13 Eylül 2011 Salı

middle of nowhere

kötü bir gün olacak kehanetim, öğlen tavuk yaparken yerine geldi. karma saçmalığı, o kadar da saçma değil sanırım. tavukları tavaya atmamla birlikte yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ateşten bir kolon peydah oldu. tava değil, öfkeli bir ejderha tutuyordum sanki ellerimin arasında. ateş, ocağın üzerindeki dolaba kadar çıkıyordu. "don't panic" sensörüm devreye girdi ve ocağın altını kapattım. fakat tavuklardan fışkıran alev buna rağmen sönmedi, hızlı ve doğru düşünmek zorundaydım. tavaya alıp sağa sola fırlatsam evi yakmak işten bile olmayacağından, önce musluğu açtım ve sonra tavayı suyun altına sokarak küçük çaplı yangını başarıyla söndürdüm. tavuklar zaman ayarlı dinamitler gibiydi ve nerede yanlış yaptığımı bilmiyordum. tavuğu bir kenara bıraktım, hazırlarken lav silahına dönüşmeyecek bir şeyler lazımdı. ton balığı bunun için gayet ideal gözüküyordu. domatesin de infilak ettiğini daha önce hatırlamıyordum. ateşten kolon, mordor diyarından gelmişçesine görkemliydi ve sanıyorum ki bir tarafımı yakmadan bu işin üstesinden gelmiştim. tonbalıklı soğuk sandviçi, atletizm yarışmalarını izleyerek yerken, son günlerde artan can sıkıntımın yaşama içgüdüsüyle birlikte azaldığını ve hayatta kaldığım için mutlu olduğumu fark ettim. uçurumun kenarına gelmeden kanatlanamazsın demişti kazancakis, ben de kontrolsüz bir ateşin kenarında soğukkanlı davranırken, gündelik hayatın aptallıklarından alabildiğine sıyrılmıştım. alev püsküren bir tava, kolaylıkla paniğe dönebilirdi ve "öleceğini önceden hissetmişti" temalı üçüncü sayfa haberine malzeme olabilirdim. durum şu ki, hangi yazımı okursan oku, öleceğimi önceden hissetmiş olduğuma emin olacaksın. biz burada yaşama sevinci paylaşmıyoruz dostum, her geçen gün öldüğümüz yaşama serüvenini temize çekiyoruz. 

neyse ki böyle büyük olaylar bende travmaya dönüşmüyor. yaklaşık bir saat sonra yine isteksiz, bezgin ve yorgun birisine dönüşüyorum. sanki üzerime benim görmediğim yükler asılmış, kendimle birlikte onları da taşıyorum. nereye gitsem onları da götürüyorum. bir amacımın olmaması bunun en temel sebebi olsa gerek, body buildinge gidip aynada kaslarını seyrederken aklını yitirmiş adamların bile çok daha fazla odaklandığını ve benden çok daha mutlu olduğunu söyleyebilirim. çok mutlu olmak, sonsuza kadar aşkla kavrulan kuruyemiş olmayı da istiyor değilim ama benim nihai bir amaca ya da düşmana ihtiyacım var. göbeğimi düşman bellemek istemiyorum, onu seviyorum. çalışırken şap şap diye vurması güzel oluyor. pek insan görmediğimden düşmanım da yok, basket arkadaşım küçük egemen'e mi düşman olayım allasen? bim'deki personel de gayet kendi hallerinde insanlar, okullar açılırken gidip müdür yardımcısına mı meydan okuyayım "ayağını denk al kısa kollu" diye? bir düşman şart, özellikle bu devirde.

bununla birlikte ateşle kutsandığım bugünün akşamında daha da dikkatli olmam gerekiyor. tam da düdüklü tencerede kuru fasülye yapacakken olacak şey değil. tüm siteyi havaya uçurur ve lanetli bir bekar olarak üç asır evsiz dolaşırım çorak ve isimsiz ovalarda.


Hiç yorum yok: