fotoğraf makinesiyle olan ilk maceram lise zamanı bir projeyle başlar; 23 nisan için çocuk fotoğrafları yarışması. evde ne zamandır kullanılmayan filmli makineyi fotoğrafçıya götürüp cebimdeki tüm parayı bu projeye yatırırım. küçük ilçede yetişkin insan sayısı sınırlıyken, bir de ortalıkta pek dolaşmayan çocukları bulmak zamanla çileye dönüşür. fotoğrafın nasıl çekileceği hakkında hiçbir fikrim olmadığı için (sadece güneşi arkama almam gerektiğini biliyordum) çektiğim tüm çocuk fotoğrafları ibretlik olur, magnum photos'tan adamlar gelir ve bu kadar kötü fotoğrafı nasıl çektiğimi öğrenmek için iki bin dolar verir. gölgemin çocukların yüzünde çıktığı fotoğraflardan, çocuğun sadece kulağını kadraja alabildiğim talihsiz karelerden bahsediyorum. ilk denemem gerçekten korkunç olunca fotoğrafa dair hevesim 2004 yılına kadar bir daha ortaya çıkmaz.
2004... dijital fırtınanın ve pikselin anamızdan babamızdan daha yakın olduğu, en azından bana öyle geldiği o kasvetli yıl.
yaz boyu didim'de barda çalışıp biriktirdiğim paranın son dört yüz milyonunu, bir cuma öğleden sonrası doğu bank'ta bırakıp karşılığında 3.2 mp'lik 3x optik zoomlu fuji a330'umu alıyorum. çocuksu bir sevinç ve anlatılamaz bir zenginlik hissi. yine neredeyse cebimdeki tüm parayı fotoğraf işine yatırıyorum. küçük ve kayar kapaklı bir makine, şimdiki canon'umla karşılaştırınca boncuk gibi kalıyor ama pek seviyorum. aklım başımdan gidiyor o cebimdeyken, yurtta kalırken sabah erkenden çıkıp istanbul'a atıyorum kendimi. deklanşöre bastıkça özgürleşiyorum, objektiften görüyorum hayatı resmen. life dergisinden gelen ve istanbul hakkında belgesel hazırlayan bir fotomuhabirim sanki, işimi ciddiye alıyorum. yorulunca çöküyorum bir yere, daha ikinci sınıfın başlarındayım ve yapmam gereken kültür deryası istanbul'u ilk elden öğrenmek. fotoğraf çekme isteği azalmıyor, cebimden çıkmıyor makine. her şeyi tam otomatik olduğu için ayar yapmama gerek kalmıyor ama sultan ahmet meydanı'nda elinde büyük dslr'ler olan japonlara da imrenmeye başlıyorum. makineme olan sevgim azalmıyor ama vizörden bakmak, elimle objektifi çevirmek ve netleme noktalarını belirlemek istiyorum. makineyi cebimden çıkarmak değil boynumda taşımak, fotoğraf çekerken bir gözümü kapatmak istiyorum. çok pahalılar ama, barda çalışıp tüm bahşişleri biriktirsem, barı kapattıktan sonra rıfat'ın efsanevi tostlarını yemeyip aç yatsam bile param yetmez onları almaya. belki ileride bir gün diyorum.
6 kasım 2004 - fuji |
ileride bir gün...
yine doğubank, yanımda kadim dostum var ve doğubank'ta makinelere bakıyoruz. dslr için doğru zamanın geldiğini düşünüyoruz ikimiz de. ben başta nikon'a heveslensem de aradaki ciddi fiyat farkı engelliyor, canon 400d'de karar kılıyoruz. ikimizde de aynı makine var, çantalara paramız yetmiyor. kutusuyla dolaşıyoruz makinenin. o kadar fazla özellik var ki, ne çeksek saçma çıkıyor başlarda. iso'nun ne olabileceğine dair pek fikrimiz yok. fotoğraf sitelerindeki fotoğraflara baktığımız zaman birçok şeyi yanlış yaptığımız gerçeği suratımıza çarpıyor. zamanla makineyi kullanmayı, daha önemlisi beraber hareket etmeyi öğreniyorum. sonradan aldığım lowepro nova 1 aw çantaya sıkıştırıp 400d'yi yine atıyorum kendimi istanbul'a. çalıştığım ofislere, şantiyelere götürüyorum. okula götürüp jurileri, inşaata götürüp işçileri çekiyorum. fotoğraf çekmek tüm sıkıntımı, yorgunluğumu ve endişelerimi götürüyor geride sadece deklanşör sesi kalıyor.
fotoğraf çektikçe, fotoğraf çekmenin ne kadar zor ve sabır gerektiren bir uğraş olduğunu anlıyorum. fotoğraf sergilerini takip ederken, josef koudelka'yı buluyorum pera müzesinde. iz dergisinin sayıları çıkıyor karşıma bir sahafta, istanbul'un sahaflarını dolaşıyorum bu seferde. national geographic fotoğrafçılarına hayranlık dolu küfürler sallıyorum, bazen neden benim çektiğim fotoğraflar onların çeyreği bile olmuyor diyerek saçmalıyorum. bazen tüm hayattan istediğim sadece telephoto lens olurken, çoğu zaman korner kullanılırken oyunculara değil kenardaki fotoğrafçıların harikulade makinelerine bakıyorum.
6 kasım 2009 - canon |
evet, fotoğraf üzerine ilgim 2004'ten beri var, fotoğraf çekmeyi öğrendiğimi sanmam 2008 gibi gerçekleşti ve şimdilerde bir hiç olduğumun farkına varışımın keyfini sürüyorum. stüdyo fotoğrafçılığı ve onun kahrolası manipülasyon ısrarından, bilmukabele hdr'den ve renklerin fışkırmasından, kedisinden köpeğinden epey nefret edip, hayatın gündelik akışını olduğu gibi kaydeden karelerden epey hoşlanıyorum.
2 yorum:
meraba,
blogdaki fotoğrafları canon 400d ile mi çektiniz?
evet hemen hepsi canon 400d ve onun 18-55 kit lensi ile çekildi.
Yorum Gönder