rastgele, bu blog'ta haftada bir yapılması planlanan müzik bazlı bir "bırak aksın bebeğim" oyunudur. süresi yaklaşık olarak dört şarkıdır, black rose immortal ve bunun gibi bitmek bilmeyen, günlerce süren parçalar oyundan muaftır. bu oyunun gerekleri şunlardır:
- winamp'ın rastgele çaldığı ilk şarkıyla ilgili olan anı anlatılacak.
- şarkıyla bağıntılı bir anı yoksa, şarkıdan yola çıkıp gelecek hayalleri kurulacak.
- şarkı gerçekten kahrolası bir çalışmaysa ve geçmiş-gelecek tüm zamanlarda anlamsızsa, şarkının o an için ne hissettirdiğinden bahsedilecek.
- şarkı anlaşılmaz şekilde hiçbir şey hissettirmiyorsa, şarkının bitmesi sakince beklenecek. belki mutfağa gidip bir kahve yapılır belki de en az beş dakika yerel radyo reklamı dinlenerek ceza çekilir.
dört şarkıya da anı bulunursa (gücünü gerçekten alması önemli) en yüksek puan alınır. anı bulunan şarkının puanı dörttür. gelecek hayalleri kurulan şarkının puanı 3 olup, eğer hayvani güzel bir hayalse ona da dört verilebilir. şarkı gerçekten kahrolası bir çalışmaysa (3.madde), şarkının o an için hissettirdiklerinin puan cetvelindeki karşılığı ikidir. eğer şarkı winamp listesine virüs gibi sızmış bir ferhat göçer çalışmasıysa, ne yazık ki puan alınmaz. şarkının hangi klasörde olduğu tespit edildikten sonra gerekli antivirüs programlarıyla saldırıya geçilir. gerçi winamp listemin aklı başındadır ama bazen (bu gerçekten çok nadir oluyor) tokat gibi çarpan şarkılar geliyor.
o zaman oyun başlasın, adil bir oyun olsun.
1. şarkı: lionel richie - hello
bu şarkı benim için asla bir aşk şarkısı olmadı, lionel'in bıyıkları kadim dostumla her zaman alay konumuz oldu. fakat cuma günleri taksim'de içmemiz gerekenden çok içip sonrasında eve geldiğimizde, benim izmir'de okurken aldığım ve binlerce kilometre yanımda taşıdığım "best of 80's, 90's" cd'sini açıp dinlerdik. o zaman hello hoşuma giderdi işte, hatta bunun amerika'daki düğünlerde en fazla çalınan şarkı olduğunu bile benimle aynı adı taşıyan kadim dostum söylemişti. yine de iyi şarkıdır, çok içtikten sonra iyiliğini katlar. is it me you looking for? der lionel, ben de az da olsa acı çekerdim.
2. şarkı: manic street preachers - suicide is painless
- manic street'in gitaristi "bakkala gidiyorum" deyip bir daha gelmemiş lan!
yine aynı insan, bu sefer arsen lupen'in terasındayız ve bira içiyoruz. cuma günleri içmediğimiz gün sayısı çift tırnaklı bir keçinin tırnağının sayısını geçmiyor. bu gerizekalılar sanırım çift toynaklı mıydı neydi? manic street'i önce onur keşfediyor, bu şarkı da bizim gittiğimiz barlarda ve tavla oynamak için bulunduğumuz klan'da karşımıza çıkıyor. diğer şarkıları da güzel, ama the everlasting ve suicide is painless'in yeri kalbimizde ayrı. bu kesinlikle akşamüstü taksim şarkısı. biranın tadı damağımda, sırt çantalarımızla okuldan gelmişiz.
3. şarkı: radiohead - paranoid android
bir anıdan çok daha fazlası, anı kitapçığı bile çıkartabilirim bu şarkı için ama ilk aklıma gelen didim'de bir rock barda çalıştığım günler olur. the hitchhiker's to the galaxy okumama bile altı sene varken şarkıya bayılıyordum, özellikle o "rain down" ile gelişen ilahi kısmında ruhumu bir yerlere teslim etmeye çalışıyordum. akşam sekiz gibi barda kimseler olmuyordu, güneş hafiften batarken musluktan bir bardak bira dolduruyordum kendime. ok computer cd'sini, technics marka cd çalara yerleştirip son sesi açıyordum. ses geçirmeyen çift cam sistemi vardı. o sene yeni alınan wharfedale hoparlörler, barın tepesinde ters duran allah'ın belası kokteyl bardaklarını bile titretiyordu. şarkı geliştikçe ben yükseliyordum, yaşım yirmiydi. ege üniversitesi'ni bırakıp yeniden öss'ye girdiğim ve bu ağır yükün beni epey hırpaladığı 2003'teydim. radiohead, daha önce pek karşıma çıkmayan bir gruptu. creep ile başlayan sevgim, ok computer ile tavan yapıyor ve paranoid android dinlemeden günü bitirmiyordum. yıllar sonra söz konusu kitabı okurken taşlar biraz yerine oturdu fakat paranoid'in asıl anlamı benim için didim ve yirmi yaşımdır.
4. şarkı: deep purple: mean streak
şarkıya dair anım yok, sözlerinden pek bir şey anlamadığım için de geleceğe yönelik hayal kuramıyorum. bari şu an hissettirdiklerini anlatmaya çalışayım. ian gillian'ın sesi ve morse'un konserden aşina olduğum gitarı. bu bir istanbul'da yaz gecesi şarkısı. sevgilimle aynı yerde olduğum fakat karşılaşamadığım bir kuruçeşme arena saati. plastik bardakta biralar, oğullarıyla konsere gelenler, her yaştan bir sürü güzel insan. mor ışıklarla deep purple ve istanbul'da yalnız yaşayan ben. yaz boyu tek başıma ilerliyorum, temmuz ayının tamamı deep purple ile geçiyor. ofiste işler durgun, yaptığımız restoranın sahipleri adeta bir çingene. deep purple beni atmışların sonuna götürüyor ve konser sonrası sarhoşluğunda beşiktaş'a getiriyor.
değerlendirme:
rastgele #1'in sonuna da gelmiş bulunuyoruz. hızlı yazmak canımdan bezdirdi ama "şimdi ne yazmam gerekiyor" diye beyin gevelemesi geçirtmediği için keyif aldım. bıraktım ve aktı gitti. yazıya başlamadan önce zihnimin en gerisinde olan birkaç bilgi anlık ortaya çıktı ve kelimeye dönüşüp ölümsüzlüğe kavuştu. wharfedale hoparlörlerini binlerce gündür düşünmüyordum, ters duran kokteyl bardaklarını da. manic'in gitaristinin kaçtığı da oldukça eski bir bilgi olsa gerek. puanım 12. ilk iki şarkıya üç verdim, paranoid dört. mean streak ise tatsızlık çıkarttı. belki de sözlerini inceleyip bir sonraki rastgeleye kadar hazırlanmalıyım. beşinci şarkı rammstein - keine lust idi. sonisphere anısıyla güzel puan alabilirdim ama olmadı.
neyse, bu işi sevdim. belki şarkıların ifade ettiği ve halihazırda çekmiş bulunduğum bir fotoğraf oyunu da düzenlenebilir. yaşasın mı işsizlik ve onun işbirlikçileri?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder