9 Eylül 2011 Cuma

pirinçler ve uçan payandalar

tavuklu pilav beklentilerimi aşacak kadar iyi olunca, bunu televizyonun karşısında bir bira bardağı dolusu ayranla yemek farz oldu. pazardan taze aldığım rokanın üzerine eser miktarda zeytinyağı, tuz ve limon da döktüm ki bu üçünü benim üzerime dökseler, ben bile fena olmazdım sanırım. zeytinyağı sızma olacak ama, riviera cehennemin ırmaklarında kaynasın.

öğlenleri national geographic'te harika mimari belgeseller oluyor. amiens'in gotik katedrali ve lazer ile birkaç dakikada mekanın üç boyutlu modellemesini milimetrik olarak tamamlandıktan sonra, yapının taşıyıcı sistemindeki aksaklıkları masaya yatırdılar. kemerler sürekli açılma eğilimi gösterdiğinden kolonlar alarm veriyordu. kemerlerin patlamasını engellemek için yapılan uçan payandaların yeri ise yanlıştı. yükler doğru şekilde zemine aktarılmadığından bu şahane katedralde çatlaklar oluşmaya başlamış ve columbia üniversitesinden ehli kitap insanların çözüm üretmek için mesai yapmalarına sebep olmuştu. ortaçağ taş ustalarının benden (ben: 21. yüzyılda mimarlık yaptığını zanneden bir salak) çok daha yetkin olduğunu ve mevcut teknolojiyi son raddesine kadar kullandıklarını gördüm. katedral yıkılmasın diye asırlar boyunca önlemler almış ve işçiliklerini en ufak detaya bile yansıtmışlardı. binayı bir arada tutsun diye ergimiş demirden kat hizasında hat bile çekmişlerdi. ben ise sadece pilav yapabilmiştim ki geçen sene bunu bile yapamıyordum. ofiste her şey rengini yitirmişti, bilgisayarın karşısında akşamı bekliyordum. ortaçağ'da taş ustası olmak, 21. yüzyılda çalışıyor taklidi yapmaktan çok daha modern ve faydalıydı. pilavın yarısını ancak yiyebildim, bir bira dolusu pirinç fazla gelmişti sanırım da evde başka ölçü birimi yoktu. 

koltuğa uzanıp belgesel izlemeye devam ettim. insanlar bir şeyleri yapıyor, koruyor ve buna kendilerini adıyordu. sürekli fikir üretiyor, teknolojiyi fikirleri doğrultusunda kullanıyor ve geçmişi geleceğe taşıyordu. ben ise bir şey yapmıyordum. beşeri ilişkilerim hatalı örülen bir duvar gibi sürekli kendi üzerine çöküyordu. kilit taşını doğru yere yerleştiremiyordum. başka insanın yükü fazla geliyor ve beni çatlatıyordu. kendimi taşımaktan acizken de bir de üzerimdeki yükü sırtlayamıyordum. okulda iki senede öğrenemediğim ne varsa, belgesel sayesinde yarım saatte öğrendim. bulaşıkları yıkadım, suyu yine fazla kaynatmışım; geleneksel olarak elimi yaktım ve soğuk suyun altına soktum. bugüne kadar öğrenmem gerekirdi ama maymunlardan bile beterim. belgeselin bitmesini bekleyemeden kalktım ofise geldim, yeterince durmuştum evimde. biraz da ofiste durmam, sonra tekrar eve gelip evde durmam gerekiyordu. ben tek başına yaşayan ve net bir amacı olmayan, köşeleri yontulmuş bir bireydim. sistem için tehlikesizdim, ara sıra kendi üzerime çöksem de bunu dert etmezdim. pilav yapar ve bunu belgesel izleyerek yerdim.




Hiç yorum yok: