22 Eylül 2011 Perşembe

when it rains

dört kırmızımı alıp serinleyen havanın ve batıyı kaplayıp güneşi kesen bulutların gölgesinde sevgili evim winterfell'e girerken, her şeyin yolunda gittiğini düşünüyordum. patlıcanlı pilav vardı ve yanına salata da yapardım. spagetti stoğum yerindeydi ve eğer istersem kaşar bile rendelerdim. buzluğa yatırdım kızılları ve pilavı porselen tabağa koyup mikrodalgaya sürdüm. düşük derecede daha uzun sürede ısınmasının, yüksek derecede daha kısa sürede hazır hale gelmesinden daha mantıklı olduğunu; enstantane-diyafram ilişkisi üzerinden değerlendirirken de salatayı hazırladım. çin marulu o kadar da lezzetli değildi ama kıtırlık katsayısı yüksekti. yarın pazar kurulacaktı ve bir kez daha hafif ekşimsi mükemmel süzme yoğurt ve yeşillikle eve gelecektim. evimde mutluydum. saatin kaç olduğuna bakabileceğim bir telefonum olmadığı için sabah yediden tedirginlikle ayaklandığım bugünlerde, rölöveyi de çizmiş olmamın haklı gururuyla sakindim. ilham arada sırada uğruyor ve bir ihtiyacım olup olmadığını soruyordu, beni kolluyordu. başucumda, çok sevdiğim espedair street'ten yıllar önce altını çizdiğim (ki hiç yapmadığım bir şeydir) cümlelerle sabahı karşılıyordum.

dört kırmızının ardından ne zaman uyuduğumu daha doğrusu sızdığımı hatırlamıyorum, yağmur sesiyle sabah erken saatlerde uyandım. gökgürültüsü de vardı sanki, kış gelmeden elçisi sonbaharı göndermişti. hemen evin pencerelerini açtım ve batının kara bulutlarına baktım. yazın parlak beyazı ve insanı bıktıran nemi dağılmıştı, bulutlar beni aralarına çekip almak istercesine yaklaşmıştı. saatin kaç olduğunu öğrenmek için televizyonu açtım, konuşan adamlara ve saate bakıp geri kapattım. belki her sabah uyanır uyanmaz saati öğrenmek için aynı noktadan fotoğraf çekmeli ve süreli sergilere bir yerinden tutunmalıydım. sanat ile neden uğraşmıyordum ki, neydi bana engel olan şey? gitara uzanmayan parmaklarım peki neden bir tualin karşısında fırçaya sarılmıyordu? neden bir kitap yazmak için en ufak bir çaba bile göstermiyor, bir karakter yaratmıyordum? eskisi gibi mimarlık dergileri karıştırmıyor ve boş zamanlarımda eskiz yapmıyordum? sabahın erken saatlerinde her şey alabildiğine berraklaşınca, problemler de temiz bir suyun dibinde yatan balıktan farksız oluyor; biraz hızlı olursan onu yakalayıp sudan çıkartabileceğini biliyorsun. balığın bunu zaten bildiğini de biliyorsun çünkü balık düşünmez, o zaten her şeyi bilir.

yolda yersin diye sana kitaplardan göndermeler yapıyorum, taze. bulutlar her yanda, yağmur beklemede.




Hiç yorum yok: