24 Ağustos 2011 Çarşamba

destiny & daisy

hasta olmam sebebiyle erkenden yatınca ne biutiful'u bitirebildim ne de gece yarısını görebildim. tonlarca rüzgarın intikamı yavaş ve sağlam oluyor, kırgınlığın çelik putrelleri vücudumun her yerine saplanırken biraz iyi olmaya çalışıyorum. geçen hafta aldığım fakat bahsedilecek en az iki paragrafı olmasına rağmen henüz bahsetmediğim kırık boyunlu, mavi pervaneli ve zaman ayarlı kadersiz vantilatörüm sik ko'yu bile açamıyorum hastalığım biraz daha dallanıp budaklanmasın diye. erken yatınca haliyle erkenden kalkıyor ve başucumda duran herhangi bir kitabın herhangi bir sayfasından devam ediyorum. ikea'dan vaktiyle aldığım ve birkaç ay önce köşesini kırdığım lambanın ışığında kelimeler de bir başka parlıyor, günün anlamsız ısrarları henüz başlamadığından okuduklarımı derinlemesine anlıyor ve üzerine düşünebiliyorum. akşamları üzerine düşünebildiğim tek şey ne yemek yapmam gerektiği oluyor.

bu sabah ise 28 mart 2010'da, askerdeyken yazdığım bir yazıyı okudum. hayal ettiklerimin, bu hafta sonu yaptıklarımla birebir örtüştüğünü fark edince kaderin, benden bağımsız bir tanrının benim için yazdıklarından ziyade; benim kendim için yazdıklarımdan fazlası olmadığını, bu vesileyle de kendi kendimin tanrısı olduğumu yattığım yerden keşfettim. bir kanyonda ilerledikten sonra binlerce yıllık antik kentlere çıkmak, göller ve dağlar derken resmen geleceği görmüşüm bir kışlanın iki saatlik nöbetinde. bu yazdığımı tesadüfen okumasam başıma gelenlerin anlık kararlar ile şekillendiğini öne sürerdim fakat 1.5 sene öncesinden kelimesi kelimesine yazmışım ne varsa. saklıkent kanyonu'nda ilerledikten hemen sonra tlos'a çıkmak ve aynı günün sabahında gölde yansıyan dağ. demek ki kader var ve benim önceden yazdığım şeylerin satır arasında saklı. o yüzden yazarken iyiye meyletmek ve umudu korumak, hayal kurup bunların bir gün gerçekleşeceğini bilmek çok önemli, bir bakarsın la sagrada familia'nın önünde fotoğraf makinesi ile dikilir ve bitmeyen kulelere bakarken, mimarlık birinci sınıftaki ödevimi hatırlarım. gaudi'nin dehası önünde saygıyla eğilirken bütün bu olanları önceden gördüğümü ve belki de modern zaman kahinlerinden birisi olduğumu düşünürüm.

beni daha iyi yapsın diye içmekte bulunduğum papatya çayının hemen arkasında, birkaç gündür gelen ilhamın bana verdiği yetkiye ve patronun yaptığım alternatifleri çok beğenmesinin verdiği motivasyona dayanarak söylüyorum ki; eğer tanrı olsaydım ilk önce yere çöp atanların, tükürenlerin ve başkasını rahatsız edenlerin cezasını hemen oracıkta verir hesap gününü falan beklemezdim. doğum kontrolü standart paket içinde gelirdi, iki taneden sonra otomatik kesici devreye girerdi. insanlığı yönetmiyor, motor sürüyoruz sanki anasını satayım. ilkokulda ders olmazdı, çocuklar gün boyu her türlü oyunu oynasın diye düzenlemeler yapardım. karne baskısı ve takdir edilme arzusuyla manyaklaşan çocuklar rahat bir nefes alırdı, zaten onca sene matematik gördükten sonra tek yaptığım, market alışverişini kasaya gitmeden önce kafamdan toplamaya çalışmaktan fazlası değil. dost yoğurdun türevini alsam ne almasam ne.

bu vesileyle tüm islam aleminin yaklaşan ramazan bayramını kutlarım, biz de din yancısı gibiyiz. oruç yok, namaz yok, tatilinden faydalanıyoruz. 





Hiç yorum yok: