14 Eylül 2011 Çarşamba

schizophrenia

sultanahmet'ten sirkeci tarafına doğru inerken; aileme, dövme yaptırmayı düşündüğümü ve akıllarına gelen bir şekil olup olmadığını sordum. dövmeden hoşlanan insanlar değildi, ben de yaptıracak değildim zaten. oralı bile olmadılar, gereksiz yere endişe verme çabam boşa gidince ikinci denemede bulundum: "bende şizofreni başlangıcı var". yalnız yaşadığım zamanlarda muhabbetime ortak olup rakıma olmasın, sinemaya yalnız gitmeyeyim ama aynı zamanda iki kişilik bilet almayayım diye kafamdan uydurduğum karakterler en az benim kadar gerçekti, anne tarafından ispanyol asıllı sadık hizmetkarım esteban ara sıra gerçek olmadığımı iddia edecek kadar kendisini gerçek hissediyordu. hemen yirmi metre arkamızdan eli kolu çanta dolu esteban gelirken, annem "nasıl mesela?" diye sordu.

"eğer siz gerçekten istanbul'a geldiyseniz, üç gündür dağ bayır demeden dolaşıyorsak, camisinden kilisesine, sergisinden müzesine dur durak bilmeden yürüyorsak sorun yok ama ben bu kadar serüveni tek başıma yaşıyor, yemek yerken üç porsiyon söylüyor, yanımda başka birileri varmış gibi ayasofya'nın efsanelerini sesli anlatıyorsam işte o zaman başım belada anne" dedim. dalga geçtiğimi anlamışlardı, babam güldü geçti. bizim durakladığımızı gören esteban da geride durmuş, çok isteyip de alamadığım lenslere bakmaya başlamıştı. yolumuza devam ettik, tramvay hızla yanımızdan geçerken " ya gerçekten gelmemişlerse, ben akşama kadar deli tavuklar gibi oradan oraya gidiyor ve akşamları bilgisayar açacak gücü bile bulamıyorsam" diye içimden geçirdim. fotoğraf makinem doğruyu söylerdi, "gülümseyin" deyip deklanşöre bastım. canon yanılmamıştı, annem ve babam beni görmeye gerçekten gelmişlerdi ve gülümsüyorlardı. yaz boyu deniz kenarında olduklarından kapkara olmuşlardı.

eminönü'ye inip yoldan karşıya geçtik. galata kulesi, yanaşan bir vapur, köprü, açıktan geçen tankerler, dalgaların üzerinde rodeo yapan bir balık ekmek teknesi ve kaosuyla sıradan bir istanbul zamanıydı. telefonum çalmaya başladı, arayan babamdı. babama telefonu gösterip güldüm, o benden daha fazla güldü. tuhaf şeyler oluyordu ve elimden bir şey gelmiyordu.

olimpos'a gitmişler de "keşke burada olsaydın" demek için aramışlar. "siz de keşke burada olsaydınız, istanbul bugün çok güzel" deyip telefonu kapattım. bir vapur daha yanaştı iskeleye, üç balık daha oltaya yakalandı.


Hiç yorum yok: