20 Nisan 2012 Cuma

halkımla mutlu

jack kerouac, spontane düzyazının temellerinde "eğer mümkünse bilinçsiz bir şekilde yazın" der.  "görüntüyü nasıl betimleyeceğiniz hakkında önceden düşündüğünüz bir fikirden başlamayın, onun yerine yazı yazma esnasındayken zihninizdeki görüntünün mücevherimsi ilgi odağından başlayın ve lisan denizinde dışarı doğru yüzün."

"kelimeler seçilmemelidir, onun yerine özgür sapmalar (çağrışımlar) ile zihindeki düşünce ve kelimeler denizinde yüzülmelidir, belagatli soluk verme ritimlerinden ve sitem edilmiş ifadelerden başka bir disiplin olmamalıdır, tıpkı bir yumruğun her bir eksiksiz ifade ile masaya vuruşu gibi..."

sabah erkenden büyük bir panonun önünde dikiliyor ve bir gün önce asılmış resimlere bakıyordum. fotoğraf değillerdi (sanal gerçeklik, bir görselin fotoğraf olmasını bence sağlamıyor). ecnebinin vignetting dediği şey, resimlerin başına az da olsa gelmiş ve projenin köşe noktalarını karanlıkta bırakmıştı. panoda asılı olanlar, benim birkaç haftadır üzerinde pek çaktırmasam da yoğun bir şekilde çalıştığım üç boyutlu çalışmalardı. hafif perspektife kaçan bir vaziyet planı ve projenin çeşitli köşelerinden görüntüler. idari bina, ardiyeler, giriş-çıkış ve kontrol kulübeleri. panonun önünde dikildim ve yedi metrekarelik eserime baktım, hemen herkes beğenmiş ve benimle birlikte panonun önünde dikilmeye başlamıştı. halkımız, projenin bir an önce hayata geçirilmesini istemekle birlikte bunun asla gerçekleşmeyeceğini kulaktan kulağa fısıldayan ketum insanlardan oluşuyordu. sabırsız fakat iyi niyetlilerdi. aralarından en kötüsü bile, sadece kaçak bir yapı yapmış ve o kaçak yapıda kumar oynatmayı denemişti. kumar iyidir, algı kapılarının pirinç kulplarını tutup gözenekleri açar. gözenekleri, ağzının kenarındaki bıçak iziyle jokeri anımsatan tokatlı bir tellak kadar iyi açar hem de. 

hala sabun kokuyordum, dün akşam babam ve dayımla birlikte türk hamamına gitmiş ve naçiz bedenimi bir tellağa emanet ettikten sonra göbektaşına göbeğimi yatırmıştım. ne zaman sesimin yankılandığı bir ortama girsem, hemen paranoid android'in ortasında yer alan rain down ilahisini söylerim.  gözlerimi kapattım ve kendimi sıcağa teslim ettim. hayatımda çok önemli bir yere sahip olan dayım yine gelmişti ingiltere'den. young padawan da gelecek ay annesi ve ışın kılıcıyla teşrif edecekti. "buraya senin veledi getirsek, mustafar'a gelmiş anakin gibi olurdu dayı" dedim, güldük. 

panonun önünde biraz daha dikilip, bir sonraki görselde yapmamam gereken hataları aklıma kaydettikten sonra dayreye geldim. başkandan meclis üyelerine, vatandaştan çölü geçen deve kervanının yanık yüzlü sahibine kadar herkes mutluydu. ben de bugünü atlattıktan sonra üç günlük bir tatile girecek fakat tam ortasına denk gelen kuzen düğünü nedeniyle de yeterince uzanamayacaktım. bir hamakta sallanmayı, kraliyet düğününe bile tercih ederim fakat evlenen de neredeyse en önemli kuzen olunca, buna takılmadım. gerekirse çeyrek bile takar, disko topunun altında break dance yapardım.

bu arada rüyamda seni gördüm lan willy şerefsizi, saçın ve sakalın birbirine karışmıştı ve yine kolumdan çekerek bir şeyler için ısrar ediyordun.

üçüncü çayımın ortasında ve projenin tanıtım aşamasını bitirdiğim için kısmen rahatlamış bir benliğin yönetimindeyken, yerel gazetecimiz geldi. o da panoyu görmüş ve bundan iyi haber olacağını düşünmüştü. bilgisayardaki çalışmaları ona yollayabileceğimi söyleyince güzel yüzü güldü ve gözlerinden olası manşetlerin nal sesleri geçti. ilçede ses getiren nadir şeylerden birisi pano dikilmesi oluyor ve herkes, belediyede işe başlayan genç mimarın parmaklarının ucundan dökülen görsellerin karşısına geçip torunlarına anlatacakları umutlarla doluyordu. 

üçüncü çayımı bitirmeye yakın dördüncüsü geldi, stuttgart karşısındaki messi gibiyim bugün. hafta sonu barca-real'den, gs-fb'ya dek epey maç var fakat mahşer yerini anımsatacak evin içinde televizyonu nasıl denk getiririm bilmiyorum.

aslında bahsedeceğim şeyler bunlar değildi fakat bilincimi serbest bırakınca bunlar döküldü. yerel gazeteye, çizimlerle birlikte blogtan birkaç yazı gönderirsem halkta yaratacağım infiali ve hayal kırıklığını düşünüp gülümsedim. bu sırada birisi "onur bey" diye seslendi, ona dönüp bakmadan önce tam senin şu anda okuduğun cümleyi yazıp yolladım. çaktırma panpa ;)


Hiç yorum yok: