2 Ocak 2025 Perşembe

benzer ufuklar

    yeni yıla büyük beklentilerle girmedim, gök ikiye ayrılıp bir mucize inse bile bunun bir koyun olup olmadığını öğrendikten sonra sıradan hayatıma geri dönerdim çünkü tüm mucizenin ve büyünün artık bakış açısında olduğuna inanıyorum. bir keresinde olimpos'ta, ahşap masanın üzerinde kendi halimde kahve içerken fincanın ağzında kocaman bir dağ görmüştüm. dağ fincana sığmıştı. dünyanın her yerinden gelmiş mutlu insanların arasında, bir portakal ağacının altındaydım ve sonsuza kadar orada kalabilirdim. 

    belki de bu dileğimi binlerce yıl önce yelkeni büyü rüzgarıyla dolmuş bir geminin güvertesinde olimpos sahiline yaklaşırken dilemiştim ve tanrılardan birisi, artık o gün hangisi nöbetçiyse, dileğimi anında kabul etmişti. lapis taşından kadehime biraz daha şarap doldurup kaledeki gözcülere mavi ateşli bir meşale yakarak selam vermiştim. gözcüler de kaptan eudemos'un geldiğini birbirine fısıldamış ve yıldız ışığının altında parlayan miğferleriyle nöbetlerine devam etmişlerdi. eudemos'un yelkenlerini bağlayıp çapasını attığı gece, o zamanlar kimseler tarafından bilinmese de 31 aralık gecesiydi. isa henüz doğmamış ve tatsız olaylar yaşanmamıştı. deniz, lacivert kadifeden bir örtü gibiydi önümde serilmiş. sandala geçip sahile doğru kürek çekmiş ve gemime son kez bakarken "seneye görüşürüz" demiştim. bunu daha önce yapan olmamıştı, insanlar üzerinde denenmemişti, kulak kabartan nöbetçiler bile tek kelime bile duymamıştı. 

    mavi meşaleyi sahile diktikten sonra eve yürümeye başlamıştım, yüzyıllar sonra bahçesinde ahşap masaların ve mutlu insanların olacağı pansiyonun bahçesi aslında benim evimin olduğu yerdi. yolumu yıldız ışığından bulmuş, kapı eşiğine çıkmışlara "mutlu seneler" diye haykırmıştım. herkes, kaptan eudemos'un gemiden sarhoş indiğine emin; çocuklar peşimden yürümüş, şifacılar merhem yapmaya devam etmiş, kentin meclis üyeleri de yine hiçbir yaraya derman olmadan saatlerce konuşmuştu. kentler yıkılıp yeniden kurulsa, tüm takvimler değişse de değişmeyen tek şey siyasi şehvetti. meclis üyelerinin önünden geçerken okkalı bir küfür savurmuştum. gölgelere saklanıp benim icabıma bir an önce bakılması gerektiğini dudaklarını kıpırdatmadan söylemişlerdi. ayyaş eudemos artık çok olmuştu, gemisi yakılmalı ve evi elinden alınmalıydı. 

    öleceğimi ve yeniden doğacağımı bildiğimden kimseden çekinmedim; bahçeme girdim 25 asır sonra kahvemden yansıyacak olan dağa baktım. karanlık bir dağdı, ayı arkasına saklamıştı o yüzden dağın gölgesi üzerime düşüyordu. ellerimle ördüğüm duvarların arasından geçip yatağıma uzandım, başım dönüyordu ve şarabı fazla kaçırmıştım. cılız bir ateş duvarın pürüzlerini ancak aydınlatıyordu. yeni yıla büyük beklentilerle girmedim, yeni yıla girdiğimi diğerlerinin hemen duymasını istemiyordum. önce itiraz ederler, eski köye yeni adet getiren elçinin kellesini almaya çalışırlardı. insanları pek sevmiyordum, o yüzden onları eski yılda bıraktım ve gözlerimi kapattım.

    kalın taş duvarlar, yüzyılların sesini geçirmemiş. içerinin sıcaklığı sabit kalmış, başucumdaki kadehin şarabı uçmuş geriye sadece koyu mor izleri kalmış. kapıdan çıktığımda evimin bahçesinde bir sürü ahşap masa ve daha önce görmediğim tuhaf ama mutlu insanlar gördüm. saçım sakalım uzamış, bir süre sonra da uzamayı bırakmıştı. aralarında dolaştım, uzun bir masada bir sürü yiyecek vardı, sıranın sonuna girip beklemeye başladım. büyük parlak bir kazandan kaynar su akıyordu, tabağımızı alıp tıknaz bir adamın önünde bekleyince adam bize yumurta pişiriyordu. gülümsedim, hangi dilde konuştuklarını bilmiyordum, o yüzden kadim lisanı kullanmaya karar verdim. başımla omleti işaret ettim, onlardan birisi olmadığımı anlamalarını istemiyordum. itiraz edebilir ve bana zarar verebilirlerdi ama öyle bir halleri yoktu. fincana sıcak su döktükten sonra kahverengi bir toz ekliyorlardı, aynısını yaptım.

    uzak bir köşeye geçip ilk yudumu aldıktan sonra fincanı masaya bıraktım. fincanın ağzında kocaman bir dağ vardı, dağ fincana sığmıştı. dağı çok önceden tanıyordum, eve geldiğim son gece onu görmüş gölgesini içime çekmiştim. içtiğim şey ise yeniydi, sevmiştim. uykumu açmıştı, geldiğim yoldan dönersem gemime ulaşacağımı düşündüm. yiyecekleri bitirdim, herkes ne yapıyorsa aynısını yaptıktan sonra da bahçe kapısından dışarı çıktım. yol aynı kalmıştı; çocuklar peşimden yürüdü, şifacılar güneşe yüzlerini döndü...