20 Eylül 2011 Salı

elektrikli süpürgenin tehdidinde

zaten her şey yerli yerindeydi, bir de üzerine elektrikli süpürgenin monoton feryadı eklenince tam oldu. muazzam bir fenalıktan ve ne yapacağımı tam olarak kestirememekten bahsediyorum, bir anlığına unut gökyüzünde süzülen paraşütlerin renklerini. dev bir uğultu bedenleşiyor ve kafamı kendine doğru çekiyor, ense kökümde hafif bir sızı ve ofis için "temizlik vakti"

şu an birisi de ofisin önündeki çimleri biçiyor. sol kulağımda süpürge, sağ kulağımda biçme makinası; beynimin yerinde olmak istemezim şu an. iki kanaldan da birbirinden berbat şeyler geliyor, müzik bizi kurtaracaktır efendimiz fakat yazı yazarken müzik dinleyemiyorum, patronun geleceği tutar ve beni beat kuşağının geç bir soluğu gibi görürse "kap şukunu panpa" diyebilir. yeterince ifşa oldum zaten, bir de bunların arasına biraz daha insan eklemeyeyim. yine de yazarken umrumda olmuyor, okunmak ilk hedefim değildi.

bu aralar insan kotamın dolduğunu hissediyorum ki haznesi oldukça küçük bir insanım. yaklaşık on taneden sonra yeni üye alımlarını durduruyorum. içeriden biri çıkarsa ancak yer boşalıyor, önceliği olana kapılarımı açtıktan sonra barların önündeki kel ve top sakallı iri badigardlar gibi iki kolumu birleştirip "girmek yasaktır" makamında dikiliyorum. fazla insan zehirliyor ve yoruyor, sosyal ilişkilerin eninde sonunda bitmekle yükümlü olduğunu ve geriye kalanın sadece ben olacağını bildiğimden, yatırımımı başkalarına değil kendime yapıyorum. buna sadece bencillik diyemezsin, sen küçüksün ölemezsin.

elektrikli süpürgenin işi bitti fakat geride yıkık bir ruh ve çökmüş bir beden bıraktı. masamın üzerine yayılmış zemin kat planlarını sağa sola savurup kendime biraz alan yaratmaya çalıştım. zemin, bodrum ve birinci kat. her şey olması gerektiği gibi ben hariç. kolonlar, kirişler ve duvarlar. çift camlı pencereler. birazdan benim odama gelecek sıra ve dışarı çıkacağım, belki deniz kenarına gidip küçük bir yürüyüş yaparım nefes alır gibi hafiften şişen dalgaları izleyerek belki de bir avm'ye gider ve cep telefonlarına bakarım. cep telefonunun işe yarayacağı zamanlar elbet olacaktır, belki bir kayaya sıkışır ve yardım isterim. belki de gözümü bilmediğim bir yerde açar ve gelin beni kurtarın derim.

odanın camlı kapısı siliniyor, çok az kaldı masama ulaşmalarına. o saatten sonra geri dönüş olmayacak artık, geri geldiğimde masamı pırıl pırıl bulacağım. ışınlar yansıyacak gözüme, kendimi kirli hissedeceğim. oysa şimdi iyiydi, kahve izleri olan masaları hep sevmişimdir. izleri sevmişimdir genel olarak, bana belleğimi altın bir tepside sunarlar. bembeyaz bir odada uyanmak yerine, çocukluğumda köşesini kırdığım camın hemen ardında, dedemlerin evinde oturmayı tercih ederim. benim hatrım var diye değişmeyen çeyrek asırlık bir cam. boşlukta sallanıyor değilim, köklerim toprağımın en derinlerine kadar iniyor fakat bazen, kendimi ağaç gibi değil de o ağaca inmiş kiracı bir kuş gibi hissediyorum. ilk kanat çırpışta tüm bağlarımı kopartacakmışım gibi. her şey belirsiz be sol omzumun sarhoş meleği, neredeyim ve ben kimim?


Hiç yorum yok: