23 Eylül 2010 Perşembe

nefret #1

nefret ettiklerimi üst üste koyabilseydim, on yedi bloklu çift daireli dev bir site yapardım ve gerçekten iyi para kazanabilirdim. nefret ettiklerimi yan yana dizebilseydim, set ve baraj işinde epey iddialı konuma gelir dev projelere imza atabilirdim. nefret ettiklerim geceleri ışık verseydi, yeni bir galaksi gibi gözükürlerdi. nefret ettiklerimi e-bay'dan tane bazında satabilseydim gerçekten yeniden çalışmak zorunda kalmazdım.

fakat bunların hiçbirisi her zamanki gibi olmadı. son senelerde istediğim tek şey olan tuborg'ta çalışma fikri de bugün attığım hafif sert bir maile gelen cevapla son buldu. son buldu da rahatladım, umut etmekten kurtuldum. onlara şunu yazdım:

"sanıyorum ki benim iş durumum olumsuz sonuçlandı. En azından bunu haber verirsiniz diye düşünmüştüm çünkü haziran başından eylül'e kadar, yaklaşık üç ay bu konuyla geçti günlerim. "

ve insan kaynaklarından, benim hiç olmayı başaramadığım kadar profesyonelce cevap geldi:

" Çalışmalarınızı çok beğendik.

Siz de takdir edersiniz ki bir şirkete alım yapabilmemiz için öncelikle bir kadro oluşturmamız gerekiyor. Şu an için böyle bir kadromuz mevcut değil ancak ileride eğer böyle bir pozisyon oluşursa ve siz de bizimle çalışmayı isterseniz, markamızı bu kadar sahiplenmiş bir kişi ile çalışmak bizleri de mutlu eder."

hımm, kadro evet. şampiyonlar liginde finale çıkan liverpool'da kadroya girmeye çalışmak gibi bir şey olsa gerek, gerrard varken bana gerek olmazdı. neyse, bu konunun üzerine fazla gitmeyeceğim, belki de benim ergen aklımın görmediği kadar hayırlara vesile olacaktır. olması gereken budur belki, ben seçilmiş olanımdır ve antalya bölgesine mimar olarak gönderilmişimdir. bunları, blogun gelecek günlerinden hep birlikte öğreneceğiz. nefret ettiklerime dair bir liste oluşturmak için gelmiştim fakat esnemekten yırtılmak üzere olan ağzıma olan nefretim, şimdilik nefret listeme başlamamı engelliyor. balkonda okey oynuyorlar, evin diğer odaları misafirli, koridora çıkarsam karanlıkta dolaşan küçük bir çocuğun üzerine yanlışlıkla basacağımdan korkuyorum. mimarlık eğitiminin bana ne kazandırdığını da yazma kararı almıştım dün sabah, fakat bir yere not almadığım için aklımdan çıkmış. ancak, "bırak aksın bebeğim" yöntemiyle, sanki bach'tan bir sonet çalar gibi yazarken aklıma geldi yeniden. 

yerli turistin çirkefliğine olan nefretim, bu seriye başlamamı gerektirdi. sürekli esneyip durmaktan, plastik bardaklardan, sahte okeyden, terliğin isminden, kıymalı yemeklerden, zapping yaparken kanallar arasındaki birkaç milisaniye duraklamadan, digiturk'un hemen tepki vermemesinden, çekyatın mekaniğinden, halıdan ve şu anda aklıma gelmeyen bir sürü önemsiz şeyden nefret ettiğimi kayıt altına almak istemiştim ama bu kayıt işini bu saate bıraktığım ve yarın fırsat bulacağımı sanmadığım için kendimden nefret ediyorum. yok lan etmiyorum, bu blog işine girdiğim için kendimi ara sıra tebrik ettiğimi ve bir bira ısmarladığımı bile söyleyebilirim. 

öncelikli hedef: ekimde işe girmek. girersem ekime, girmezsem...

Hiç yorum yok: