27 Eylül 2010 Pazartesi

evde otururken

uzun zamandır olduğu gibi yine bir fincan kahvenin hemen sol arka çaprazında, bir ekranın parıltısında ve hafif gıcırdayan bir koltuğun üzerinde bir şeyler düşünüyorum. düşündüklerim, uzun süredir benimle olan ve bir sonuca yaklaşan fikirler değil; on beş dakika sonra yola devam edecek hatay has turizmin sayın yolcuları sanki. fazla tanıdık değiller, sadece dağınıklar. 

tüm bu dağınıklığı toparlamak ve ortalığa çekidüzen vermek için mutfağa gidip ketılın düğmesine bastım, su kaynayınca bir daha gidip kırmızı kupaya bir kaşık kahve ve şeker koydum. suyu yavaşça döküp anında karıştırmaya başladım, bu beni daha iyi bir kahve yaptığıma ikna etti. ilk yudumu mermer tezgahın başında aldım ve şekerinin biraz az olduğuna kanaat getirdim. az şekerli kahveyi idare etmek, tezgahın ucundaki cam kaseye ulaşmaktan bir an için daha kolay gelince bilgisayarın karşısına geri geldim. düşüncelerim hala dağınıktı, rajaz gelene kadar da düzelecek değildi. şarkı başlayınca ortalık durulur gibi oldu; bedenim evde otururken zihnim hafiften yükselip denize doğru yaklaşmaya başladı. rajaz, geçmişe attığım bir çapaydı, şimdiki zamanda kaybolmamı engelliyordu. tekirdağ'ın kıyı köylerinden birisinde, denizin üzerinde yükselen yalnız bir kulübeye geri götürüyordu beni. bazen de, çeşme kalesinin denizden gelen rüzgarlarla yıkanan merdivenlerine bırakıyordu. ruhum, bedenimi bırakacakken ev telefonu çaldı. gerçeküstüye geçişin narin kapısı anında kapandı ve gözlerimi açtığımda kendimi yeniden koltuğun üzerinde buldum.


                            


telefondaki ses beni tanıyordu, bir şeyler sordu. vızıldadığından hiçbir şey anlamadım ve bilmiyorum diye cevapladım. azrailin soğuk nefesi gibi bir nefes verdim telefona, karşı taraf  mzımızı deyip kapattı. kimdi acaba? dağılmış konsantrasyonumu bir tabağa koyup ayıklamak istedim fakat kahvem soğuyacaktı, o yüzden koltuğa geri döndüm. kablo karmaşası vardı kafamın içinde, insandan ayırt edilemeyen bir robot olabileceğim ihtimali üzerine gittim biraz, o kadar gelişmemişti teknoloji. insanları en son bıraktığımda iphone 4 üzerine akıllarını kaybetmek üzerelerdi. ellerinde taşıyacakları fonksiyonlu bir ekran bu kadar ses getirdiyse, benim insandan farkı olmayan bir robot olmam imkansızdı. daha vardı bu seviyeye, iphone 5 ve belki de 6'dan sonra ancak bu seviyeye çıkabilecektik. bildiğin insandım, kablo karmaşası da bir metafor olsa gerekti. pek emin değilim, bazen tüm hayatımın başka birisinin düşü olduğunu; bazen de tüm kainatın tanrı'nın bir düşü olduğunu düşlüyorum. bazen de her şeyi benim uydurduğumu zannediyorum. iphone 4'ü ve i-na-nıl-maz ekranını dahi ben kafamdan yaratmışım he mi? bu imkansız, o kadar komplike değil. bana kalsa 3310 ve yılan oyunu herkese yeterdi. 

kahvem bitmeye yakın, daha önce duymadığım bir şarkı başladı. geçmişte buna dair hiçbir anım olmadığından bir yere gidemedim, koltukta oturmaya devam ettim. aklıma hdr üzerine kin kusmak geldi, düşüncelerimi kategorilerine göre ayırmayı hafiften başarmıştım. google'a hdr yazdım ve baktım. ilk sonuçlar ve renklerin fışkırması yine midemi bulandırdı, geçmişte yaptığım hdr'ler için piksel tanrısından özür diledim, pişmanlık rüzgarları içinde kavruldum. deniz kenarında bir tekneydi, hemen gün batışının karşısında bir renk cümbüşüydü. iyi bir fikir gibi gelmişti o an için, hdr'yi tanıyalı birkaç ay olduğundan durumun ne boyutlara gelebileceğinden habersizdim. gençtim, üçüncü sınıfa gidip okuldan pek hazzetmezdim. hdr üzerine örneklere bakıp geri çıktım, düşünceler bir saat öncekinden daha düzenliydi ama yine de bir kabileyi öldürecek kadar zehir vardı içlerinde.



telefon yeniden çalmaya başladı, yerimden kalkmayı pek istemediğimden susmasını bekledim. yedi kere çalıp sustu, bir gün daha bitmeye yaklaştı. bir gün daha yaşlandım.




2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ben de sanki ordayım o koltukta oturuyorum.Yazdıklarının içinde gibiyim. Bir kitabın mutlaka olmalı.Yazmayı bırakma sakın.Okumak çok güzel.

mies dedi ki...

ben yine aynı koltuktayım, yine kahve içip hayal kuruyorum ve eylül bugün bitiyor. belirsiz geçiyor günler. bir de ben kitap falan yazamam yahu, diğer paragrafta bile konudan sapıyorum. tek ve çok uzun paragrafı olan kitap projesi üzerine düşünebilirim:)