12 Ağustos 2011 Cuma

reds in time


kadavrayı formaldehite yatırır gibi, ruhumu kırmızı tuborg'a yatırmak ve dinlenmek için pit stopa girdiğimde, kasanın önünde elinde 5 kırmızı ile görmek isteyeceğim son insanı gördüm. oturmuş, memleketi kurtarmak üzerine nutuk atıyor ve kafa sikiyordu. 40'lı yaşlarının ortasındaydı; saçlarına ak düşmüş ve top sakalını ise hala kesmemişti. noktasız cümleler kuruyor, ülkeyi onun eline verdikleri takdirde neler yapacağını nefes almadan anlatıyordu. gümüş rengi saçları dökülmemişti, susmayı denese yeni richard gere bile olabilirdi belki ama o sürekli hükümetten şikayet ediyor, din bezirganlığı ile sömürülen halklardan bahsediyordu. iyi niyetli bir tavırdı belki ama işe yaramasının mümkünatı yoktu. cebinden çıkan paraların, 20 yaşında bir türbanlının cipine benzin parası olduğunu o da benim kadar biliyordu; zoruna gidiyordu bütün bu tuhaflık. 

elinde biralar ile ne kenara çekiliyor ne de hesabı ödeyip gidiyordu. canımı sıkmaya başlamıştı, mangalda kül bırakmayan herhangi bir adam gibiydi; sabırla bekledim. anlattığı hiçbir şey farklı değildi, kıraathane köşelerinde memleketi kurtaran amatör siyasetçi gibiydi. elinde kırmızı varsa evine git iç, sonra müziğini dinle! sana mı kaldı din bezirganlarının fakirleştirip ekmeğe muhtaç ettiği halkı kurtarmak? hafiften sinirlenmeye başlayıp hesabı ödemek için rica ettim. kucağımda 5 kırmızı vardı, içmediğim takdirde tüm gece ne yapacağımı bilmiyordum. bilmediğim zaman bilmek için içerim; bildiğim zaman bilgiyi kutsamak için. içmek için her zaman güzel sebeplerim vardır, karavanaya içmem. hesabımı ödedim, marketten çıkarken kır saçlı adam arkamdan seslendi "her gün içme, bir gün gelir 20 sene sonraki halinle aynı markette karşılaşırsın" diye.

başkasını dinlemem, nasihatten tiksinirim. "tamam içmem" deyip evime geldim. damağımdan içeriye süzüldükçe yakıtım, hücrelerime hayat geldi; tüm gün boyunca sersem gibi ekrana bakmamın acısını çıkardım.



Hiç yorum yok: