14 Haziran 2012 Perşembe

bir depremin etrafında

çıralı'nın sonundaki tek ağaçlı küçük adanın etrafında dolaşıp bir sürü balığı takip ettikten sonra, tuborg şemsiyesinin altındaki koltuğa oturmuş ve soğuk tutmayı başardığım birayı da yarılamıştım. deniz berrak ve sakindi, biraz uzakta üstsüz bir kadın güneşleniyor ve ara sıra kalkıp denize giriyordu. hemen karşıyı gösteren göğüs uçları ise iki dev göz gibi sağı solu tarıyor ve denizi izleyen bir genci ürkütüyordu. 

o sırada koltuğumun altından sanki dev bir yeraltı canavarı geçiyormuş gibi sallanmaya başladım. acaba babam mı ayağıyla sallıyor diye ona baktım fakat bir hareket yoktu. annem de, diğer tüm günlerde yaptığı gibi kitabını okuyordu. birayı kafaya dikip "sanırım deprem oldu" dedim. yerlerinden doğruldular. bir birayla sarhoş olup halusinasyon görecek değildim. bir birayla sarhoş olsam şimdiye biriktirdiğim paralarla çeyizimi dizmiştim. plaj halkında ufaktan bir kıpırdanma olup az açıkta da ölü bir caretta su yüzüne çıkınca bir şeylerin olup bittiğini anladım. fethiye açıklarında deprem olmuş ve izmir, denizli, antalya, mersin hatta adana'dan bile hissedilmişti. depremleri, önümde yedi katlı bir bina yıkılmadığı ve taşları da ayağıma çarpmadığı sürece pek hissetmiyorum.

paniğe kapılmadan sahilde oturmaya devam ettik, hiçbirimizde ölüm korkusu yoktu. hayata da sıkı sıkı sarılmıyorduk. dev bir dalga gelip tüm coğrafyayı silip süpürse bile bunu umursamazdık. babam, komşumuzu aradı ve apartmanın yıkılıp yıkılmadığını sordu. yıkılmamış fakat epey sallanmışlar, büfeleri olan berbat evler daha fazla zarar görmüş. bizim evde büfe yoktu, olmayacaktı da. panpa ise kafesinde güvendeydi. devrilirse bir tek akvaryum devrilirdi ve hepsine tek tek isim vermek yerine komple sefiller dediğim balıklar da nazarımda pek önemli değildi.

çantadan son birayı çıkardım ve led zepp dinlemeye başladım. birkaç biradan sonra algı kapılarım sonuna kadar açılıyor ve her notanın farkına varıyordum. bonzo'nun davulu, page'in gitarı ve plant'ın ilahi sesi. ölüm denizden mi gelsin, yukarıdan mı insin? bu ne ilk hayatımdı ne de son, belleğimdeki zamansız anılarım bir öncekinden kalmaydı. belki de ilk gördüğüm andan itibaren aramızda büyük bir bağ olduğunu hissettiğim kuru ağacı diken de, korsan gemisiyle olimpos'a yanaşırken yıldızlara bakan eudemos da bendim. 60'lı yıllarda, daha otuz olmadan bir motor kazasında gittiğimi de buna tüm kalbimle inanarak yazmıştım. belki de yalan söylemekteki becerim, bunların yalan olmamasından, sadece önceki hayatlarımda başımdan geçen şeyler olmasından kaynaklanıyordu. başı sonu olmayan düşünceler ve sonu mutlaka gelen biralar.

pazartesi akşamı olan ingiltere-fransa maçı için, antik kentteki klasik müzik konserine bile gitmedim. tekfen filarmoni, rhodiapolis'te fakat gerrard kaptanlığındaki ingiltere milli takımı da fransızlar karşısındaydı. maç o kadar sıkıcı geçti ki, çarşamba akşamına kadar üzerimdeki yük kalkmadı. bir yandan futbol şampiyonası, diğer yandan da kitapsız gibi 04.00'te başlayan nba final serisi ve tüm yükü sırtlamak yerine üçe bölünmesini istediği için miami'lere kadar gelen lebron'un tek kişilik trajedisi. cleveland'ta kalsa, bundan daha kötü olamazdı. şimdi wade'in moraline ve chalmers denilen ipli terazinin hassas dengesine bakıyor.

doğal felaket bağımlısı insanlar da bu depremi fırsat bilip her gün yeni asparagaslarla hayatlarına renk katıyorlar. bir saat sonra daha büyüğü olacakmış deyip apartmanın önünde oturan cahil periler, deniz 150 metre çekildi bu akşam kesin geliyor diyen gözü yoldalar, deprem öncesi gelen sesi herkese anlatan eli kulağındalar... bir hobbit diyarı gibi yaşadığım coğrafya. onların arasında dolaşıyorum fakat onlardan biri değilim. dediklerine inanmıyor sadece ilgi çekici buluyorum. 150 metre ha, vay canına! kurban olduğum allah, orada olduğunu hatırlatmak için ara sıra yaparmış böyle ilgi çekici şeyler. insanı kendisine tapması için yaratan, ilgi için de depremler göndermiş çok mu? yine iyi, tsunamiden kaçmaya çalışırken göktaşları yollamıyor koşu yolumuza. aslında tek kelime etmeden geçireceğim hafta sonundan ve yeni aldığım kitaplardan bahsedecektim fakat halkımın nabzı ve paranoyaları her şeyden önemli. hele ki deniz manyaklar gibi geriye çekilmişken.




Hiç yorum yok: