30 Ağustos 2010 Pazartesi

gitar kılıfında biralar

bu imgelem dolu başlık ne yazık ki herhangi bir gönderme içermiyor, bu bir trajedi. ramazan nedeniyle alkol yasağı getiren aile efradı sağolsun, birayı o kadar gizli içiyoruz ki bayrama varmadan görünmez olmayı başaracağımızı zannediyorum. içeceğimiz iki şişe ona bile veto geliyor, bira içmediğim zaman içine düştüğüm anlamsızlık ve sıkıntı kuyularından da geri çıkması uzun sürdüğünden dışarıda içiyorum. koylara gidiyoruz kardeşimle, o iş çıkışı geliyor beni alıyor. genpa'ya uğruyor; tuborg dolabı çalışıyorsa ikişer tuborg, çalışmıyorsa da mecburen efes alıp deniz istikametine devam ediyoruz. insanın kardeşiyle içip muhabbet etmesi, bu sırada opeth dinleyebilmesi gerçekten bir şans. bu şansı kısmen ben yarattım, beğendiğim şeyleri kardeşime de sevdirdim. gruplar hakkında grupların bile bilmediği efsaneler uydurdum, bu onu sadık bir rock dinleyicisi ve iyi bir gitarist yaptı. bu herifin gitar çalması da "gitar kılıfında biralar"ı getirdi.



finike-demre arasındaki eşsiz koyların birisindeydik yine. andre doria diyeler, ara sıra yatların yanaştığı ve inişinin biraz zor olduğu, renkli kertenkelelerin cirit attığı, denizin dibinin çok uzaklardan görülebildiği pek bakir, pek kıymetli bir koy. iş çıkışı bira içilebilecek en iyi on mekan sıralamasında dördüncü olması lazım. ikişer birayı devirip, dolunayın karşıki tepelerin üzerinden yükselmesini bekledik. ayın şavkı denizin üzerine vururken, "abi ne olur şiirsel konuşma hiçbir şey anlamıyorum" dedi. normalde bile böyle konuşmalardan pek hazzetmezken, insanın kafa dinlemek istediği iki bira sonrasında gelen lirik cümlelerim sonumu getirebilirdi.

sustum ve ayın yükselip ruhumu aydınlatmasını, karanlık ömrümün kuytularını kısa süreliğine yalancı bir ışıkla açığa çıkarmasını bekledim. kardeşim o sırada daha fazla dayanamayıp bira kutusunu bana doğru fırlattı. düşüncülerimi fısıldamıştım ve bu, onu çileden çıkarmaya yetmişti.

ikişer biradan sonra kalktık eve doğru yola çıktık, daha fazlasını içmek ve pes oynamak istiyorduk fakat bizimkilerin yüzünden bu imkansızdı, mecburen meyve yiyecektik. eve geldik, kapıyı çaldık ve evde kimsenin olmadığına emin olmak için babamı aradık. iki saat sonra geleceklerini söyleyince, eve dahi girmeden asansöre koştuk. apartmanın altında efes de olsa bira satan bir market vardı ve birkaç biranın kimseye zararı olmazdı.

biraları içip pes oynarken, bizimkilerin gelmeleri gereken saatten bir saat önce gelmesi tansiyonu yükseltti. biraların bitmesine epey az kaldığından hemen kafaya diktik ve elimizde kutularla kaldık. çöpe atamazdık, yatağın altına iteleyemezdik. gözümüze çarpan tek şey gitar kılıfı oldu. holdelerdi ve ayakkabılarını çıkartıyorlardı. kutuları kılıfa yığıp fermuarı çektik. bira kokan ağzımızdan başka kanıtımız olmadığından pek konuşmadık. sırayla banyoya gidip dişleri fırçaladık, buzdolabına gidip meyve yedik. kutuların metalik dokunuşları, gitar kılıfını gömme dolaba tıkıştırırken dahi kulaklarımıza geldi. yasadışı işler yapmanın anlatılmaz tadı, biradan sonra daha bir güzel geliyordu.



hazır gitar dışarı çıkmışken ending credits'i çalmaya başlayan kardeşim, kafasının da güzelliğiyle döktürürken; ben bilgisayarımın başındaydım. hiçbir yeteneğimin olmamasını alınan dosyalarıma girerek kutladım. dosya almak konusunda gerçekten bir virtüözdüm ama bunu pek kimseler bilmiyordu. 

Hiç yorum yok: