13 Eylül 2011 Salı

haberin yok ölüyorum

şarkı göz göre göre içimde yükseldi, çevredeki tüm sesleri kıstı ve "geçti yine boş bir ömür" dedi. ofiste oturuyordum, renderlerım bitmişti, kelime oyununa kafamı veremediğim için seri yenilgiler almıştım. anlayacağın ölümle yaşam arasında o bilinmeyen bölgede ve sonsuz bir can sıkıntısına boyanmış siyah bir denize balıklama atlamak üzereydim. bir şeyler beni aşağı çekiyor ve sesler kafamın içinde yankılanıyordu. sabah öngördüğüm kötü bir gün kehanetim, öğlenki küçük yangın tehlikesi dışında tutmamıştı. telefon bir kere çalmıştı sadece, çok işlek bir ofis değildik. belki kara para aklamak için inşaat kisvesine bürünmüş bir şirket olabilirdik. hiçbir şey umrumda değildi, ölüyordum. nefes aldıkça oksijenle parçalanıyordu hücrelerim. milyonlarca beyin hücrem, ağaçsız topraklar gibi erozyona uğruyordu. zihnimde hiçbir düşünce yeşermiyordu artık. hayat, kollarımdan ve bacaklarımdan çekiliyor ve beni toprağa biraz daha çekiyordu.

bataklıkta gibiydim ve yıllar boyu debelendiğim için, hareket etmeyenlere oranla biraz daha fazla batmıştım. artık kurtuluşum yoktu, kendi çabalarımla hayatımı kurtaramazdım. stor perdeler denizliklere kadar inmişti, yarısını bitiremediğim kahvem hemen masamın üzerindeydi. yaptığım eskizler, mimarlık kitapları, küp şeker kağıtları, kulaklığım ve geri kalan her şey silikleşmeye başlamıştı. ofiste kimseler yoktu, klima üzerime soğuk soğuk kusuyordu. çıkınca birkaç bira içmenin kimseye en çok da bana bir zararı olmayacağını düşünürken, müziğin sesi de iyice yükselmişti. boş bir ömür geçiyordu, on sene önceki halimin hayali olacak bir hayatım vardı fakat bir anlamı kalmamıştı. 

dermanım yok, ben ölüyorum. ayrılırken ben içiyorum.

ofisten çıktım, mevcut mevsim koşulları umrumda değildi. zaman, günde 24 saaatlik hızla merhametsizce akarken hepimizin canına kast ediyordu. freni patlamış bir otobüsün içinde gibiydik ve bunun farkına varan birkaç insandan biriydim, diğerleri oksijen sarhoşluğuyla mutluydu. derin nefes alıp veriyor ve her şeyin düzeleceğine olan inançlarının altına sürekli odun atıyorlardı. bilmem kaçıncı kez yürüdüğüm yolu yine yürüdüm, markete girdim, hemen karşımdaki dolaba yürüyüp kapağını sağa doğru sürdüm. işte burdasınız yaşam tüplerim, bir elektron gibi arsızca etrafında döndüğüm artı yüklü protonlarım. cebimdeki para sürekli azalıyordu ve ay sonunu göreceğimden emin değildim. bir umutsuzluk ile eve geldim, buzluğa yatırdım dört tanesini. belki de psikolojik tedaviye yanıt verirdim ya da tek ihtiyacım olan sağlam bir dayaktı. 

kollarımın dermanı nereye gitmişti, neydi beni bu kadar yoran şey? boşverdim, senin yoktu ama benim her geçen gün öldüğümden haberim vardı.


Hiç yorum yok: