hava dünkü kadar sıcak değildi, kuru sıcak yerini dağları bile kaybeden neme bırakmıştı. nerede ne yiyeceğimi bilemeden arabaya atladım, seçenekler iştahımdan da azdı. radyo 3 kendiliğinden açıldı, rengini yitirmiş açık gri bir göğün altında ip gibi uzanan yoldaydım ve pink floyd’dan wish you were here çalıyordu. yanına bugün gelmeyecektim, doğum günün yarındı. hızı sabitledim, yol belliydi; formülden ise geriye sadece zaman kalıyordu. 2011’de duran, 2016’da devam eden ve beni iki farklı hayatın iki farklı gerçeğine cam parçaları gibi serpiştiren zaman.
karşı şeritten gümüş renkli bir yamaha fazer geçti, seninkinin hemen hemen aynısıydı. işaretler yine her yerdeydi, sadece gözlerimi açıp etrafa bakmam yeterliydi. olmadığın tek yere gelmeye karar verdim. dönerken bir şeyler yerdim. radyo 3 halimden anlamış gibi, comfortably numb’ın konser kaydıyla devam etti. yol boyunca beni yalnız bırakmayacaktı belli ki. yirmi kilometrelik bir yol, saatte ne kadar hızla gidersem otuz sekiz yıl sürerdi?
pink floyd’un son kez bir araya geldiği 2005 live aid konserinin kayıtları radyoda devam ederken, yirmi yıl öncesine gittim. bu konseri televizyon başında canlı izlemiştim, iki aksi ihtiyarın yeniden bir araya gelmesi mucizeydi. o yaz, üç yıl aradan sonra eve geri dönmüştüm. barda çalışmayı bırakmış ve kendimi gerçekleştirmenin patikasında mimarlık stajına başlamıştım. her şey nasıl da geçmişin sandıklarında, üst üste binmiş yılların arasında saklı. 2005’ten geriye ne kaldı? birkaç anı, birkaç zafer. yol üstünde bir markete uğradım, comfortably numb’ın solosu az sonra girecek ve ruhumu bedenimden söküp yörüngeye çıkaracaktı. oradan her şey daha anlaşılabilir ve birbiriyle bağlantılı görünürdü. comeback of 2005 temalı, liverpool mucizesine gönderme yapan carlsberg gözüme çarptı. bugün 2005’ten gelmiş bir hayaletin tüm görkemiyle ortalığı tozu dumana kattığı, beni yola çıkardığı ve yol boyunca eşlik ettiği bir gündü. belki de hayaletim, uzak bir gelecekten bugüne özel gelmişti. bazı şeyleri hatırlatmak istemişti ama unutmamıştım zaten. yerçekimini ya da mors alfabesini kullanarak bana mesaj vermesine gerek yoktu, müzik zamanda yolculuk yapmak için yeterliydi.
yirmi kilometrelik yol, bir sicim gibi uzamış ve etrafıma dolanmıştı. zamanın fiziksel varlığını, bir dağ gibi önümde yükselmiş gibi görüyordum. o dağın yamacındaydı olmadığın tek yer. arabadan indim, yürüdüm. beyaz mermerin üzerinde adın ve soyadım yazıyordu, altında da sayılar. iki tarihin arasında tire işareti vardı, o senin dünyada geçirdiğin zamanı gösteriyordu. zaman, yol ve hız formüldeki değerini kaybetti. her şey çizgiye dönüştü. üçüncü boyut bile yoktu. sonra yine beyaz bir kelebek geldi, hareketleri tahmin edilemezdi. öncesi ve sonrası yoktu, sanki her kanat çırpışı ilk ve sondu. beyaz mermerinin üzerinde dolaştı, onu görmemi istedi. daha önce çeşitli yerlerde karşıma çıkanlar gibiydi, dikkatimi çekmeyi başardı. bir taşın hareketsizliğini şeffaf kanatlarıyla parçaladı. harfler ve sayılar hiçbir şeyi göstermezdi, ikimiz de aynı zamanda aynı yerdeydik. yolda karşılaşmış, 2005 konserini dinlemiş, bir zamanlar çalıştığın yerin önünden geçmiş, aynı senin yaşadığın gibi uçmaya çalışan bir kelebekle de denk gelmiştik. aslında yarın gelecektim ama bilmediğim bir yerden bana müzik ile mesajı gönderdin. gel dedin, radyo 3’te harika bir konser var.
ben de olmadığın tek yere geldim, kelebeğini yollayıp bana göz kırptın. doğum gününü kendimce kutladım, otuz sekiz çok geldi gözüme oysa dört sene önce oradaydım. haftaya ise kırk iki oluyorum. önceden haftada iki doğum günü kutlardık, şimdi kendiminkini bile geçiştiriyorum. kerem seviyor kutlamayı, bana bira alacağını söylüyor. altılı al diyorum, üçünü kendime üçünü de sana saklıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder