3 Eylül 2010 Cuma

when the wild wind blows

kitap gibi şarkı musaf çarpsın!

hele ki, bayıltan sıcakların bitip denizden gelen serin esintilerin evin içinde ne varsa uçurmaya başladığı bu eylül günlerinde ayrı bir ferahlattı. yürümeyi düşündüğüm 26 km'lik finike-demre yolunda dinleyeceğim şarkılar listesine ilk sıradan girdi. beş kere dinlesem yaklaşık 6 km yürümüş olacağım, biraz stratovarius ve biraz da tempolu şarkılarla hayatımın en önemli yürüyüş sınavından başarıyla çıkabilirim diye düşünüyorum. hem havalar o kadar sıcak değil, hem de o kadar yol yürüdükten sonra nereden tuborg alıp nerede içeceğimi biliyorum. yol üzerinde genpa var, marketin en dibinde de tuborg dolabı. geçen sefer epey soğuktu; insanın aklını başını getirecek kadar soğuk ve aklını başından geri götürecek kadar nefis.




andriake antik kentine yukarıdan bakan şık bir tepe biliyorum, oraya çıkarım ve kendimi rüzgara sunarım. bacaklarımın yorgunluğunu unutur ve sırt çantamla kalıntıların arasında dolaşırım. 18-55 hafif geniş açı lensim ile fotoğraf çekip insanların asırlar önceki yaşamını tahmin ettikten sonra da bir taşa sırtımı dayarım. kırmızı topraklar ve zeytin ağaçları, tahıl ambarı olarak kullanılan taş yapının ayakta kalmış duvarları ve sessizlik. şarkı bir kez daha kulaklarıma gelir, geride bıraktığım mesafeyle överim kendimi. kendimi sadece yoldayken sevmeye başlıyorum, belki de daha iyi tanımaya başladığımdandır, bilmiyorum.




insan, insanı sadece yolda tanır cümlesini okuduğumdan beri kendimi dışarıya atmaya çalışıyorum. yoldaki ben iyi, güçlü ve sakin. evdeki ya da işteki halimle ortak noktası yok, zorlu şartlarda bile şikayet etmiyor. bir rüzgar çıksa seviniyor, güneş batsa oturup izliyor. tepesindeki yıldızlara, eğer varsa dolunaya bakıyor. hareket halindeyse sorun olmuyor da bir yere kıstırılmışsa o zaman saldırganlaşıyor. o zaman midesi bulanıyor ve her şeye çatıyor. güzel yerlerde olan insanların varlığı bile rahatsız ediyor. ofis kafese, patron gardiyana dönüşüyor. koltuk batmaya, ışıklar kör etmeye başlıyor.




when the wild winds blow, insana sırt çantası hazırlatıyor. bir haftaya kalmadan çıkacağım yaklaşık 30 km'lik yolun izini şimdiden gözlerimin önüne getiriyor. yürümenin, en sağlıklı ulaşım yöntemi olduğu hipotezimi desteklemem gerekiyor. doğru otobüsü beklemeden, batı antalya kısmında ulaşım parametrelerinin müşteriyi her türlü yolacak şekilde düzenlenmiş olmasına aldırmadan, dar koltuk aralarında krampla uğraşmadan ve otobüs hoparlörlerinden sızan yavşak müziklere katlanmadan. sadece yürümek, saatteki hızımın pek önemi yok. rüzgar yüzüme çarpsın, güzel koyların yanından bir çırpıda geçmeyeyim yeter. 

Hiç yorum yok: