4 Ağustos 2011 Perşembe

not to drink

eğer ofisten çıkıp direk eve gelseydim, yolumun üzerindeki market beni dev bir mıknatıs gibi çekecekti. yeteri sayıda birayla marketten çıktıktan sonra eve varacak, biri hariç diğerlerini buzluğa tıkacaktım. kırmızı tuborg'un, o "her şey daha güzel olacak" hissiyatı birkaç dev yudumdan sonra beynimi ele geçirecek ve sıkkın canımı gevşetecektim. fakat her canım sıkıldığında içmek ve bu içki dalga boylarının gün geçtikçe kısalması hoş değildi, o yüzden vurdum kendimi alışveriş merkezine. avm'ler beni yıpratır, saçlarımdan sürükler ve ellerime basardı. uğultuları ve reyonları beni bira kutusunu kaldıramayacak denli yorardı. içmemem lazımdı bu akşam. diğer akşamlarla arama bir mesafe koymalıydım. 

zevkime göre tişört var mı diye baktım, yine hemen hepsinde istanbul grafikleri vardı ve aklıma bile getirmediğim bir şehri üzerimde taşımak gereksizdi. levi's'in önceden ne kadar şahane tişörtleri olurdu üzerinde hiçbir şey yazmayan, sadece kolunda kırmızı bir etiketin belli belirsiz göründüğü. adidas'ın original serisi de, daha fazla orijinalite için logoyu büyütmüş ve bebek kafası gibi mutlak bir iriliğe ulaşmıştı. bir markanın panosu olmak istemiyordum, bir sloganın ya da bir kentin de. arayışlarım azalarak bitti, yavaştan yorulmaya başlamıştım. biraz daha oyalanmalı ve eve hemen dönmemeliydim. öğlen arası çalıkuşu vardı trt'de, aydan şener ne de güzeldi. babamın tamamen kopyası olan kenan kalav, ali şen ve eşref kolçak ile ne zaman çekildiğini bilmediğim bu diziyi pilav yerken izlemiş ve bitmeden de ofise geri dönmemiştim. kitabını okuyalı o kadar zaman olmuştu ki, okuyup okumadığımdan bile emin olamadım. belki türkçe kitaplarında geçen bir pasajını sınıfa yüksek sesle okumuşumdur. nasıl severdim o türkçe kitaplarını, kitaplardan alıntıları. okuduğumu anlar ve cevap verirdim.

d&r'a girip kitaplara baktım, biraya vereceğim parayla kitap alırsam irademle daha fazla tekme tokat dövüşmeme gerek kalmayacaktı fakat çalıkuşu'nu kütüphaneden ödünç alabilir, kitap bütçemi ise başka kitaplarda, yazarlarda kullanabilirdim. dünya'nın dönüş hızını değiştirmeyecek tamamen önemsiz ve sinsi planlarımla rafların arasında dolaştım; kitapçılarda saatlerce oyalanmayı o kadar severdim ki istanbul'da okuduğum yıllarda, öğrenci yurduna hemen dönmemek için kabalcı'da sürterdim. neredeyse kitap bitirecek gibi olurdum. hem akşam trafiği azalır o sürede, hem de yıllar sonra yazmaya başlarım diye veri toplardım. bugün paragraflarım birbirinden bağımsız ve doru atlar misali kırlarda koşturuyorsa, bu her çeşit kitaptan okuduğum kısa parçalardan dolayı; benim bir günahım yok. her şey istanbul trafiğinin suçu.

gözlerim raflarda dolaşır ve bacaklarım yorgunluk belirtileri gösterirken, iki kelime dikkatimi çekti: mutluluğun mimarisi. alain de botton'u daha önce duymuş fakat bir konferansını dinlemek dışında kendisiyle haşır neşir olmamıştım. mutluluğun peşinde mutsuz olan bir mimardım ve kitabın bana diyecek bir şeyleri var gibiydi. beş kırmızı tuborg parasına eş değerdi. ya kitabı alacak ya da eve giderken, lanet olsun diyerek markete girecektim. seçimlerim basittir, 21. yüzyılda nasıl oldu da yaşayabildiğime şaşırıyorum çoğu zaman bayım. kitabı aldım, inanmıyorsan 106. sayfadan bir cümle yazayım:

"çamaşır deterjanı ya da bir bardak çay nasıl çocukluk anılarımızın birden beynimizde canlanmasına yol açıyorsa, bir binanın çizgileri de bütün bir kültüre gönderme yapabilir."

ben ne zaman böyle cümleler kuracağım? başı ve sonu olan, yargı içeren fikirlerimi bir kağıt üzerinde göreceğim? sinirlenmemek elde değil, gününün en büyük etkinliği içmemek için avm'ye gidip kitap alan bir insandan fazla bir şey beklememek gerek madam bovary, benim yapabileceğimin en iyisi bu. alain de botton gibi düşünerek kelleşmiş değilim; bilakis gür saçlarım genlerden kaynaklanmakta. düşünsem bile dökülmez.

kitapçıdan sonra migros'a gittim. ketçabım, pirincim, ton balığım ve mısırım bitmişti. alkol reyonuna uğramadığım sürece sorun olmazdı, alıp ve çıkacaktım. yaklaşma evlat o parlak şişelere, onlara vereceğin parayı biraz önce kitaba yatırdın. yarın uyanınca bitecek bir macera yerine, hayatın boyunca izlerini taşıyacağın harikulade bir kitap aldın. hadi oğlum, işe şortla giden arsızım; disiplin altına bir türlü giremeyen cüsselim. gitme o reyona, et ve balığa bak, salata sosları ve vantilatörler...

hayır, hayır, hayır. bilinmeyen bir güç beni tuborg dolabının önüne götürüp bıraktı. yüzümdeki gülümseme dolabın temiz camından sekip tüm markete yayıldı. işte mutlu bir 28, çalışıp parasını kazanıyor. borcu yok, kredi kartında limiti var, yemek yapabiliyor, sakin ve suskun. geleceği görebiliyor, geçmişi hatırlıyor ve anı yaşamak isterken ne zaman gözünü açsa kendini bira dolabının karşısında görüyor.

elim tam uzanırken durdum, her şey boşa gidecekti; avm'nin reyonlarını, uğuldayan müziklerini boşa çekmiş olacaktım. daha önce karşılaşmadığım yabancı yüzlerin bozduğu moralimi ise bir hiç uğruna yerle yeksan edecektim. her şey içmemek içindi ve ben olmam gereken son noktadaydım. kısa bir öfkeyle gerisin geri döndüm, kasalara yöneldim, migros club kartımı onlar sormadan verdim. hesabı ödeyip iki elim dolu vurdum kendimi tekrardan yola. yorgundum, evin oradaki marketin önünden geçmemek için de yolumu uzatacaktım.

eve vardım, dolaba aldıklarımı yerleştirdim. portakal suyunu kafama diktim, sonrasında da yarım litre suyu bir dikişte bitirdim. neredeyse kusacaktım, birada bu olmuyordu bak. dikkatimi dağıtmak için soğuk bir duş aldım, o sırada procol harum'dan fires dinleyip "vay canına" dedim. havluyu belime sarıp üzerimdeki suların buharlaşmasını beklerken de içmemek üzerine bir yazı yazmak istedim, on sene sonra geriye dönüp baktığımda nelerle uğraştığımı görüp de bir bira daha açmak için.

"eğer ofisten" diye başladım, kendime geldiğimde saat neredeyse dokuz olmuştu.


2 yorum:

otomatik alice dedi ki...

yansımalar :)

Adsız dedi ki...

Tanidigim en guzel yazanlardan birisin. Belki ben fazla yazar tanimiyorumdur, belki de hakikaten en iyi yazarlardan birisisindir.

Ama ne fark eder? En kotu yazar olsan bile, birkac kisi, on bes kisi, yuz yirmi uc kisi veya on bin kisi okuyorsa ve yazmani istiyorsa - yazmana deger bence. Belki bu anlattigina degil de genel olarak senin yazmana dair bi yorum oldu ama olsun. Bunu bilmeni istedim.