20 Eylül 2010 Pazartesi

jack kerouac konuşsun

"ben hayatım boyunca pranga mahkumiyetlerinden kaçan köksüz bir ağaç oldum. ne durmayı ne de aynı yolu ileri geri kat etmeyi severim. bana sorarsanız, gerçek yaşam hiç durmadan dosdoğru denize doğru gitmektir."

"gün içinden fotoğraflar çekip, her küçük ayrıntısını yazıyordum bu küçük fotoğrafların. yazdıklarım satırlarla ifade edilen yaşama fotoğraflarıydı."

"neil cassady'le çıktığımız, bitmesini hiç istemediğim o sihirli yolculuk hayatımın akşını da değiştirdi. 'anlatılmaz yaşanır' derler ya, işte öyle bir şeydi. ama ben anlatmaya karar verdim, yolculuğun sonunda kendimi bir otel odasına kapattım. daktilomun başından hiç kalkmayacaktım. metrelerce uzunluğundan bir rulo aldım ve daktiloma yerleştirdim. yol gibi, yolculuk gibi yazacaktım. yolda yolunu kaybetmiş, arayışta olan bir gezgin gibi yazacaktım. üç hafta sonra yolda bitti. olması gerektiği tarzda, olması gerektiği gibi, caz gibi..."


"ben de çok özgür kaldım, çok dolaştım, çok açıldım. zihnimin içine çöreklenmiş o eski dünyayı yerinden söküp attım. galiba hep mutluluğu aradım ama mutluluğun yolu, mutluluğun harika, garip bir düş olduğunu anlamaktan geçiyor."

"şimdiki gençlerin tek derdi, üniversiteye girmek, evlilik öncesi cinsellikte fazla ileri gitmemek, iyi bir iş, ev, araba edinmek, çocuk sahibi olmak. yazarken bile sıkılıyorum bunlardan. aslında başka insanların hayatına karışacak biri değilim, herkes kendi kurallarına göre yaşamalı. ama ben daha çok çılgın insanları kaale alırım. yaşamak için çıldıranları. içlerindeki ateşi tutkuyla besleyenler."

"neredeyse tüm hayatım boyunca seyahat ettim ve yazdım. günlük kaygılarla ömür tüketen insanlar gördüm. otuz dört yaşına kadar araba kullanmadım, hiç ehliyetim olmadı. çocukluğundan beri araba kullananlar ve ilk fırsatta ehliyet sahibi olanlar tüm ömürlerini ev-iş arasında yol yaparak harcarken ben dünyayı gezdim."

"yıldızları o kadar uzun zaman izledim ki onların birer sözcük olduğunu düşünüyorum artık. bedenim dünyanın hangi ücra köşesine savrulursa savrulsun doğanın hüküm sürdüğü bu evrende her şey beynimin içinde olup bitiyor. kafamın içindeki önyargılardan kurtuluyorum ve yaşamı olduğu gibi seviyorum."

"biraz fazla içiyorum galiba. dün karnımda dayanılmaz bir acıyla hastaneye kaldırıldım. ertesi gün siroz olduğum ortaya çıktı. şiddetli bir iç kanamaya engel olamamışlar bu sabah, kuyruğu titretmişim. kırk yedimde alkolden ölmüşüm. bir yazar için benim gibi bir gezgin için yakışıklı bir son..."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu herifin - ki kendisini, algımın dahi kabul edemeyeceği bir oranda severim - hayatı hepimizden farklı algılamış olduğu ortada. Üniversite hocamız (Amerikan Kült. Edb.) şöyle derdi onu ve o meşhur kitabını anlatırken : Kerouac, DELİ insanları severdi. Yeme, konuşma, yürüme, içme(! şair burada mies'e ünlem çakıyor:)), yolculuk etme, yaşama delisi insanlar!

Ben o gün bugündür, toplumun "anormal bu yae" diye yaftaladığı insanlara daha bir dikkatli bakarım. Jack abiyi görebilirim belki herhangi birinde diye :)

Sevgiler,

Esin