

Azerbaycan’daki taş ocağına götürülmek üzere istasyona istiflenen vagonlar dolusu dinamitin bir kısmını, üst düzey kaçakçılık içgüdüsü ve doğru kişilere dağıttığı rüşvetlerle kamyonuna yükledikten sonra, bir bahar sabahı pijamayla terk ettiği şehrine doğru yola koyuldu. İki oğul ve bu ejderhaların anası olacak Nevriye’nin aynı anda evde olacağı eşsiz anda frenleri elleriyle kesecek; pencere kenarında oturan karısı yokuşu izler, büyük oğlu yıldızlar arası mesafeleri dert eder ve seyis dayağından kaçan küçük oğlu çatı katında saklanırken de bu aileyi bitirecekti.

Yıllar sonra şehrine döner dönmez, düğün organizasyon şirketinin önüne park ettiği kamyonunun kasasını maytaplarla ve havai fişeklerle süsledi. Soranları da damadın özel isteği bu diyerek geçiştirdi. Kamyoncu kasketinin altına gizlediği yüzü, eski evinin etrafında kolayca keşif yapmayı sağlıyordu. Küçük oğlu horoz dövüştürmeye başlamış, koltuğunun altından at ajandasını çıkardıktan sonra boşalan yere iki horoz sıkıştırmıştı. Çok yakındaki büyük patlamadan sonra, hayvanların çektiği zulüm de bitecekti. Nevriye ve büyük oğlan evden pek çıkmıyor fakat küçük de eve pek girmiyordu.

Horozuna dövüş antrenmanı yaptırmak için başkalarının horozunu çalan küçük oğlanın, dayak yememek için eve kapandığı o mübarek perşembe akşamında, adam kamyonunu kız gibi süsleyip yokuşun başına çekti. Son parti maldan kalan son şişe viskisini açıp saldırı planını bir kez daha gözden geçirdi. Önce, güdümlü havai fişekleriyle eve saldıracak ve ev ahalisi pencereye çıktığında yıllar sonra eve dönen, daha doğrusu eve girmek üzere olan babalarını görecekti. Zamanın yavaşlığından şikayet eden büyük oğlan kamyonun hızına şaşıracak, küçüğü horozu pencereden atmaya çalışacak, Nevriye Hanım da kocasının uzun zamandır evde olmadığını o anda anlayacaktı.

Havalı korna ve boş vitesle yokuşun başından inmeye başlayan kamyon yavaşça hızlanırken, olacaklardan haberi olmayan ahali de evin farklı odalarında farklı hayatlarına devam ediyordu. Küçük oğlan, korna sesini duyduğunda horozu paket lastiğiyle kırbaçlıyor ve ondan bir ölüm makinesi yaratmaya çalışıyordu. Büyük ise tamamen paslanmış elmaların yanındaki teleskopunun merceğini kadife bezle siliyor ve ara sıra dışarıya bakıyordu. Nevriye, havai fişekleri gördüğünde daha önce nasıl oldu da akıl edemediğine şaşırdığı yeni bir deseni işliyordu.


Kamyonun evin bahçesine girmesine birkaç saniye kala, evden çıkarken giydiği pijamasını bu tören için yeniden giyen evin reisi fren sistemine bağladığı ateşleme tesisatını harekete geçirmek için son gücüyle frene bastı. Kamyonun ön camını çıkarttığından, frenin gücüyle kamyonun şoför mahalinden fırlayıp Nevriye’sine, bin yıllık lanetine ve bu aşktan doğan çocuklarına uçmaya başladı. Adam havada, ailesi evde ve tüm mahalleli balkondayken dinamitler birdenbire patladı. Adamla nevriye’nin arasında dövüş horozu kaldı, büyük oğlanı ise kamyondan kopan büyük bir demir parçası ikiye böldü. koltuğunun altında çoğu zaman ajanda, mevsimine göre de hayvan taşıyan ihaleci küçük oğlana da havai fişek rastgeldi. Babadan kalma ev, kaçaktan kalma kamyon ve yedi nesilden bu yana süren lanet de güzel bir bahar akşamı, tüm mahalleli ile birlikte son buldu.


3 yorum:

Adsız dedi ki...

oh captain my captain'

sen ne güzel insansın patron ya.

esteban/kırmızı tuborg önderliği/kararsızlık kıyıları.

Emrah Yalım dedi ki...

bu hikayede çeşitli çap ve markalarda hayvanlara zarar verilmiştir

Adsız dedi ki...

"savaşi kaybeden gibi gozuken, aslinda savaşmaya yeni başlamiştir" demişti birisi buda sayende muhteşem donuşu olmuş ...