13 Ocak 2011 Perşembe

başka şeyler

bugün, bir süredir aklımda olan projeyi gün içinde gerçekleştirmenin günüdür. akşama kadar zurna çalıp ofisin içinde dolaşmak gibi şeyler değil, tamamen başka bir hayattaymışım da önemsiz notlar alıyormuşum gibi sanki. bir şarkıdan çıkıp büyük bir kapıdan içeri girer gibi, bir bardak su içip bir gece önce ne yaptığımı hatırlamaya çalışmak gibi. tropik meyvelerle dolu bir tabağa iğrenerek bakarken aklımdan geçenler gibi. sanıyorum ki, kesit furyası azalarak bitti ve bir sonraki düzeltmeye kadar rahatım. hayalimdeki projeyi çizip senaryosunu yazmak ve bunu modellemek bile mümkün. kesitini bile çizebilirim fakat bugün başka şeylerden bahsetmeye kararlıyım. hiç yaşamadığım bir hayattan anı anlatılabilir mi onu merak ediyorum.

"ah trebuchet" dedi tek gözü kör dilenci, her zamanki köşesine geçmiş ve ellerini tanrıya dönerek birkaç meteliği beklemeye başlamıştı. ara sıra eski günlerden kalma bir ismi hatırlayıp sızlanmaktan ve akşama kadar ne kadar para toplayacağını hesaplamaktan başka bir şey yapmıyordu. avucuna para bırakanlar ve gün sonunda biriken paranın miktarı aynıydı, rutin bir hayatı vardı. düzenli işlerine giden insanlar, hayatlarına yeni bir düzen bölmesi daha koymak için aynı dilenciye aynı parayı vermeyi tercih ediyorlar; yeni bir şeyler denemektense, aynı şeyi tekrar etmeyi daha güvenli buluyorlardı. yolları, ağaçları, binaları sahiplendikleri gibi dilencileri de sahipleniyorlardı. başka dilenciye para vermek yerine, gelip ceplerindeki bozuklukları hep aynı dilenciye vererek düzeni devam ettirmeye çalışıyorlardı.

"ah trebuchet" diye bir kez daha sızlandı saçı sakalına karışmış, yaz kış aynı paltoyu giyen dilenci. ilk ve tek sevgilisiydi trebuchet, onunla tahsil görmeye gittiği font'ta karşılaşmış ve verdana diyarından gelen bu kızı aklının alamayacağı kadar çok sevmişti. öğleden sonra bastıran yağmurların altında, renkli duvarların önünde ılık yürüyüşler yapmışlar ve o zamanlar genç bir adam olan dilencinin tek odalı evinde kahve içmişlerdi. metal kapta ısınan kahvenin tadı dilencinin damağında ömür boyu geçmeyecek bir iz bırakmıştı.

öğleden sonra başlayıp biten yağmurun ertesinde, altına saklandığı saçaktan yavaş adımlarla çıkan dilenci, elindeki bozuklukları kirli paltosunun cebine doldurup meydana doğru yürümeye başladı. ayakkabısıyla saçları eskiydi ve ne kadar eskiyse o kadar iyiydi. başka dilencilerle ve ne iş yaptıklarını bilmediği insanlarla uzun bir süredir paylaştığı viranesine kadar yürüdü. şehrin kenar mahallelerin birinde, eskiden hotel arial olarak kullanılan bu viranenin katlarında hep farklı mesleklerden insanlar yaşardı. dilencilerin katı, onlar yorgun ve güçsüz olduğu için zemin kattaydı. en üstte çatıdan çatıya atlayan hırsızların yaşadığını duymuştu. trebuchet'ine kahve yaptığı ve artık paslanmış metal kaba su koyup odanın köşesinde ateş yaktı. elleri üşümüyordu artık, zaman kabuk olup ellerini kaplamıştı. sakalının nerede bittiği belli değildi ve verdanalı güzel kızdan sonra hiçbir şeyin önemi de kalmamıştı.

kahvesini koyacak bardağı yoktu, nasır tutan elleriyle metal kabı alıp yavaşça duvarın kenarına gitti. yağmur dinmiş fakat kokusu kalmıştı, kahvenin kokusuyla karışan yağmur kokusu da eski günlerden kalmaydı, günaşırı sakal tıraşı olup elinde çiçekle başka bir saçağın altında beklediği zamanlardan kalma bir alışkanlıktı.

viranenin duvarına sırtını dayadı, trebuchet'ini kaybetmesinin üzerinden geçen kırk seneye pek inanmak istemedi. neden hala hayatta kaldığını, neden insanların cebindeki bozukluklara avuçlarını açtığını bir kez daha sordu kendine. başkalarının alışkanlığı olmaya devam etmekten başka bir işe yaradığı yoktu fakat buna alıştığından bırakıp da gitmek zor geliyordu.

elini cebine atıp bozuklukları yokladı, font'a geri dönüp kırk sene önce kaldığı evi alacak kadar parası olup olmadığını merak etti. son üç yılda ilk defa gülümsediğinden, dudaklarının kenarı acıdı. her duvarı farklı renge boyamak için biraz daha dilenmesi gerekiyordu. zaten başka işi de yoktu, dilenirdi. sonra trebuchet'inin fotoğrafını da asardı mavi duvara, karşılıklı kahve içerlerdi eski günlerde olduğu gibi... 



Hiç yorum yok: