6 Eylül 2010 Pazartesi

hafif bir sıkıntı

ne anlattığımı bilmediğim yarım kalmış yazılarıma, masamın etrafında eşzamanlı olarak okuduğum kitaplara, biraz önce içtiğim kahvenin kırmızı bardağına ve çevreme öylesine bakıyorum. moralimi düzeltmek ve motive olmak (iyi de neye?) için when the wild wind blows dinliyorum. finike-demre arası daha önce çeşitli araçlarla bin kere gittiğim yol yerine, gelidonya feneri güzergahı bu şarkı için daha iyi. sonunda, daha önce türlü sebeplerle gitmediğim bir fener bulacağım, üç adalar hemen karşımda olacak. askerde çarşıya çıkmışken aldığım atlas dergisinin o ay için verdiği "akdeniz yürüyüş rotaları" kitapçığının kapağındaki deniz fenerinin yanına ulaşacağım ki bunun düşüncesi bile birkaç dakika önce içinde bulunduğum sıkıntıyı hafiften götürüyor. 

günlerim anlamsız ve oldukça hızlı geçiyor, kafamı bir kaldırıyorum ki akşam olmuş. kardeşim gelmiş ve "yürü la denize gidelim" diyor. genellikle denize gidiyoruz, denize giderken markete uğrayıp birkaç bira alıyor ve biraları bitirdikten sonra aslında amacımızın yüzmek olmadığını sadece biraz içmek olduğunu çaktırmadan itiraf ediyoruz. birer bira daha alıp yeniden deniz kenarına ulaştıktan sonra yüzdüğümüz de oluyor ama sadece ağzımızdaki bira kokusunu gidermek maksatlı. tuzlu suyla gargara epey işe yarıyor, daha yakalanmadık. ramazanın bitmesine ve evde gönül rahatlığıyla içmemize az kaldı, bu zamana kadar iyi idare ettik. bu arada gitar kılıfında biralar hala yerinde, bir türlü aklımıza gelmiyor o cesetler. talihsiz bir tesadüf sonucu yakalanacağız gibi geliyor çünkü şimdiye kadar neyi hasıraltı yapmaya çalıştıysak elimize yüzüme bulaştırdık. ben biraz iyiydim de kardeşim gerçekten çok amatör davrandı. birazdan gelir zaten, çantasını yatağının üzerine bırakır ve müdürüne bir saydırır. 

benim saydıracak bir müdürüm yok, olmasını da pek istemiyorum ama artık bir işe girmem gerekiyor. tuborg olmadı, olmadığını bir maille söylemeleri yetecekken henüz bunu iletmediklerinden biraz sinirliyim. olsaydı bu zamana kadar bir haber verirlerdi değil mi? kimle konuşuyorum ben? neyse, belki bu benim için daha iyi olmuştur. kurumsal zehirlenme yaşamaktan kurtulmuşumdur belki, polyanna yanımda olsaydı onu da kırmızıya alıştırdım yine de. en azından glikoz şurubu katmamışlar derdi, her şeyden keyif alan ruh hastası. en nefret ettiğim masal kahramanlarından birisi olsa gerek, bir ara bunların da listesini yapmam lazım. bir aralarım, başka birisine ömür olacak kadar uzun ama yapacak bir şeyim yok; ben de bu şekil bir insan oldum. tüm sorumluluklarımı, gelecekteki onur'a ihale ediyorum.

- vay, demek adın onur ha?

evet, son 27 yıl 40 gündür adım onur. bana yakışan çok az şeyden birisi de bu isim olsa gerek, seviyorum. kısa ve anlamlı. iki isimli olmadığım için bizimkilere minnettarım. şimdiki şarlatan çocuklar gibi olmak istemezdim. demirhan büllük gibi bir sürü küçük çocuk ismi var, sanıyorum ki büllük dedesinin adıymış. bir modern bir eski, füzyon mutfağından bugün doğan çocuklara isimler. peki ya adı kudret olan bir yaşındaki çocuk? hatırlıyorum, ofise gelmişti ve adının ağırlığını taşıyamayıp altına sıçmıştı. kim olsa sıçar.

iş meselesi, hem işteyken hem de işsizken insanın canını sıkmaya yetiyor. süpernova bombası gibi şerefsiz, kaçacak delik bırakmıyor. şimdi de yeni gireceğim işi düşünüyorum, askerdeki yarakbaşlı binbaşı sayesinde başka birisinin hükümdarlığının beni öldüreceğini düşünüyorum. yasalar beni emredersiniz demeye zorlamıştı ama aynı saçma istekleri sivilde duyduğum an "sektirin oradan" deyip çıkacağımı tahmin ediyorum. askerliği hayattaki son zorunluluğum olarak görmek, önüne geçemediğim bir özgürlük tutkusunu da beraberinde getirdi. patron kaprisi ya da iş yetiştirme sancısı gibi saçmalıklara sabrımın eskisi kadar olmadığını biliyorum. 

bir pazartesi akşamı daha geldi işte, beni bilgisayarın karşısında görmekten pek hoşlanmayan babamın gelmesine de yarım saate yakın bir zaman var. iş başvurusu yaptığımı ve doğru işi kovaladığımı söylemek bana zaman kazandıracaktır, bu sırada duymaktan pek hoşlanmadığım "n'oldu iş" sorusunu da bertaraf edebilirim.

sanıyorum ki önümde uzanan günlerde başıma gelebilecek en güzel şey, gülümseyebildiğim bir iş olacak. cumartesi de çalışmazsam her şey tıkırında gider. başkasının benden beklentilerini bir nebze karşılamış olurum, biraz da para kazanır ve bütün her şeyin amacı bu küçük kağıtlar için mi diyerek yalandan sorgularım. parasızlığı yeterince sorguladım çünkü biraz da parayı sorgulayayım.

yaşım oldu 27 küsur, yaşıtlarımın evini arabasını aldığı küçük bir ilçede yaşıyorum. genelde evleniyorlar, yalnızlığın altına yatmak onlara zor geliyor. para kazandıkları halde parasızlıktan dem vuran yavşak adamlara dönüşüyorlar. ben bu sırada, bir blog adresine öylesine yazıyorum. ne yapacağımı bilmediğim bir sürü kelime var çekmecelerde, yazmakla bile azalmıyor. annem "ne olacak bu kadar kelime" deyip sesini yükseltiyor, hepsini gitar kılıfındaki bira şişelerinin içine tıkıyorum.

hafif sıkıntım biraz azalıyor. tek başıma yaşamayı, tek başıma istediğim kadar içebilmeyi özlediğim için istiyorum. 

Hiç yorum yok: