sabahtan beri şu bilgisayarın karşısında, ne yaptığını kendinin bile bilmediğin bir halde, bir sürü sayfanın ortasında ne yapıyorsun? bir sürü site buldun, derdini anlattın, dertlerin bitti hayallerini yazdın, hayallerin azaldı planlarını döşedin. başkalarını okudun, başka fotoğraflara baktın, kendi çektiğin fotoğrafları siyah beyaz yapıp sitene koydun, çözünürlüklerini değiştirdin. birkaç program kurdun, annenin yaptığı sütlaçtan iki tabak yedin. boynunun sol yanı acıdı biraz, boyun fıtığı hakkında ne demişler ona baktın. hatırladın mı? diyarbakır'da tam durmamış bir dolmuşa binerken dolmuşun ilk hızını hesaplayamayıp dolmuştan içeri girememiş ve kapısından sekmiştin; işte, boynunun sol tarafının acısının kaynağı o. sonrası bilgisayar ve hareketsizliğin. hafta sonu yüksek bir kayadan kaputaş'a atlarken daha suya girdiğin an boynundaki sızı arttı ve pişman oldun, bir daha atlamamaya yemin ederken bir filmden sahneler geldi aklına. her şey idare eder de neyin peşindesin genç?
kravatlı fotoğrafını cv'nin köşesine koydun, bankanın birisine yolladın. çeyrek zekayla sistem eleştirisi yapmaya çalışıyordun bir aralar; o sistemin kalbine, seni işe almaları için tüm kalifikasyonunu yazdın da cv diye gönderdin. alsalar bari de düzenli işim olsun diye düşündün, mayışı iyidir inşalla diye kendini tetikledin. ne diye mimarlık okudun bir bankaya kapağı atmak için uğraştıktan sonra, neden başkasına engel oldun? iki ofis gördün de hemen gemiyi terk ettin, işinmiş gibi yazıya verdin kendini? hayallerini nerene soktun genç, bira fabrikasında çalışmak en büyük hayalin miydi bir 13 eylül günü istanbul'a mimarlık okumaya giderken? okullar biter de neyin peşindesin genç?
bugün, istanbul'a mimarlık okumaya gidişimin yedinci yılı. 13 eylül sabahı varmıştım şehre. akşamında park orman'da placebo konseri, hemen pazar sabahı da yıldız teknik'in muafiyet sınavı. başka bir üniversitede iki senemi kaybettiğim için mutlaka geçmem gereken bir muafiyet sınavı. yaşım çok değil, daha yirmi. kulağımda sonradan çıkaracağım bir küpe, götümde engineered jeans. mimarlık yapma hevesiyle gelmemin yedinci senesi. o gün doğan çocuklar, haftaya okula başlayacak. onların okula başladığı haftada ben eğer şansım yaver giderse, bir yerde işe gireceğim. bu banka olabilir, olsun. artık ne olacaksa olsun. bunun hangi şehirde olmasını da çok umursamıyorum, hiçbir şehir beni öldürmüyor. tuborg arasın, pazartesi izmir'de başlayayım; garanti çağırsın istanbul'da olayım. antalya'da bir ofise gireyim ve autocadin siyah ekranına bakıp tüm komutların kısayollarını hatırlamaya çalışayım. işe ve iş tanımına dair bir fikrim yok, üzerine de çok düşünmek istemiyorum. biraz boynum ağrıyor sadece, yolda aklıma gelenleri hatırlamaya çalışıyorum. fotoğraflara bakıyorum, mübadele yıllarında boşaltılmış kayaköy'ün o anlatılmaz yalnızlığını düşünüyorum, eski insanları, ailemin köklerini, köyünden çıkmadan ölenleri, af kulesi manastırı'nı, simon manastırı'nı, iki milyon yıl öncesini. aklıma gelen bir çok şeyi, birkaç dakikada kaybediyorum. not almama izin vermeyecek kadar kısa kalıyorlar. oysa, bu aralar üzerinde düşündüğüm şeyler:
- iki milyon yıl öncesine gittiğim takdirde ne yapmam gerektiği,
- dedemin atmışlı yılların sonunda amerika'ya gitmesiyle, sülalenin kaderinin hangi yönde değişeceği (nenemin gördüğü kabus, onu bu fikirden alıkoymuş)
- istanbul'a döndüğüm takdirde nerede kalabileceğim
- endüstri mühendisliği okuyup tekrar tuborg'un karşısına dikildiğim alternatif bir iş görüşmesi yazısı.
- 70-300 mm l serisi lens hayali ve dağların üzerinde yükselen dolunay çekme fikri. uzun pozlu yıldızlı gökyüzü.
- yolların başlangıcı adlı kitabı bir yerden bulup okumam gerekliliği.
- ehliyet alıp, cv'yi zenginleştirmenin yolları (debriyajdan yavaşça çek. sapıkçasına)
- çoban olmak için yapılması gerekenler, alternatif işler. meyve toplayıcılığı.
bütün bu maddelerin mimarlıkla yakından uzaktan alakası yok, kendimi zorlasam dahi herhangi bir mimari proje üzerine fikir yürütemiyorum. dikkatim dağılıyor, biraz kitap ve odun sobası olduğu takdirde evin formunun o kadar da önemli olmadığını düşünüyorum. belki dağın başında olur, yıldızlara yakınlık bir avantaj. merdiven olmasın, çıkmak ya da inmekle uğraşamam. duvarla bölmeye ve bunlara kapı koymaya da pek gerek yok. free interior space demişti mies van der rohe, crown hall için. adam haklı beyler.
crown hall - mies van der rohe |
zaten bu neyin peşindesin genç'i de soran kendisi. o bet suratıyla geldi, ellerini arkada kavuşturdu yazdıklarımı okumaya çalışıp anlamadı. çizim masamın ve t cetvelimin nerede olduğunu merak etti. yüzüme baktı, sorusunu sordu ve cevabını beklemeden geri gitti.
belki otuz yaşımda mimarlık yapma hevesim olur, o zaman çalıştığım bankadan kredi alır ve dağın başında ofisimi açarım. çok para tutmayacak zaten, kendi başıma bile yapabileceğim. belki o zaman, mies de gelir bir kahvemi içer. beyaz proje masasının üzerine paftaları yayarız, cebinde çıkardığı kalemle tashih yapar. hoşuna giden yerleri söylemezken, beğenmediği yerleri kıyasıya eleştirir. burada kal derim, beraber çalışalım. adım, hayaletlerle konuşan tepedeki deli mimara, zamanla da hayaletli konta çıkar. anneler, uyumak istemeyen küçük çocuklarını benim imgemle korkutur. bir masalın kahramanı olarak da ne yapacağımı pek bilemediğim bu hayatı noktalarım.
5 yorum:
süper olmuş blog bea. ellerine sağlık. o değil de siyah arkaplanda beyaz karakter[karakterleri de siyah yapıyomuşun ehe ehe] okumak biraz göz mü yoruyor ne? hemen de tasarıma el atarmışım eheh
blog çooogggüzelll, aynen devam. kendini motive et artık benden bu kadar.
gerçi zaten ankette verilen oylar görünmüyormuş. arka plan ile kaç oy olduğunu belirten yazı rengi aynı olmuş. he-man düzelt bakim.
bu renk ayarlarını yaparken cinnet geçirmesem her şey daha güzel olacak. ama eleştiriler için sağol, hemen düzelteceğimi umuyorum.
mies, sen misin? emin misin mies'sin? ekşi'den yönlendirilmeseydim inanmazdım blogun mies'e ait olduğunu! sayfa düzeninden midir nedir, seni okuyor gibi değilim.
siyah arkaplan üstüne beyaz çok göz yoreyor :) uzunca bi yazı okuyup kafayı kaldırınca ortalık çizgi çizgi oleyor.
Yorum Gönder